“If we do meet again, why, we shall smile;
If not, why then this parting was well made.”
-Julius Caesar (William Shakespeare)
Baştan söyleyeyim, bu yazıda Stanley Kubrick’in 2001: A Space Odyssey (2001: Uzay Yolu Macerası, 1968) adlı şaheserinin finali açıklanacaktır. Filmi henüz seyretmemiş ve/veya ilk iki kitabı okumamış olanların bu yazıyı okumamasını öneririm.
30 Haziran 2018’in ilk dakikalarında Eyes On Cinema’nın Twitter adresi (@RealEOC), Stanley Kubrick’in bizzat ağzından 2001: A Space Odyssey’in finalini yorumladığı bir kaydı paylaştı. İlgili kayıtta Japon TV programcısı Jun’ich Yaoi, Stanley Kubrick’i telefonla arıyor ve Japon halkının çok sevdiği 2001’in finalinin ne manaya geldiğini merak ettiğini belirtip yönetmenden bu sonu izah etmesini istiyordu. Başta biraz nazlanan Kubrick, 2001’in finalinin ne manaya geldiğini bütün berraklığıyla anlatıveriyordu. Konuşmanın yer aldığı video kaydı bir anda internette bomba etkisi yarattı ve küresel çapta anormal bir etkileşim almaya başladı. Sanırım Türkiye’de ilk paylaşımda bulunanlardan biri de ben oldum. Yalnız, ses kaydının Stanley Kubrick’in olup olmadığına dair sosyal medya üzerinden birdenbire bir tartışma başladı. Acaba ses kaydı bir taklit miydi?
Aynı gece, yukarıdaki paylaşımdan kısa bir süre sonra Cinephilia&Beyond’un resmî Twitter adresi (@LaFamiliaFilm), ülkesinde hayli popüler bir yapımcı olan Jun’ich Yaoi’nin hazırladığı ve ilk kez ortaya çıkan Kubrick belgeselinin VHS kaydının tamamını YouTube üzerinden yayınlayıverdi. Ben kısa kaydı ilk dinlediğimde aklımda çok ama çok az bir şüphe kalmıştı, %99 Kubrick olduğuna inanıyordum. Kendimce dayanaklarım şunlardı: Uzun süredir Kubrick Sineması üzerinde çalıştığım için hakkında internette bulabildiğim tüm ses ve görüntü kayıtlarını dinlemeye çalışmıştım. Vurgu, tonlama, ses rengi ve konuşma Kubrick’e aşırı benziyordu. İkinci olarak, anlattıkları akla yatkın geliyordu, romanla büyük ölçüde uyum içindeydi ve Kubrick’in burada söylediği şeyleri daha önce verdiği bir mülakatta neredeyse aynen aktardığını biliyordum çünkü hem Robert P. Kolker’in o muazzam A Cinema of Loneliness’ının 116. sayfasında “the human cage” (Ertan Yılmaz hocanın çevirisinde “insan kafesi” olarak geçiyor, sayfa 109) ifadesi geçiyordu, hem de yine Kolker’in editörlüğünde hayata geçirilen “2001: A Space Odyssey: New Essays” adlı kitaptaki James Gilbert’ın kaleme aldığı “Auteur with a Capital A” adlı makalede “insanların tutulduğu, hastaneyi andıran bir hayvanat bahçesi” (a human zoo approximating a hospital) tanımının bizzat Kubrick’in kendi ifadesi olduğu belirtiliyordu. Ayrıca Arthur C. Clarke, 2001: Uzay Efsanesi kitabının devamı niteliğindeki 2010: Uzay Efsanesi 2 adlı kitabında Bowman’ın yaşadığı deneyimi tekrar anlatırken “üç milyon yıl önce kurulmuş dev bir tuzağa yakalandığını” (orijinal kitaptaki ifade “caught in a gigantic trap, set three million years ago”) ve “kozmik bir hayvanat bahçesi”ndeki (orijinal kitaptaki ifade “cosmic zoo”) bir kafeste (“cage”) olduğunu yazıyordu. Ses kaydı bu bilgileri teyit edip şüphe bulutlarını tümüyle ortadan kaldırıyordu.
