Türk Sinemasında 90’lı yıllardaki çöküşe kadar süren dönemde 6 bin civarında film çekilmiştir. Kesinlik belirtmeyen bu sayıya video filmleri, kısa filmler ve dizi filmler dahil değildir. Nerdeyse 90 yıllık bu süre içinde Türk Sineması melodram, güldürü, avantür, tarihi, çocuk, masal, çizgi roman uyarlaması, erotik, kovboy filmi hatta bilimkurgu kategorisine girecek filmler bile üretmiştir. Türk sinemacıları, sinemanın, izleyicinin de yönlendirmesiyle kendi içinde oluşturduğu hemen her türde eser verdiler. Fakat bu 6 bin film içinde yalnızca 3 korku filmi yer almıştır…
Bunlar, Drakula İstanbul’da (1953), Ölüler Konuşmaz ki (1970) ve Şeytan (1974) filmleridir. (Kopyası bugün bulunmayan Çığlık (1949) filminin korku türüne sokulamayacağına dair görüşler vardır. Elimizde kesin bilgiler olmadığından bu filmi kategori dışı tutmak durumundayız.)
Türk Sinemasının, en fazla film ürettiği yıllar boyunca hemen her türde çok sayıda eser vermiş olmasına rağmen 2000’li yıllara kadar korku türüne dikkat çekici ölçüde kayıtsız kalması mutlaka araştırılması gereken bir konudur.
Türkiye’de yakın zamanlara kadar korku filmlerinin çok çok az yapılmış olmasının nedenleri birkaç yayında belirtilmeye çalışıldı. Bu nedenler 4 madde halinde sıralanabilir:
[box type=”shadow” ]* Türk Sinemasında bir korku filmi atmosferi yaratmak için gerekli olan teknik altyapının; özel efekt, aydınlatma ve diğer teknolojilerin yetersizliği…
* Türk Sineması dahilindeki yapımcıların bağlı olduğu işletmecilerin, belli türlerde ve kalıplarda filmler beklemesi, ticari kaygılardan dolayı talep gören türler dışına çıkılamamış olması…
* Türk Edebiyatında korku türü olmadığından, edebiyattan beslenen sinemamızın da bu türde eser verememiş olması…
* Türk sinema seyircisinin korku türüne ilgi göstermeyeceği varsayımı…[/box]
Bu maddeler korku filmi yapımını etkileyen unsurlar olsa da yine de hiçbirisi Türk Sinemasının korku filmi üretmemiş olmasının nedeni sayılamaz. Öne sürülen bu nedenlerin geçersizliğini aşağıda tek tek ele alarak göreceğiz.
KORKUNUN TEKNİK ALTYAPISI
Korku filmleri için başka bir teknik altyapı, özel efekt, var olan aydınlatma gereçlerinden başka teknolojilere ihtiyaç olması, yalnızca bu özelliklere sahip olması gereken korku filmleri için geçerlidir. Oysa korku sineması yalnızca özel efektler ve teknolojilere bağımlı bir tür değildir. Korku türü içinde bunlara başvurmadan da üretilebilen psikolojik korku filmleri, slasher, kan revan ve doğaüstü olay filmleri de bulunur. Diğer korku türleri olan gotik korku, canavar ve iğrençliğe dayalı istismar içinde de yine bahsedilen teknolojiler kullanılmadan yapılmış pek çok film vardır. Üstelik yukarıda adı geçen üç korku filmimiz de gotik ve doğaüstü korku türündedir.
Türk Sineması teknik alt yapısı, nitelikli özel efekt kullanımı olmasa da, tüm olanaksızlıklara rağmen olağanüstü bir çabayla fantastik filmler; tarihi filmler, bilimkurgu filmleri, kovboy filmleri, süper kahraman filmleri çekmeye girişebilmiştir. Bunların sayısı azımsanmayacak boyuttadır. Dolayısıyla korku filmi çekilmemesinin nedeni sinemamızın teknik yetersizliğinde aranamaz. 1953 yılında “Drakula İstanbul’da” filmi özellikle Drakula’nın şatosunda geçen bölümlerde müthiş başarılı bir atmosfer yaratmayı başarmış, cama kafa atan yarasa ve havada kendiliğinden hareket eden tabut kapağı gibi özel efektleri uygulayabilmiştir.
