Öteki Sinema olarak yeni bir yazı dizisiyle karşınızdayız. Bu yazı dizisinde kısa film yönetmenleri kendi filmlerinin yapım sürecini anlatacaklar. Fikir aşamasından festival sürecinin sonuna kadar geçen zamandaki deneyimlerini, yaşadıkları zorlukları bu zorlukların nasıl üstesinden geldiklerini okuyacaksınız.
Ben bu yazı dizisinin çok faydalı olacağını düşünüyorum. Film yapmanın formülünün olmadığını, her filmin kendi dinamikleri olduğunu bu yazı dizisiyle daha iyi anladım.
Damla Güçer ve Dilara Balcı’nın birlikte yönettikleri Körler Müessesesi filminin yapım hikayesini Damla Güçer’in kaleminden okuyabilirsiniz.
[box type=”shadow” align=”” class=”” width=””]
Ben Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi’nde öğrenciyken ablam bana bir kısa film fikri bulduğunu söyledi. Buluşup çaylarımızı yudumlarken aniden bana dönüp “Bir adam var ve ne yaparsa yapsın karısını göremiyor” diye lafa girdi. Ardından detayları anlattı ve film üzerine hayaller kurmaya başladık o an. Yani film henüz kağıt üzerinde bile değilken biz çoktan kafamızın içinde hikayeyi çekip açılarını, atmosferini, mekanını, hatta oyuncularını belirleyip kurgulamıştık bile. Ben o kadar heyecanlıydım ki “hadi bir an önce çekelim ve kurtulalım” dedim. Hemen çektik demek isterdim ama uygun şartlar bir buçuk-iki yıl sonra oluştu. Ablam hikayeyi yazıp bana gönderdiğinde finalde ve Eylül karakterinde bir takım sorunlar daha doğrusu belirsizlikler vardı. Önce fikir alışverişinde bulunup o sorunları giderdik. Eylül Basri’nin gözünde görünmez bir karakter olsa da seyirci Eylül’ün orada olduğunu bilerek izlemeliydi bu filmi. Yani “Görmese de görmeliydi”. Bu yüzden ona da bir meslek verdik. Kısaca görünmez bir insanı olabildiğince görünür kılmaya çalıştık. Hatta arkadaşlarımdan bir kaçı “Ee Eylül’ü kim oynayacak” dediklerinde Eylül’ü gerçek anlamda var ettiğimizi anladık. “İletişimsizlik” gibi soyut bir kavramı, somutlaştırarak anlatmanın bir yolunu denedik. Ardından belirsiz olan final kısmını da bulduk bir şekilde. Eğer anlattığımız şey aile içi iletişimsizlik olacaksa bu iletişimsizliğin doğal olarak tek taraflı değil, iki taraflı olması gerekiyordu. Bu yüzden Eylül’ün de aslında en başından beri Basri’yi göremediğini ve duyamadığını gösterirsek film amacına ulaşmış olacaktı.
Hikaye oluşturma aşamasından sonra senaryo aşamasına geçebildim nihayetinde. Senaryoyu kısa zamanda bitirmiştim ama tabii ki yine kurgusunda ve süresinde bir takım sıkıntılar doğmadı değil. Ablamla fikir alışverişleri sonucunda senaryo da son şeklini aldı böylelikle. Artık kağıt üzerinde her şey tamamdı. Yalnızca tek bir cümle eksikti, o da filmin adı. İsim bulma konusunda her zaman zorlanmışımdır zaten. Film çekimi, ön hazırlık ve kurgu aşamalarında ablamla hiç birbirimize ters düşmemiştik. İki yönetmenli filmlerde genelde birbirlerine ters düşen hatta küsüp bir daha konuşmayan insanlar hep duyarsınız. Fakat biz öyle değildik. Sadece tek bir konuda ters düştük. O da filmin ismi. Onun bulduklarını ben beğenmedim, benim bulduklarımı da o beğenmedi. Senaryo başlıksız halde ekip arkadaşlarıma dağıtıldı. Ekip arkadaşlarım aynı zamanda üniversite, lise ve ilkokul yıllarımda edindiğim arkadaşlarımdan oluşuyordu. E yönetmenliğini de ablamla paylaşıyorum zaten. Bizden uyumlu ekip yoktu