Birçok yerde karşıma çıktı Korkuluk bugüne kadar. Filmle ilk aşamada duygusal bir bağ kuramadığımı ama görüntüleri iyi dediğimi hatırlıyorum. Bunun sebebi hem geride izlenecek onlarca film olması hem de yönetmen Adem Demirci’nin abartılı bir anlatımdan uzak durmasıydı elbette! Duygusal bağ kuramamak ve abartıdan uzak arka arkaya gelince olumsuz bir anlam içeriyor kabul ediyorum. Demek istediğim basitçe; aslında duygusal abartıya alıştırılmışız!
Korkuluk neredeyse tek insan üzerinden gidiyor, kocasını kaybeden kadın üzerinden. Etraf o kadar yalnız ve ıssız ki kadının kaybettiği kocasının acısını ve korkusunu taa içinde yaşaması çok doğal! Evin önüne konan ayakkabılar, dolaptan alınan kıyafetler… Kadın bağların bahçelerin içinden bir tarlaya ulaşıyor. Tarlanın ortasına dikilmiş kocaman korkuluk, onun hem kocası yerine koyacağı, hem de korkularını üzerinden atacağı bir sığınak adeta! Korkuluk adı üstünde, kadını kocasının üzerinde yarattığı baskıdan koruyacak, belki de ruhuna set çekecek görkemli bir varlık!
Demirci; kadının hayatındaki ve cenaze üzerinden gelişen kalabalığı bile ayakkabılarla anlatıyor, öyle ki adamın ayakkabılarının tersine bakan bir sürü ayakkabı, yalnız bırakılmış, fark yaratılmış… Arada kocanın görüntüleri giriyor kareye. Deniz kenarında tek başına oturan kadına, iskeleden bakan bir adam eşlik ediyor. Orayı da mesafeli tutmayı öngörmüş Demirci. Yaşamla ölüm arasını sessizce ama fark ettirerek ayırmış. O yüzden yitip giden adamın her şeyi bir Korkuluk’la özdeş hale geliyor, canını yitirmek başka bir cansızlıkla özdeşleşiyor. Bir yandan da iskele üzerindeki yosun var ki, kadının fark edip kocasını uyarmadığı, uyaramadığı… Suçlulukla beraber çok da ortaya çıkamayan, etkisini çok da seyirciye geçiremeyen bir sahne orası! Orası daha etkili geçseydi seyirciye belki kadının öfkesi, korkusu, sessizliği ve tedirginliği daha iyi dökülebilirdi suskun sahnelerin arasından! Başta dediğim abartının dozu burada biraz gerekebilirdi sanki!
Filmde hiç konuşma olmaması da görüntülere fazla anlam yüklüyor, kadının Korkuluk’u yakışı da başka bir kaçış. Kocasına ilgili yüklediği tüm anlamlar silsilesinden hatta içini kemiren suçluluk hissiyatından kurtulmak istiyor kadın, Korkuluk’ta yaşattığı kocasının hissiyatını ancak ateşe vererek yok ediyor.
Filmin renkleri doğayla özdeş derecede pastel. Filmin kasvetli havasını parlak renk ayarlarıyla kırmaya çalışmış Demirci ve bu da filme konusunun tersine daha olumlu bir hava katıyor. Damla Sönmez doğanın içinde yalnız kalan ve korkularını daha da fazla kuşanan sessiz ama öfkeli kadına başarıyla hayat veriyor. Demirci’den başka filmler de beklediğimizi ekleyelim hemen!