Çok iyi veya kült derecesinde kötü bir işe rastlamadıkça gişe komedileri hakkında yazmamaya karar vermiştim. Murat Kepez’in yönettiği ve Eray Akyamaner ve Sıla Çetindağ ile senaryosunu yazdığı Kolonya Cumhuriyeti çok iyi diyebileceğim bir komedi filmi değil. Ama özlediğim komedi tarzından kırıntılar içeren ve yer yer yakaladığı çok iyi esprilerle izlenmeyi hak eden bir film.

blank

Hikayemiz yarımada şeklindeki bir beldede geçiyor. Peker Mengen’i(Çağlar Çorumlu)  belediye başkanı seçen masum halk kısa zaman içinde hayatlarının ne denli altüst olacağından habersiz tabii ki. (Bu hikaye nereden tanıdık geliyor bana yahu?) Başbakanın kasabayı ziyareti sırasında yalakalığın dozunu kaçıran Peker’in karşılama için denize doğru ateşlettiği toplar açık denizdeki Amerikan gemisini batırınca Türkiye ile Amerika ilişkileri geriliyor. Türkiye çareyi Peker Mengen’in belediye başkanı olduğu beldeyi topraklarının dışına atmakta buluyor. Türkiye, Beldeyi anakaraya bağlayan toprak parçasını keserek kendi toprakları dışında bir ada haline getiriyor. Belediye başkanıyken kendini aniden 5000 nüfuslu bir ülkenin devlet başkanı olarak bulan Peker, Rusya ve Çin gibi devletlere yakınlaşarak durumu kurtarmaya çalışırken işleri iyice karıştırıyor.

Filmin ilk yarısının başındaki 25-30 dakikalık uzunca bir skeci andıran bölüm oldukça iddialı, yüksek tempolu ve gerçekten çok iyi esprilerle bomba gibi bir giriş yapıyor. İster istemez insanın aklına “Filmin gerisi de böyle devam edebilir mi?” sorusu geliyor. Tabii ki edemez. En azından son yıllarda izlediğimiz daha ilk dakikadan soluğu kesilen gişe komedilerinin göz önüne aldığımızda bunu tahmin etmek zor değil. Nitekim öyle oluyor. İlk yarım saatten sonra filmin soluğu kesilmeye, espriler vulgara bağlamaya başlıyor. 2. bölüm, ilk yarım saatin üstüne çıkılan  bir kaçak kat gibi duruyor. Kötü gişe komedilerinin en önde gelen malzemesi olan “laf sokma mizahı” devreye giriyor. Bir grup insanın içinde baskın olanın ötekilere sürekli laf sokması, ama en çok da grubun en çekinik veya sıradışı üyesine(ki bizim filmimizde bu, eşcinsel eğilimli belediye çalışanı oluyor) yüklenmesi şeklinde tezahür eden ve hikayeye hiç bir katkısı olmayan bu diyaloglar ikinci bölümü durgunlaştırıp tatsız tuzsuz bir hale getiriyor. Amerikan saldırısının başladığı son bölüm ise doğal olarak daha aksiyon ağırlıklı. Ama bu bölümlerin de biraz çıtkırıldım kaldığını belirtmeliyim. Aslında gayet güzel başlayan  ilk bölüm sağlam esprileri ile önce güldürmeyi başardığı için inandırıcılıkla pek sorunu yok. Sıkıntılar esprilerin kalitesinin iyice düştüğü 2. bölümde baş gösteriyor. Bu bölümde inandırıcılığa eğilip, dramatik vurguyu öne alıp, Peker ile  Mualla’nın(Büşra Pekin) nefretten sevgiye evrilmesi gereken ilişkilerini romantik komedi tadında ön plana çıkarmak ve hatta üçkağıtçı Peker ve cadaloz Mualla’nın insani yönlerine vurgu yapmak çok faydalı olabilir ve Ajan Smith’in finali belirleyen karakter değişimine destek olabilirdi.

blank

Oyunculara gelirsek; Büşra Pekin’i bu filmde beğenmediğimi belirteyim. Filmin yıldızı ve lokomotifi tabi ki Çağlar Çorumlu. Baştan sona hiç bitmeyen enerjisi ile filmin başarılı olan kısımlarda aslan payı onun. Çağlar Çorumlu’nun bu filmdeki parlak performansının yanında genel olarak oyunculuğu hakkında da bir kaç şey söylemeden edemeyeceğim. Hani Türk komedisinde iz bırakmış tipler vardır. Örneğin büyük Vahi Öz’ün canlandırdığı Adanalı ve Kayserili tipler, muhteşem Metin Akpınar’ın canlandırdığı İç Anadolulu uyanık ve hin taşralı kapıcı/müstahdem tipi, Kemal Sunal’ın Şaban’ı Cem Yılmaz’ın gene İç Anadolulu uyanık Halıcı Arif’i ve son olarak da-ben hiç sevmesem de- Şahan Gökbakar’ın Recep İvedik’i. Komedide bu ortalama Anadolu insanının yakalanabildiği tiplemeler tutuluyor. Bu tiplemeyi doğru içerikle doldurabilenler ise Vahi Öz gibi, Metin Akpınar gibi, Kemal Sunal gibi efsane oluyor. Çağlar Çorumlu’da da aynı şeyi görüyorum. İyi taraflarıyla ve kötü taraflarıyla ortalama tiplemeyi yakalamayı başarıyor. Çağlar Çorumlu eğer Güldür Güldür şablonlarına takılıp kalmazsa ki takılmamasını canı gönülden istiyorum, onda bir Metin Akpınar potansiyeli görüyorum.

İyi başlayan, ama başladığı gibi iyi bitemeyen ama gene de Çağlar Çorumlu’nun tansiyonu hiç düşmeyen oyunculuğu ile süslediği bu film son 1 yıl içinde izlediğim iyi komedi filmlerinden biri. İlk yarım saat için, Çağlar Çorumlu’nun müthiş çabası için ve iyi komedilerin daha çok çekilmesi için bu filmi mutlaka izleyin.

blank

S. Özgür Ilgın

1977 Yılında Aydın'da doğdu. Üniversitede bir elin parmakları kadar üyesi olan Felsefe Topluluğunun çıkardığı, iki elin parmakları kadar “tirajı” olan Yitik adlı fotokopi fanzinde öykü ve albüm tanıtımları yazdı.

Blues, Heavy/Rock, Doom, Thrash, Death, Jazz ve Proggressive müziğe bayılıyor. Sergio Leone'yi David Lynch'i, Stanley Kubrick'i, Metin Erksan'ı, Ertem Eğilmez'i, Nuri Bilge Ceylan'ı, Zeki Demirkubuz'u ve Yılmaz Atadeniz'i çok seviyor, sinema ve müzik gibi eğitiminin olmadığı konularda ukalalık etmekten çok hoşlanıyor.

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

blank

Öteki'den Haber Al

Buna da Bir Bak!

blank

Nightmares in Red, White and Blue (2009)

Nightmares in Red, White and Blue, korku sinemasının bilge amcalarıyla
blank

Friday the 13th (2009)

Friday the 13th, özellikle yakaladığı görsel estetik ve serinin köklerine