Bu kayıtta şaşırtıcı olan (ve beni ve birçok Kubrick hayranını heyecanlandıran) şey, yepyeni bir bakış açısı yaratıyor olması değildi, genellikle bu konuları kamuya açık platformlarda konuşmaktan kaçınan ve bu konuda çok ama çok ketum olarak tanınan Stanley Kubrick’in filmin finaliyle kitabın finali arasında örtüşme olduğunu şahsen kabul ettiği bir ses kaydının ortaya çıkmış olmasıydı. Yani bizi sevindiren; daha önce hiç duyulmamış inanılmaz farklı bir şey öğrenmiş olmamız değildi, Kubrick’in en makul seçeneği teyidi ve onun dışındaki yorumları (Freudyen, Lacangil ya da her neyse işte) taca çıkarmış olmasıydı. Tabii o gece paylaşımlar yapılınca kitabı okumuş olan (yerli/yabancı) takipçiler, biraz da ön bilgiden kaynaklı kibirle “Nesi var ki bunun? Kitabın finali işte!” edebiyatı yapmaya başladılar. Halbuki filmin finaliyle kitabın finali arasında yer yer büyük farklar olduğunu en iyi onlar biliyordur. “Ben biliyordum zaten” diyebilmenin verdiği ayrı bir haz olduğunu da kabul etmek lazım. Anlıyorum ama peki nasıl oluyordu da kitabı okuyan herkes her haltı tepeden tırnağa eksiksiz bilmesine rağmen onca sinema yazarı, onca akademisyen ve onca filozof on yıllardır Stanley Kubrick’in 2001: A Space Odyssey’inin finalini farklı farklı yorumlamaya devam ediyordu? Şimdi bu önemli konuyu açalım çünkü bu yazıyı sırf bu yüzden yazıyorum.
Yazıya paylaşımın akabindeki gün başladım ama uzun sürdü, gecikme için özür dilerim. Hafızamın bana oyun oynamasının önüne geçmek için Arthur Clarke’ın 2001 ve devamındaki 2010 romanını tekrar okumak istedim. Türkçe versiyonları okuyalı çok uzun zaman olmuştu, bu sefer bir şeyi atlamamak için İngilizce versiyonlarını okudum ve Türkçeleriyle ifadeleri kıyasladım. Ayrıca Kubrick hakkında yazılmış kitaplardan arşivimde bulunanları taradım ve elimdeki 2001 notlarına göz attım. Açıkçası birçok detayı unuttuğum için Arthur Clarke’ın The Lost Worlds of 2001’ini de tekrar okudum. Filmi baştan sona bir kez daha izledim. Son yarım saatini birkaç defa, insan kafesi sahnesini de sayısız kez izledim. Gecikmenin sebebi budur. Hadi başlayalım.
Birazdan yazacaklarım baştan sonra sürprizbozan (spoiler) içermektedir.
1928 doğumlu Stanley Kubrick; Korku ve İstek (Fear and Desire, 1953) ile Killer’s Kiss (1955) adlı ilk iki filmi (ve özel bir durum içeren 2001: A Space Odyssey) hariç tüm uzun metrajlarını filmin çekiminden önce nihai hâlini almış, basılı (yayınlanmış) bir eserden (roman ya da öykü) uyarlamıştır. Bu uyarlamaların en belirgin özelliği, orijinal eserden çok daha farklı bir yapıya sahip olmalarıdır. Çoğu, uyarlandıkları eserin detaylarını ve yazarın niyetini yok saymış, yepyeni amaçları ve derinliği olan ayrı bir eser hüviyetine bürünmüştür. Kubrick analizcilerini 2001’i yorumlarken farklı noktalara yönlendiren şey basitti: Bu roman, senaryo ile iç içe yazılmıştı. Arthur Clarke ve Stanley Kubrick her iki eseri de birbirlerini karşılıklı olarak besleyerek aynı anda (eş anlı) yazdılar. Kararları birlikte verdiler. Eserdeki her detaya aynı ölçüde vakıftılar. Kimse kimseden bir şey gizlemedi. Arthur Clarke’ın The Lost Worlds Of 2001 (2001’in Kayıp Dünyaları) adlı günlük tarzındaki çalışmasından, eserin gelişimini net bir şekilde öğrenebiliyoruz. Her şeyi birlikte yaptılar. Roman da senaryo ile aşağı yukarı aynı günlerde bitti ama roman, filmden dört ay sonra yayınlandı. Lakin Stanley Kubrick, romanda yer alan çok sayıda öğeyi filmde kullanmadı, bazı bölümleri ise şaşırtıcı boyutlarda değiştirdi.
