Meryl Streep ve Dustin Hoffman’ın oyunculuk resitali sundukları Kramer Kramer’e Karşı’yı (Kramer vs. Kramer, 1979) uzun yıllar sonra tekrar seyrettim, bir kez daha hayran kaldım. Sinematografisinden kurgusuna, senaryosundan oyunculuklarına kadar dört dörtlük bir film. Sadece Streep ve Hoffman değil, yardımcı oyuncular Jane Alexander (Margaret Phelps), Howard Duff (John Shaunessy), George Coe (Jim O’Connor) ve hatta Billy’yi oynayan çocuk aktör Justin Henry de müthiş oynamış. Robert Benton bir orkestra şefi gibi mükemmel bir yönetim sergilemiş.
Tabii yıllar sonra filmi tekrar seyredince bu sefer başka noktaları dikkatimi çekti. Öncelikle anne-baba arasında kurduğu o hassas denge. 1970’lerin Amerikan filmlerinde ana karakterlerden birinin ortadan kaybolup, epeyce uzun bir süre sonra tekrar ortaya çıktığına sıkça şahit olursunuz, bu biraz Vietnam Savaşı’nın etkisi gibi gelir bana. The Getaway (1972), The Exorcist (1973), The Godfather Part II (1974), Jaws (1975) ilk aklıma gelen örnekler… Tabii bir süreliğine sırra kadem basan genelde erkek olur. Kramer Kramer’e Karşı’da Joanna kayboluyor, biraz da Jeanne Moreau veya Ingrid Bergman tarzında, arkada bir eş ve çocuk bırakma pahasına kalbinin sesini dinleyerek…
Kramer Kramer’e Karşı’yı güncel kılan öğelerden biri, Joanna’yı yargılamanıza imkân vermemesi. Evet, anne iç sesini dinleyip küçük oğlunu ve kocasını bırakıp gidiyor, üstelik çok uzunca bir süreliğine ama onun gidişinin ardında yatan gerekçeler daha açılış sahnesinden başlayarak ufak ufak serpiştirilip (Ted’in ailesine karşı ilgisizliği, tek çocuğunun kaçıncı sınıfta okuduğunu bile bilmemesi, kahvaltıya ve market alışverişine yardım etmek gibi en basitinden ev içi sorumluluklardan bile başından beri kaçınmış olması vs.), mahkeme sahnesinde o kadar açık bir şekilde veriliyor ki bir tarafı tutup, diğer tarafı suçlamak yerine kendinizi bu insanları anlamaya çalışırken buluyorsunuz. Benton anlatıyı o kadar sade ve sahici bir dille yapılandırıyor ki filmdeki herkes sanki yarın sokakta karşılaşacakmışsınız gibi ete kemiğe bürünüyor. Joanna kürsüdeyken Ted’in mimiklerine dikkat edin, sizi bir anda duygudan duyguya sürükleyiveriyor. Öykü ilerledikçe Joanna’nın kişiliksizleştirilmeye dur dediğini hatta isyan ettiğini anlıyorsunuz, küçük Billy’ye hem annelik hem babalık eden Ted de sonunda bu konudaki sorumluluğunu kabul ediyor. Karşımızda karton karakterler değil, değişmeye çabalayan, adapte olan ve zamanla kişiliğini bulan modern ve karmaşık bireyler var. Filmin en güçlü yanlarından biri, ana karakterlerinin bu derinlikli ve çok-boyutlu hâli.
Filmin hoşuma giden bir diğer yönü, geçen zamanı bize hissettirme şekli oldu. Ted’in ne zamandır Billy’yle tek başına ilgilendiğini ya da Joanna şehre döndükten sonra hangi aralıklarla Ted’le temasa geçtiğini senaryoya sıkıştırılmış küçük detaylardan (Ted’in Margaret ile yaptığı konuşmalar, Ted’in iş yerindeki gelişmeler, Ted’in ebeveynlikte ustalaşmasından, Billy’nin duvarında asılı olan kâğıtlardan vs.) ve bazen de keskin mevsim geçişlerinden anlıyoruz. Bahar ve kış geçişleri sinematografide kendini belli eden kontrastlarla ortaya konuyor. Görüntü yönetmeni Nestor Almendros’un A Man With a Camera adlı hatıratından öğrendiğimiz kadarıyla, Robert Benton iç mekânlarda sade ama iyi düşünülmüş bir tasarımı (mesela Billy’nin odasındaki duvarlarda Maigret tarzını) yeğlese de mevsim geçişlerinde biraz daha iddialı tarzlara (Piero della Francesca gibi) göz kırpıyor. Ted’in Central Park’ta Billy’ye bisiklet sürmeyi öğrettiği o neşeli sahneyi gözünüzün önüne getiriniz. Almendros anılarında, filmi çekerken Midnight Cowboy, Panic in Needle Park ve The French Connection gibi meşhur yapımlardaki hırpani kent görünümünden özellikle kaçındıklarını, Annie Hall, An Unmarried Woman ve Manhattan gibi filmlerdeki orta sınıf New York’unu yakalamaya çalıştıklarını söylüyor, tabii filmin realist tonuna herhangi bir halel getirmeden. Bence bunu başardıkları kesin. Kramer Kramer’e Karşı, 1970’li yılların görsel açıdan yetkin bir şekilde resmedilmiş en iyi New York öykülerinden biri.
Filmin uyarlandığı Avery Corman romanını buldum ama henüz okuyamadım, okuduğumda daha detaylı bir yazı yazabilirim. Şimdilik bu kadar. Dokuz dalda Oscar’a aday gösterilip beşini (En İyi Film, En İyi Yönetmen, En İyi Uyarlama Senaryo, En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu, En İyi Erkek Oyuncu) eve götüren bu filmi kaçırmayın. Nasıl bir film mi? Terrific!
Öteki Sinema için yazan: Ertan Tunç
En iyi kadın oyuncu ödülünü almadı film yardımcı oyuncu ödülünü aldı kadın oyuncu o yıl Sally field secildi
Çok teşekkürler, düzelttik.