“Ölüler Konuşamaz ki” hemen hemen her yönüyle son derece özensiz yapılmış bir film olmasına rağmen bazı sahnelerinde izleyeni irkiltecek anlar barındırabilmiştir. “Şeytan” filmi de yatağın havaya kalkması, oyuncunun yatay halde havada durması, yine özel bir düzenekle ağızdan kusmuk çıkarılması gibi efektleri gerçekleştirmiş, pek çok sahnesinde korku filmleri için gerekli olan huzursuz edici atmosferi yaratabilmiştir. Türk Sineması, var olan olanaklarıyla bir korku filminin gerekliliklerini yerine getirebileceğini kanıtlamıştır.
Tüm olanaksızlıklara rağmen bazıları dünya sinemasında bile görülmemiş, bazıları akıllara zarar, bazıları da çok ilginç ve yetkin anlatımlar barındıran fantastik türde filmler üreten sinemamız, nasıl olup da teknik yetersizlikten ötürü korku filmi üretmemiş olur? Sinemamızın korku filmi çekecek yeterlilikte teknik altyapıya sahip olmadığı söylemi tamamen geçersizdir.
İŞLETMECİLER… İŞLETMECİLERİMİZ
Sinemaya yön veren işletmeciler yukarıda sayılan fantastik türlerdeki filmleri kabul etmişlerdir de korku filmi yapılmasını engellemişler midir? Üstelik ortada korku filmi yapılıp başarısızlığa uğramış bir örnek de yokken bu engelleme nasıl olmuş olabilir? İlk diyebileceğimiz “Drakula İstanbul’da” filminin yapımcısı Turgut Demirağ filmin gişede çok başarılı olduğunu söylemiştir. Yani bir korku filminin para kazandıracağını gösteren bir örnek işletmecilerin de yapımcıların da önünde bulunuyordu. “Ölüler Konuşmaz ki” filminin başarısızlığı, dağınık senaryosu ve yeniden kurgulanmaya muhtaç sahneleriyle zaten kaçınılmaz olmuştur. “Şeytan” filmi de para kazandırmış, yalnızca beklenen büyük ilgiyi görmediği için hayal kırıklığı yaratmıştır.
Drakula İstanbul’da filminin ticari başarısı hakkında Anadolu işletmecilerinin düşüncelerini bilmemekle birlikte, filmin Dracula romanı/filmlerini ve efsanesini bilen bir kitleye hitap ettiği de açıktır. Vampirlikle ilgili Türk kültüründe de pek çok anlatılar olmasına rağmen “Drakula İstanbul’da” kaynağını Batı edebiyatından alan bir filmdi. Bu yüzden belki filmin, Anadolu’nun daha eğitimsiz kırsal kesimlerinde o kadar da çok ilgi çekmemiş olduğu düşünülebilir. Bu da her zaman en çok iş yapan türlerde filmler isteyen Anadolu işletmecilerinin korku filmi talep etmelerini engellemiş olabilir. Fakat önemli bir ayrıntı bu varsayımın da yanlış olduğunu bize gösterir.
Türk Sineması İtalyan Sinemasından etkilenerek kovboy filmleri çekmiştir. İlk kovboy filmimiz 1962 tarihlidir. Ama Anadolu işletmecilerinin kovboy filmi talebi asıl 1971’de Çeko filminin başarısı üzerine olmuştur. Bu durumda nerdeyse 10 yıl boyunca Türk Sineması, Anadolu işletmecilerinin özel talebi olmadan da kovboy filmleri üretmeye devam edebilmiştir.
O dönemde Türk Sineması içinde bulunmuş her sinemacıdan “O zamanlar Adana isterdi biz de yapardık” sözü duyulur. Sinemacılarımızın Adana’dan gelen istekler dışında filmler üretmesi ve “Çık aradan Adana” demesi, Türk Sinemasının ekonomik yapısı dahilinde kolay bir şey değildi. Fakat büyük şehirlerde oynatmak üzere değil de diğer yerleri hedef alan düşük bütçeli korku filmleri yapmaya da girişilmemiştir. Oysa korku türünde bu tip düşük bütçeli filmler de yapılsaydı, olası ilgiyi gören işletmecilerin kovboy filmleri örneğinde olduğu gibi, bu türü de talep edeceği apaçıktır. Dolayısıyla korku filmi yapılmamasının nedeni, işletmecilerin taleplerinde de aranamaz.