Nihai hâlini alıp basılan roman ile film (çekim senaryosu) arasında hatırı sayılır farklar vardır. Dr. Floyd’un işlevi, HAL’ın hisleri olup olmadığına dair konuşmalar, HAL’daki sorunun asıl nedeni ve Monolith’in yapısı ve ölçüleri gibi. En çarpıcı olanlardan biri, Clarke’ın Ay Gözcüsü adını verdiği maymun adamın (“ape man” ya da “man ape” MoonWatcher) romanda Monolith (Tektaş) tarafından bir tür eğitime tabii tutulmasıdır. Bu bizi “üst-bilinç” diyebileceğimiz dünya dışı varlığın üç milyon yıllık bir deney yaptığı sonucuna götürür. Kubrick ise bu noktaları eksiltme yoluyla muğlak bırakır ve kısa çözümlerle dünya dışı varlıklar tarafından silah kullanması öğretilen alt-türün silahından nükleer silahlara geçiş yapar. İnsanlığın gelişimi ve medeniyetin inşası uzaylılar (extra terrestrial) tarafından tetiklenmiştir. Maymun adam (artık silah olarak kullandığı) kemiği gökyüzüne fırlatır ve milyonlarca yıllık gelişimin en ileri aşamasını görürüz. O uzaydakiler uydu falan değildir, onlar nükleer bombadır. Türkçe çeviride net anlaşılmıyor ama ilk romanın finalinde Yıldız Çocuk (Star Child) dünyanın yörüngesinde belirdiğinde ilk işi, filmin açılışında gösterilen o bombaları (yazarın deyimiyle “ölüm kargoları/cargo of death”) yok etmek olur. Gelelim finale…
Stanley Kubrick finali de romana kıyasla muğlak bırakır, üstelik farklı yorumlar doğmasına yol açan bir dizi değişiklik yapar. Yönetmen William Friedkin’in de dediği gibi 2001’in en önemli özelliği, içerdiği anlam karmaşası yani muğlaklıktır (ambiguity). Filmden herkes yanındakiyle ayrılır. 2001’in finalindeki değişikliklerin bir kısmı teknik sebeplerden kaynaklanır. Örneğin; Stanley Kubrick, Douglas Trumbull’ın başında olduğu özel efekt biriminin Satürn gezegeninin renk tayflarını (o muazzam renkli halkaları) istediği gibi yapamadığı için tatmin olmaz ve kitaptaki önemli bir karşılaşmayı mecburen baypas eder. Satürn görüntüleri inandırıcı değildir. Kitapta uzay gemisi Discovery, hızını arttırabilmek için Jüpiter’in yerçekimsel alanını kullanarak Satürn’e gider. Monolith (Tektaş) ile üçüncü karşılaşma Satürn’ün uydusu Japetus’ta gerçekleşir. Bu seferki devasa boyutlardadır (devam kitabının asıl konusu). Kubrick ise Satürn problemi yüzünden finali mecburen Jüpiter’e taşır, TMA-1’in büyük biraderi (big brother) olan iki kilometrelik Monolith’i (Tektaş) ise göstermez. O inanılmaz boyutlardaki (bazıları şehir boyunda) araçlardan oluşan görkemli uzay gemisi filosunun (daha doğrusu kalıntılarının/artıklarının) yer aldığı yıldızlararası ticaretin buluşma noktası olma ihtimali taşıyan olağanüstü limanı da (bir nevi uzay gemisi çöplüğü) göremeyiz. Filmde, Clarke’ın Yıldız Kapısı (Stargate) adını verdiği ve bir çeşit geçiş kapısı (portal) niteliği taşıyan Tektaş sayesinde doğrudan Jüpiter’e gideriz.
