Edebiyat ve sinema dallarında “kıyamet sonrası bilim kurgusu” olarak özetlenebilecek “post apokaliptik” türünün örnekleri pek çok, ancak son yıllarda bu konuda orijinallik açısından bir kıtlık çekildiği de gerçek. Bu yıl izlediğimiz, türü sevenler için “ilaç niyetine” gelecek Mahşer Günü (The Divide) filmi ise insanlığı yokoluşa götüren bir nükleer saldırının ardından apartmanlarının bodrumunda izole olmuş, kıyamet sonrasının insanlarının dehşet dolu öyküsünü anlatıyor.

Post apokaliptik filmlere farklı senaryo örnekleriyle tek tük de olsa yeni filmler eklenmeye devam ediyor fakat türün altın çağını yaşadığı yıllar Mad Max’in de etkisiyle 1980’li yıllar olsa gerek… Sinemanın zaman tünelinde bir yolculuğa çıkıp, “son büyük savaştan sonra yıkılmış dünyamıza” ve “insanlığın sınırına gelmiş -hatta geçmiş- ademoğullarına” bir göz atalım.

Mad Max Serisi

blank

Listenin en başında gururla durması gereken 70’lerin sosyal mesajlarla dolu post apokaliptiklerini dönüştürerek türü bir çöl setine zımbalayan 3 filmden oluşan efsane…

İlk Mad Max filmi oldukça küçük bütçeli, iddiasız bir Avustralya filmi olarak vizyona girdi. Zor bir dünyada yol devriyesi olarak görev yapan ve kanunsuz serserilerle mücadele eden Max’in ailesini katledenlere karşı giriştiği intikam mücadelesi izleyenleri etkiledi ve film beklenmedik bir gişe bombasına dönüştü.

Çok daha geniş bütçe olanaklarıyla kotarılmış devam filmi Mad Max 2: Yol Savaşçısı (Mad Max 2 : The Road Warrior)ise daha karanlık ve stilize bir üsluba sahipti ve son savaştan sonra makinelerin çalışmasını sağlayan yegane şey olan ‘petrole’ odaklanıyordu. Bu filmin kötü adamı Lord Humongous’un (Kjell Nilsson) bile onlarca fan sitesi açıldı, Arıza Aşk (Bellflower) gibi filmlerde adı anıldı.

3. film Mad Max Beyond Thunderdome ise bir Mad Max macerasından beklentilerin artık iyice şişmiş olması sebebiyle hayal kırıklığı yarattı. Tina Turner gibi bir müzik efsanesinin de rol aldığı filmde Mel Gibson karizmasının zirvesindeydi. İçerdiği ırkçı mesajlara rağmen güçlü bir seyirlik olan Beyond Thunderdome serinin şimdilik son filmi…

Mahşer Günü / The Divide

blank

Nereden geldiği, kimin yaptığı belli olmayan bir nükleer saldırının ardından çeşitli sosyal statülerdeki bir grup apartman sakini bodrum katına sığınırlar ve kendilerini dışarıdaki dünyadan izole ederler. Bazıları dışarı çıkıp olanı biteni anlamaya çalışırken bazılarının da tek derdi bu bodrum katında kral olmaktır!

Sınır(da)/Frontière(s) ile tanıdığımız başarılı yönetmen Xavier Gens, Mahşer Günü filminde, insanın içindeki seksüel ve duygusal zorbalığı bir mikro popülasyon üzerinden aktarıyor. Post Apokaliptiği daha çok bir fon olarak kullanan filmin asıl sorusu şu: Kurallarımız olmadığında neye dönüşüyoruz? Şiddet yükü epey fazla olan bu film hem kapalı ortam gerilimlerini hem de kıyamet senaryolarını sevenler için…

Körlük / Blindness

Belirsizlikler içinde bir öykü… İnsanlığı yok eden şey ise bir bomba değil, virüs… Post apokaliptiklerin temelinde de hep bu iki etki vardır zaten.

İsimsiz bir şehirde, birdenbire bulaşıcı bir körlük salgını başlar. ‘Beyaz körlük’ olarak tabir edilen bu musibete yakalanmayan tek kişi olan “doktorun karısı”, değişen sosyolojinin sonunda nasıl bir zorbalık ve şiddet döngüsü yarattığını görür ve sevdiklerini bundan kurtarmak için harekete geçer.