Sinemacıların çok sevilen ve garanti formüllerin dışına çıkmak istemediği için korku filmleri yapılmadığını söylemenin de geçerli bir dayanağı yoktur. Türk Sineması ilk fantastik filmlerini, süper kahraman filmlerini, kovboy filmlerini ve çizgi roman uyarlamalarını yaparken de bunlar garanti formüller değil, sinemamız için ilklerdi. Ama sinemacılarımız bundan çekinmeyip bu türleri denediler ve yapmaya devam ettiler. Böylece korku türünde bir filmin iş yapmayacağı endişesi gibi nedenler de anlamsızdır.
SÜPER KAHRAMAN VE KOVBOY EDEBİYATIMIZ
Gösterilen bir diğer neden, Türk Edebiyatında korku türünün olmaması ve sinemamızın bundan beslenemediğidir. Türk sinemacılarının Türk Edebiyatından yoğun olarak uyarlama yaptıkları doğrudur ama yabancı edebiyattan, yabancı tiyatro eserlerinden ve elbette sayısız çarpı sayısız kez yabancı filmlerden de uyarlama yapmışlardır. Türk Sinemasının bir zaman işbirliği yaptığı İtalyan Sineması, korku sineması üzerine çok önemli, özgün örnekler vermiş, “giallo” adıyla kendi korku alt türünü bile oluşturmuştur. Ama Türk Sineması İtalyan Sinemasından korku türü anlamında hiç etkilenmemiştir.
İtalyan Sinemasının spagetti western türü çokça alınıp kullanılmış ve uzun yıllar ticari başarı sağlanmışken aynı sinemanın oluşturduğu korku sineması neden örnek alınmamış olabilir? Bu filmlerden bazılarının yapımının büyük paralar gerektirdiği veya içeriklerinin yoğun Hıristiyanlık öğeleri barındırdığı söylense bile, sinemacılarımız kıvrak zekalarıyla bu zorlukların üstesinden gelerek kendi koşullarına göre uyarlamalar yapabileceklerini pek çok kez kanıtlamışlardır.
Edebiyatımızda o güne kadar pelerinli süper kahramanlar, kovboylar, uzaylılar olmadığı da bir gerçektir. Türk Sineması tüm bu fantastik filmleri üretirken Türk Edebiyatından değil, Türkiye’de de çok sevilmiş yabancı örneklerden yararlanmıştır. Öyleyse korku filmi noksanlığı, Türk Edebiyatına da bağlanamaz.
SEYİRCİ KORKU FİLMİ İZLEMEK İSTEMİYOR MU?
Korku türü Türk seyircisi için tehlikeli mi bulunmuştu? Eğitimsiz naif seyircinin korkarak sinemadan kaçacağı mı düşünülmüştü? Türkiye’deki sinemaseverler korku filmi görmek istemiyor muydu?.. Bu soruların kendileri bile gülünçtür. Türkiye’de gösterime giren dünyaca ünlü korku filmleri de, daha ucuz ve kötü korku filmleri de diğer türlerdeki kadar izlenmiştir. Sinemaların kapılarını pencerelerini kırarak izlenen bir korku filmi örneği olmaması, halkın bu filmlere hiç ilgi göstermediği anlamını taşımaz. Bu yüzden Türk sinema seyircisinin korku filmi izlemek istemediğini düşünmenin dayanakları -günümüzdeki ilgi de göz önüne alındığında- çok zayıftır.
Korku olumsuz bir duygudur ama onu tamamen de reddetmeyiz. Günlük hayatta korkudan uzak durmaya gayret etmemize rağmen çoğu kimse için, içten içe güvende olduklarını bildikleri sürece zevk duyulan bir histir korku. Bununla birlikte üzülmek, kahırlara boğulmak da olumsuz bir duygudur ama Türk sinema seyircisi salya sümük ağlayacağı, her türlü duygu sömürüsüne uğrayacağı, “birkaç gün kendine gelemeyeceği” acıklı melodramlara koşa koşa gitmiştir. Tabi ki korku filmleri yarattığı dehşet duygularının gücünden dolayı herkesin izleyebileceği yapımlar değildir. Bu türe daha çok gençler talep gösterirler. Ama bu tüm dünyada böyledir ve toplam sinema seyircisinin büyük çoğunluğunu da bu gençler oluşturur. Türkiye’deki sinema seyirci demografisi bundan farklı değildir.