desem yeridir. Arkadaşlarım senaryoyu okuyadursun, ablamla ve filmin görüntü yönetmeni Hüseyin Çamtepe ile birlikte oturup storyboard ve çekim senaryosunu oluşturduk. Hatta çekim senaryosu oluşturduğumuz hafta birkaç sahnenin içeriğini bile değiştirdik. Çünkü storyboardla birlikte, film git gide canlanmaya başlıyordu. Kara kalemle görsele dökülen her sahne bize senaryonun fazla kapalı mekanlarda geçtiğini göstermiş oldu. Bu yüzden bazı mekanları içeriğe göre tekrar düzenledik. Böyle yaparsak daha nefes alan bir senaryoya dönüşebileceği kanısına vardık. Böylece senaryoya yeni bir sahne daha eklenmiş oldu. O da paintball sahnesiydi. O sahne konuya ve karakterlerin ruh haline cuk oturdu. Derken mekan ve oyuncu arayışlarına girdik. Basri karakterini Öner Erkan oynasa ne kadar güzel olur diye hayaller kurduğumuzu hatırlarım. Cesaretimi toplayıp Öner Erkan’a ulaştım. Senaryoyu mail adresine atıp beklemeye koyuldum. Film çekmek zordur ama beklemek daha zor… Bir kez daha anlamış oldum. Öner Erkan, gergin bekleyiş sonunda cevap verdi. Seve seve oynayacağını söyledi. Tabi havalara uçtuk. Artık oyuncumuz da hazırdı. Diğer oyuncuları da pek zorlanmadan bulduk. İzmir’de öğrencilere seve seve yardım eden fazlasıyla iyi yürekli oyuncular var. Bizim oyuncularımız o dediğim türden insanlardı. Mekan bulmak konusunda da çok zorlanmadım. Restoran, göz doktoru, paintball sahası, ofis… Hepsinin sahipleri de inanılmaz derecede anlayışlı, yardımsever ve sıcakkanlı insanlardı. Asla karşı çıkmadan, istediğim tarihte gelip çekebileceğimi söylediler. Uygun bir ofis bulmak konusunda şanssızlık yaşadım ilk başta. Bazen her şey yolunda gitmeyebilir. İstediğim ofiste çekim yapmak için yetkililere ağlasam da yalvarsam da dilekçeler yazıp inat edip soğukta kapıda beklesem de olmayınca olmuyormuş, bunu da görmüş oldum. Ama neticede içime sinen ofisi yine ablamın bir arkadaşı sayesinde bulduk. Dedim ya, sanki herkes “biri film çekse de ona yardım etsek” diye hazırda bekler gibiydi. Kimse kullandığımız mekanlar için tek kuruş para istemedi bizden. Ya da hiçbir oyuncu emeğinin karşılığını para olarak almadı. Filmin güzel çıkması ve festivallerde irili ufaklı sonuçlar elde etmesi herkese yetti de arttı bile.
Tüm bunların yanında en önemli mekan tabii ki evdi. Hikayenin yüzde sekseni evde geçiyordu çünkü. Filmin yardımcı yönetmeni Demet Sever, bana evini açtı. Hatta o evi kafama göre sanat yönetmenliğini paylaştığım arkadaşımla dekore etmeme bile izin verdi. Biz, imkansızlıklardan çeşitli imkanlar doğurduk. İstediğimiz gibi bir ev bulamayınca kolları sıvadık mecburen. Ekip arkadaşlarımın birkaçıyla gidip sanat tasarımı için alışverişler yaptık. Perdeler, koltuk kılıfları, lambalar, duvar kağıtları… Kısaca evi konuya uygun atmosfere sokabilmek için ne gerekiyorsa onları aldık. Cebimizden elbette belirli bir miktar kaçınılmaz şekilde çıkacaktı. Bizim herhangi bir sponsorumuz olmadı. Kültür bakanlığına da başvurmamıştık. Bu nedenle filmin yapımcılığını annem üstlendi. Yetirebildiği kadarını yetirmeye çalıştık. Ben çok sevdiğim baterimi satmak zorunda kaldım. Film ekip yemekleri, yol paraları ve tüm bu saydığım sanat alışverişleriyle beraber aşağı yukarı 4 bin liraya mal oldu. Elbette bütün bunları kış günü yaptığımız için hastalanmak kaçınılmaz sonumuzdu.