Tanrıkent ile en iyi yönetmen dalında Oscar adayı olmuş Fernando Meirelles’in yönettiği film aslında bir roman uyarlaması… Romana göre zayıf bulunsa da etkileyici olmayı başarıyor. Bu hafta izleyeceğimiz Mahşer Günü’ne çok yakın bir duygusallığı var ve aynı soruyu soruyor. Biz aslında kuralları olan hayvanlar mıyız ve insanlık çöktüğünde dayanışmanın yerini yağma ve şiddet mi alacak?

Öldüren Sis / The Mist

blank

Öldüren Sis (The Mist), ilk algılama ile dünya dışı pek çok yaratıkla korkutmaya çalışan bir korku gösterisi gibi gözükse de aslında minik bir toplum modelinin dışarıdan gelen bir tehditle nasıl değişebileceğine ve bazı bireyler için nefes alma imkânı bırakmayacağına dair bir deney olarak da yorumlanabilir.

Din unsurunun insanı nasıl etkisine alıp şekillendirebileceği ve korku ile baskı kuran bireylerin meczupluktan bir anda peygambere dönüşebileceklerini 2 saat boyunca izleyene göstermeye and içmiş bir yapım.

28 Gün Sonra / 28 Days Later

blank

Maymunlara test yapılmasına karşı olan anarşist bir grup gizlice bir laboratuvara girer ve ‘rage’ adlı virüsü taşıyan bu mahlukatları serbest bırakır. O sırada olaya müdahil olan doktorlar “Dikkat! Tehlikeli bir virüs var!” dese de, olan olur ve maymunlar herkese saldırır…

28 Gün Sonra (28 Days Later) Cillian Murphy‘nin canlandırdığı Jim karakteri bir hastanede uyanır. Hastaneden çıkar ve boş sokaklara bakakalır. Evet, herkes virüs yüzünden delirerek zombileşmiştir ve çok hızlı hareket etmektedirler! İngiltere kırsalında kurulan izole edilmiş komünlere ulaşan insanlar ise daha büyük bir sorunla yüzleşmek zorundadır. İçerisi, dışarıdan daha mı tehlikeli yoksa?

“Her belanın kaynağı insandır” diyen 28 Gün Sonra, izole ortam gerilimlerine meraklılar için büyük bir ödül.

9

blank

İnsanların artık yaşamadığı bir dünyada geçen ve başkahramanı bezden bir bebek olan, karanlık ve sonuna kadar post apokaliptik bir canlandırma sineması örneği 9 adlı film. Kıyamet sonrası bir alacakaranlık öyküsü olarak çok fazla kayıp ve fazlaca şiddet barındırıyor. Şimdiye kadar 3D bir animasyonda yaratılmış en karanlık sete ve distopya fikrine sahip olan film, bu anlamda sözünü tutuyor.

‘İnsanlık sonrası dünya…’ temasının içimizi burkmakla birlikte oldukça orijinal durduğunu ve distopya olgusunu desteklediğini söyleyebiliriz. Ayrıca 9 ve diğerlerinin öyküsü, karakterleri sevmemiz ve kayıplara üzülmemizi sağlayacak güce sahip…

Vampir Cehennemi / Stake Land

blank

Vampir Cehennemi, vampirlerin neredeyse tamamen ele geçirdiği ABD’de bir grup gezginin hayatta kalma ve Kanada’nın vampirden arınmış güvenli topraklarına ulaşma çabasına odaklanmış bir film. Vampir mitine, kuzey ikliminde yaşayamayan soğukkanlı yaratıklar olmaları, bir sürüngen beynine sahip olmaları gibi ufak dokunuşlar yapan filmin asıl numarası ise vampirleri başımıza musallat edenin Hıristiyan köktendinciliği olduğunu iddia etmesi. Öyle ki, filmin bir sahnesinde “Kardeşlik” adı verilen bu tarikatın üyeleri, insanların yaşamak için kendilerini izole ettikleri kasabalardan birine helikopterle vampir atıyor! Yani yine insan insanın kurdudur hikayesi…

Cormac McCarthy’nin 2006′da yazdığı çok satan romanından üç yıl sonra beyazperdeye aktarılan The Road, post-apokaliptik bir kurguda yaşanan trajik bir yalnızlık ve mücadele öyküsü… Ama “her koşulda ayakta kalan Amerikan kahramanı” klişesinin tersine, filmin karakterleri hezimete uğramış; bütün mesele daha da düşmeden ne olursa olsun hayatta kalabilmek… Bunu yapmak için komşunuzu yemek zorunda kalsanız bile!