Tüm bunlara ek olarak bin yıllardır anlatılagelen masallarımızın ve efsanelerimizin pek çoğunun korku öğeleriyle dolup taştığını belirtmek gerekir. İnsanlarımız arasında dedikodu gibi yayılan korku öyküleri ve anlatıları, her tarihte görülen ve yaşadığımız bilgi çağında bile devam eden bir olgudur. Seyircilerin o dönemde Türk korku sinemasından hoşlanmamasını gerektirecek hiçbir veri yoktur.
Böylece Türk Sinemasında korku filmi yapılmamasının nedenleri olarak ileri sürülen savların tümünün geçersiz olduğu görülüyor. Türk Sineması isterse her türden filmi yapabileceğini kanıtlamıştır. Öyleyse korku türünü deneyen sinemacılarımızın sayısı son yıllara kadar neden bir elin parmağını geçmedi? Bunun apaçık tek bir nedeni vardır: Sinemacılarımız korku türüne hiç ilgi duymamışlardır…
TÜRK SİNEMASININ ÇÖKÜŞÜ
1973 yılında sinemamız o zamanki verilere göre 208 film üretmiştir. Bu filmlerin yapımı için 138 milyon lira harcanmış, seyircinin oldukça azalmasına rağmen filmler toplamda 250 milyon lira gelir elde etmiştir. Fakat oldukça fazla olan film sayısı ve gelire rağmen Sinemamızın yıkıma doğru gittiğinin sinyalleri çoktan görülmeye başlamıştı. Türk filmlerine giden seyirci sayısında hızlı düşüşler yaşanıyordu ve pek çok yapımevi ve sinema salonu kapanmaya başlamıştı bile. O yıl yüksek sayıda üretilen filmleri göstermeye yetecek sinema salonu bulunamıyordu.
Seyirciler eskisi gibi Türk filmlerine ve “star”lı filmlere rağbet etmiyor, yabancı filmlere yöneliyordu. Adana işletmecileri de bu tarihten sonra yabancı filmler gösterme kararı almışlardı. 1974 yılında seyircilerin Türk filmlerinden hızla uzaklaşmaya başlamasını değerlendiren bir işletmeci “Geçen yıl 36 film şirketi ya gerçek ya da dolaylı şekilde iflas etmiştir. Birçok işletmecinin bu iflas eden şirketlerde parası yok olmuştur. Bunun yanı sıra seyircinin azalmasına sebep olarak bizler kalitesizliği görüyoruz. Çevrilen 208 filmin içinde bildiğiniz gibi bir tanesi Taşkent’te ödüle layık görüldü (Fatma Girik’in Kızgın Toprak filmiyle aldığı En İyi Kadın Oyuncu Ödülü’nden bahsediyor.) Diğerlerini bizde seyirciye göstermeye utanıyoruz. Ama ne yapalım, ya para yatırmış oluyoruz ya da bir yerde mecbur oluyoruz almaya. Seyircinin azalması diye bir şey yok; pekala yabancı filmlere geliyorlar. Hatta televizyonun olduğu geceler dahi boş sıra kalmıyor. Bundan da şu anlaşılıyor: televizyon etkilememiştir sinemayı bizce, kalitesiz yapımlar etkilemiştir. Aynı konuları, aynı kişilere başka başka yönlerden çevirtip sunmak, sonunda seyirciyi böyle küstürür.” (19.07.1974 – Ortadoğu)
Adını vermemiş olan bu işletmecinin festival filmi ve kaliteli yapım sevdası göz yaşartıcıdır. Aynı konuların aynı aktörlerle çekilip durduğundan yakınan işletmecilerimiz yıllarca yapımevlerine film sipariş ederken “Türkan Şoray’lı aşk filmi, Ayhan Işık’lı macera filmi” yani aynı konulu, aynı aktörlerin oynadığı filmler istediler. İşletmecilerin yakındıkları seyirci azalmasının nedeni işletmecilerin ta kendisi ve daha genelde Türk Sinemasının o yıllarda kurmuş olduğu ekonomik yapının sakatlığıdır. Yine de bu sözler bazı gerçekleri ortaya koyuyor: Sinema seyircisi o dönemde asla sinemadan uzaklaşmamış ama Türk filmleri yerine yabancı filmleri tercih eder olmuşlardır.