Ekipmanların birkaçını Yaşar Üniversitesi’nden temin ettik. Artık her şeyimiz tamamdı. Çekim takviminin gösterdiği ilk günü heyecanla beklemeye koyulduk. Doğum anını bekler gibiydi bizim için. Çekimler sırasında disiplini kimse elden bırakmadı. Film bir hafta içinde sorunsuz diyebileceğimiz şekilde tamamlandı. Ardından kurgusunu tamamladık. Ses miksajı ve özgün müzikleri tahminimizden de uzun sürdü; yaklaşık bir ay. Kurgu aşamasında filmin tek eksiği olan ismini düşünmeye başladık. Sözlükler karıştırdım, ekip arkadaşlarımla, ablamla beyin fırtınaları yaptım. En sonunda Körler Müessesesi ismine karar verdik. Ardından festival yolculuğu başladı. Festivalleri takip edip uygun festivallere yollamak bambaşka ve oldukça mesai gerektiren bir işmiş, bunu da hep birlikte görmüş olduk.
Tüm bu aşamalarda fazlasıyla yoruldum elbette. Uykusuz geçen günlerim de oldu, kusursuz giden şansımın an gelip tepe taklak döndüğü de. Film istediğimiz gibi tamamlanacak mı düşüncesi de oldukça gergin bir ruh haline sokmuştu beni. Ama film için yaptığım her hamle artı bir deneyim olarak geri döndü bana. Hikaye kurulumu aşamasından kurguda çıkış aşamasına kadar geçen yaklaşık iki buçuk ayın sonunda hayalimizde canlandırdığımız filmi oturup hep beraber izlemenin keyfine vardığımda “iyi ki” demenin ne kadar gurur verici olduğunu anladım.[/box]
[box type=”info” align=”” class=”” width=””]
Damla Güçer Kimdir?
26 Kasım 1990, İzmir doğumlu. Lise eğitimini Konak Anadolu Lisesi’nde tamamladıktan sonra 2009 yılında Muğla Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü’nü kazandı. Bir dönem boyunca orada okuduktan sonra eğitimini yarım bırakarak İzmir’e geri döndü ve 2010 yılında Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Film Tasarımı Bölümü ve Yazarlık Ana Sanat Dalı’nı kazandı. Buradaki eğitim dönemi boyunca üç tane kısa film çalışması oldu. Bunlardan sonuncu olan, 2015 yılında çektiği Körler Müessesesi adlı film Altın Çınar Kısa Film Festivali’nde finalist olurken Çukurova Üniversitesi Kısa Film Festivali’nden de en iyi oyuncu ödülünü kazandı.
Dilara Balcı Kimdir?
1985 yılında İzmir’de doğdu. Üniversite eğitimine 2003 yılında Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Sinema-TV bölümünde başladı. Lisans öğrenimi boyunca Metin Erksan, Memduh Ün, Duygu Sağıroğlu, Feyzi Tuna, Serdar Akar, Nedim Otyam, İlhan Arakon gibi sinemacılardan dersler aldı. Bu süre içinde aralarında çeşitli festivallerde gösterimleri gerçekleşen kısa film çalışmaları gerçekleştirdi. 2008 yılında mezun olmasına kadar geçen sürede televizyon yapımlarında reji ve kurgu asistanı olarak çalıştı. 2009 yılında Marmara Üniversitesi, Sinema Bilim Dalı’nda tezli yüksek lisans programına başladı. 2010 yılında Yaşar Üniversitesi, Film Tasarımı Bölümü’nün araştırma görevlisi kadrosuna dahil oldu. 2011 yılında yüksek lisans eğitimini tamamlamasını, Marmara Üniversitesi, Sinema Bilim Dalı’nda doktora programına başlaması izledi. Şu an doktora eğitimine ve Yaşar Üniversitesi’ndeki görevine devam etmektedir. Yeşilçam’da Öteki Olmak ve Feyzi Tuna Her Film Bir İmtihandır isimli kitapları yayımlanmıştır.
Körler Müessesesi’nin Katıldığı ve Ödül Aldığı Festivaller
http://www.kameraarkasi.org/yonetmenler/damlagucer.html[/box]
[box type=”note” align=”” class=”” width=””]
Not: Sizler de festivallere katılan filmlerinizin yapım hikayesini bu yazı dizisine eklemek isterseniz serdar@antalyasinemadernegi.org adresi üzerinden iletişim kurabilirsiniz.[/box]