Filmin hikayesi kadar sanat yönetiminin ve müziklerinin de oldukça başarılı olduğunu ekleyelim.

Doomsday

Bu defa insanlığın sonunu getiren nükleer savaş değil virüs… Doomsday bu yönüyle 1970’ler post-apokaliptikleri ile daha çok benzeşiyor. Başroldeki seksi Rhona Mitra, kadın anti-kahraman rolünün altından başarıyla kalkıyor. Aslında Binbaşı Eden Sinclair karakteri, New York’tan Kaçış (Escape From New York) ile beynimize ve sinema tarihine kazınan Kurt Russell’in en iyi performansı olan “Snake Plissken” karakterinin günümüze geçirilmiş ve feminenleştirilmiş hali. Snake’e özenen aynı boyuttaki Eden’in da, Snake gibi bir gözü yok; hatta filmin başında bunu bantla kapatıyor…

Film aslına bakarsanız tam bir tür çorbası… 28 Gün Sonra (28 Days Later) gibi başlayan filmimiz, New York’dan Kaçış gibi devam ediyor ve bir anda ve ne gerek varsa Excalibur’a dönüp finalde de Mad Max olup bitiyor. Hatta arada New York’dan Kaçış’a tekrar el sallamayı ihmal etmiyor…

12 Maymun / 12 Monkeys

blank

1996’da beş milyar kişinin ölümüne neden olan bu virüs atmosferi etkilemiş, 2035 yılına gelindiğinde sadece nüfusun %1 hayatta kalmıştır. Ve bu azınlık yer altında yaşam mücadelesi vermektedir. Bilim adamları bu virüsü yok edebilmek için bir zaman makinesi yardımıyla suçluları geçmişe gönderip onlardan örnek toplamalarını istemektedirler. Mahkûm James Cole de bu insanların içindedir ve geçmişe gönderilir.Lakin zamanlamada hata yapılmıştır. Cole kendini 1990’da bir akıl hastanesinde bulur.

12 Maymun (12 Monkeys), Terry Gilliam’dan şimdiye kadar yazılmış ve çekilmiş en zeki post apokaliptik bilim kurgu olarak nitelendirilebilecek bir şaheser… 1962 yapımı La Jetee adlı kısa filmden esinlenerek çekilmiş film, izleyenler için zorlu bir deneyim, sabredenler için büyük bir ödül adeta… Bruce Willis ve Brad Pitt, “Oyuncu oynamaz, yönetmen oynatır” sözünün karşılığı olacak şekilde hayatlarının rolünü oynuyorlar.

blank

Murat Tolga Şen

Murat Tolga Şen, sinema eleştirmeni, senarist ve oyuncudur. Öteki Sinema'nın kurucusudur ve OFCS (Online Film Critics Society) üyesidir. 2012-2023 yılları arasında Medyaradar sitesinde TV sektörüne dair eleştiriler kaleme almış, 2014-2016 sezonunda Okan Bayülgen’in Dada Dandinista adlı programının yazı grubunu yönetmiştir. Ayrıca 2017-2019 yılları arasında Antalya Sinema Derneği’nin danışmanlığını yapmış ve 2014-2023 yılları arasında Eğlenceli Cinayetler Kumpanyası’nda oyunculuk yapmıştır. Şen, "Bir Notanın Hikayesi" adlı belgeselin senaryo yazarı ve "Bir İz - Madımak" belgeselinin danışmanıdır. Yazılarına Beyazperde ve Öteki Sinema'da devam etmektedir.

1 Comment Bir yanıt yazın

  1. unutulmaması gerekenler :
    Escape from New York
    Children of Men
    yenilerden de dikkate şayan işler var :
    In Time
    Oblivion

    Elysium’a gelince son zamanlarda izlediğim en başarılı tasarımları yapıp bu kadar piyasa bi film çıkarmasına çok kızdım Blomkamp ‘ın şahsen :)

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

blank

Öteki'den Haber Al

Buna da Bir Bak!

blank

Top 10: En İyi Kung Fu Filmleri

Bu dövüşler kaçmaz! Yumruklar ve uçan tekmelerle dolu hop hop
blank

Bilimkurgu Filmlerinin En Karizmatik Kadınları

Liste yapmak nedense hep hoşuma gitmiştir diyen Masis Üşenmez, bilimkurgu