Yerli filmler, her zaman seyircinin ilk seçimidir. Kendi kültürlerinden çıkmış bir yapımın vereceği yerli yapımlara özgü kültürel, toplumsal, sanatsal hazzı yabancı filmler asla veremezler. Ama belli bir süre aynı filmlerin iş yapıyor olmasını tüm yapımcılar yanlış okumuşlardır. Türk sinema seyircisi hele ki başka yabancı örnekler de görüyorken, yerinde sayan bir sinemanın, kendilerini yolunacak kaz, parası kolayca alınacak bir kitle olarak görmesine tepki göstermişlerdir.
Böyle bir ortamda sinemamızın ayakta kalması için televizyonun ve yabancı filmlerin sunamayacağı eserler üretme ve yeni yatırımlar yapma yoluna gitmek gerekiyordu. Ama Türk Sinemasının bu yenilenme için seçtiği yol yine kolaycılık oldu. 70’li yılların ikinci yarısında giderek artan erotik filmler ve arabesk şarkılar üzerine kurulu klip-filmler elde kalan sinemaları doldurdu. Türk Sinemasının dayandığı en önemli kitle olan aileler, kadınlar ve çocukları göz ardı eden bu eğilim, yalnızca lümpen erkek seyircilere hitap ederek, sinemamızın daha da küçülmesine neden oldu. On yıl içinde pek çok sinemacı sektörden uzaklaştı. 90’lara gelindiğinde Türk Sineması artık film üretemez hale gelmişti.
Oysa bu dönemde sinemacılar için doğru dürüst hiç denemedikleri korku ve gerilim sinemasına yönelmek belki de iyi bir çözüm olabilir, oluşturulan yeni solukla insanların Türk Sinemasıyla ilgili düşmüş olan heyecanları yeniden yükseltilebilirdi. Hatta televizyonda sansürsüz gösterilemeyecek korku ve gerilim içeren örnekler sinemayı canlı tutmaya yarayabilirdi…
KORKU SİNEMASI
Korku filmleri dünya sineması için her zaman kazançlı yapımlar olageldi. Bu filmler uzun yıllar entelijansiya tarafından ciddiye alınmamış ve bu durum yapımcılara yansımış olsa da korku filmleri üretilmeye ve çokça izlenmeye devam ediyordu. Çünkü seyirciler bir korku filminden ne alacaklarını diğer türlerde olduğu gibi az çok bilirler. Bu filmler korkmanın zevkini tattırmayı vaat eder ve tanıdık anlatımları tercih etme eğiliminde olan seyircileri kolayca çekerler.
Korku türü bu yüzden dünyada ticari sinemanın dayanak noktalarından biridir. Korku severler bu türe sadık olan kitlelerdir. Türk sineması böyle sadık bir seyirci kitlesi oluşturmamakla büyük bir potansiyeli harcamıştır. Günümüzde Türkiye’de üretilen filmlerin önemli bir kısmını korku filmleri oluşturuyor. Türk korku filmlerini takip eden sadık bir kitle oluşmuş durumda ve talebe karşılık vermek üzere korku türünde filmlerin yapımı da giderek artıyor.
1940’lı yıllarda yoğun olarak gösterilip uyarlanmış olan Mısır melodramları sinemamızın oluşumunda etkili olmuştu. Bu yönelim, talep sürdükçe Türk sinemasında uzun yıllar devam eden bir gelenek oluşturdu. Türk Sinemasında üretilen diğer fantastik sinema türleri bile bu yaklaşımın izlerini taşırlar. Korku türünün ise bu yaklaşıma uzak bulunduğu söylenebilir ama korku filmi yapılmak istenseydi benzer kalıplar bu türe de uyarlanabilirdi. Korku yadsınan, 2. sınıf bir tür olarak görüldüyse, herhalde bilimkurgu, kovboy, süper kahraman filmlerinin de sinemamızda el üstünde tutulmadığı açıktır.
Korku filmleri yaşattıkları heyecan ve dehşet duyguları yanında toplumsal olayları, çatışmaları, hükümet politikalarını sansüre yakalanmadan anlatabilecek en uygun türlerden biri sayılır. Ülkemiz tarihi sıkça toplumsal olayların, devrimlerin, askeri darbelerin, savaşların, ekonomik bunalımların yaşandığı bir zaman dilimidir. Toplumu ve insanları bütün olarak etkileyen katliamlar, ölümler, işkenceler, felaketler, yoksunlukların yol açtığı acılar; bu konularda yapılmış tarihi, melodram veya güldürüler dışında asıl olarak korku ve gerilim türünün yetkinlikle kullanacağı olgulardır. Daha da önemlisi, bu olayların insanların iç dünyalarında geriye itilen korkular oluşturmasıdır. Korku filmleri, kişisel korkular dışında, toplumdaki sürekli çalkantıların yarattığı korkuları ortaya koyarak, toplumun o korkuyla güven içinde yüzleşmesini de sağlar. Ama bu olayları korku türünde ele almak yine kimsenin aklına gelmemiş veya uygulanmamıştır.
Sinemacılarımız korku filmlerine neden ilgi duymadılar? Bunu korku türüne pek yakın olmamalarına ve hatta pek de sevmemelerine dayandırmak naif bir düşüncedir. Ama eğer ilgi duyup yapmak isteselerdi şu an elimizde o dönemde çekilmiş çok daha fazla korku filmi olurdu. Tarihimizde ve sözlü edebiyatımızdaki sayısız korku öğesi, anlatısı, masal ve hikayeleri kullanılmamış, günümüz Türk korku filmlerinin üzerine kurulduğu dinsel korku öğelerine dokunulmamıştır. Yapılan 3 film de özgün yaratımlar değil, yabancı kaynaklardan beslenmiş uyarlamalardır.
Yukarıda anlatıldığı gibi korku sineması tüm sinema seyircilerini hedef almaz. Ama kovboy filmleri, süper kahraman ve diğer çizgi roman uyarlamaları ve bilimkurgular da öyledir. Sinemacılarımız bu türleri sevmişler ve uygulamışlar ama korku filmlerinden açıkça “korkmuşlardır”.
Çok doğru bir gözlem ve yazınız için teşekkurler. Yazınınızın sonunda konu bir soru şeklinde kalmış. Dolayısıyla bende kendimce düşüncemi yazmak istedim. Türk sinemacıları korku filmlerine rağbet etmemişlerdir ve dediğiniz gibi son dönem varlığı gösteren ve gişe yapan korku filmleride orjinalinin remake gibidir. Neden korku filmi çekmezler, bence 2 cevabı var.
1. si gişe yapmaz, biz Türk ler kahkaha severiz, korku değil. Bu yüzden hiçbir yapımcı risk alıp sinemada gişe yapmayacak bir filmi çekmez. Çünkü Türkiye de film veya sanat diyelim, sanat için değil para için yapılır. Getirisi olmayan bir ticarete devlet bile teşvik vermiyor! :) Hal böyle olunca bir sürü abuk sabuk film sinemalarda gişe yapmaya çalışıyor. Düşük bütçe, bol kahkaha, çok kazanç denkleminde korku sineması yok.
2. si efekteler veya bütçeler v.s. teknik altyapı yetersizliğinden değil senaryo gibi filmin temel malzemesini üretememek. Ne eskiden nede şimdi özgün bir seneryo yazacak hayagücüne sahip yazarımız olmadı.
Aslında hakikat korkutmak için büyük bütçelere, özel efektelere ihtiyaç olmaması. Onlar filmin öğesidir. Yazının sonunda da belirtildiği gibi ”Tarihimizde ve sözlü edebiyatımızdaki sayısız korku öğesi, anlatısı, masal ve hikayeleri kullanılmamış” tır. Bir Anadolu kültü olan ‘Alkarası-Albasması’ nı örnek verebilirim. Bu gibi konulara seneryo yazıp filme aktarmak yerine ucuza kaçarak başka filmlerden toplama Dabbe ve Semum filmlerini herkes seyretti. Demek ki potansiyel var. Demek ki seyirci böyle istiyor. Demek ki biz bunu hakediyoruz. Ne yazık ki seyirci zemini Türkiye de böyle.