Yıldız Kapısı’ndan geçiş sahnesinden sonra Bowman kendini doğrudan doğruya “misafirhane”de bulur. Bu noktadan itibaren Kubrick, kitapta yer almayan birkaç değişiklik yapar. Burası yani kozmik “insan hayvanat-bahçesi” (human zoo), ki buna “insanat bahçesi” diyebiliriz, 16. Louis mimarisini yansıtan bir ev görünümündedir. Konuk kendisini iyi hissetsin diye tasarlanmış özel bir yerdir. Kitapta mimari açıdan böyle bir değerlendirme yoktur. Romanda ABD’deki bir otel süitine benzediği söylenir hatta süitte görüntülü telefon, televizyon, elektrikli fırın ve buzdolabı da vardır. Dolaplarda Bowman için bırakılmış kıyafetler ve iç çamaşırları vardır hatta bunun bir tür zekâ testi olabileceğini düşünen Bowman, astronot giysisini çıkartıp üstünü değiştirir. Kitapta Bowman odaları gezer ama aç ve susuz olduğu için mutfağa da girer, mutfakta mavi bir maddeden yapılmış, yumuşak, nemli ama son derece lezzetli bir gıda maddesi ile su hariç hiçbir şey yoktur. Mesela bira kutuları vardır ama sahtedir yani içinde bira yoktur. Filmde bu detaylar yer almaz. Mutfağı görmeyiz, dolap içlerini görmeyiz, Bowman sadece banyoya girer. Filmi romandan ayıran detaylar sıklaşmaya başlamıştır. Romanda Bowman’ın odasında bir tür televizyon vardır, onu açar, kanalların birinde odanın tasarımının birebir alındığı bir dizi oynuyordur. Bowman’a bir ağırlık çöker, yatağa uzanır ve uyur. Kitapta, Bowman’ın geçirdiği dönüşüm (ki bilinci açıkken gördüğü özel bir rüya gibidir ve kendi yaşlı hâlini de görür) o uyurken olur. Kubrick ise dehşet verici başka bir yöntem izler. Bowman, farklı yaşlardaki hâllerine bizzat şahitlik eder, en sonunda da ölüp yeniden doğumuna! İlgili süreçten sonra üst-insan (“übermensch”) yani Yıldız Çocuk doğar. Tıpkı önceki üst yaşam formlarında olduğu gibi farklı bir bilinç düzeyine erişir ve tıpkı kendinden öncekiler gibi bir tür (vücudu olmayan, çıplak gözle görülmeyen) tanrıya dönüşür, ikinci kitapta yani 2010’da Arthur Clarke bu forma “embriyo tanrı” (embryo god) adını veriyor. Üç milyon yıllık deneyin ilk büyük aşaması başarıyla sona ermiştir.
Bazı uzmanlar, filmin finalindeki değişikliklerin bilinçli olarak yapıldığını düşündükleri için Stanley Kubrick’in farklı bir mesaj vermek istediğini düşünmekte haklıydılar. Hele söz konusu kişi Kubrick ise tesadüfe pek yer olmadığını herkes bilir. Örneğin Stalker (İz Sürücü, 1979) filminde, kitapta öylece geçiştirilen “kıyma makinesi” bölümünü son derece farklı gördüğümüzde bunu tesadüfe bağlayamayız. Anlatı denetiminin olağanüstü boyutlara ulaştığı Andrey Tarkovski, Michelangelo Antonioni, Ingmar Bergman ve Stanley Kubrick filmlerinde bu tip değişikliklerin ardında bir neden yattığını düşünmemiz son derece normaldir. Mesela Kubrick’in 2001 filminde Bowman’ın insanat bahçesinde gözüktüğü beş noktayı birleştirdiğinizde yıldız biçiminde bir şekil oluşur. Kubrick sineması böyle şaşırtıcı gizemlerle doludur. Sanırım ne demek istediğimi anlamışsınızdır. Filmdeki misafirhanenin tasarımı, odadaki olay dizilimi ve görselleştirme romanın bize aktardığından farklıydı. Mesela en basiti, romanda tek besin maddesi mavi bir gıda ve tek içecek su iken filmde Bowman’ı bambaşka bir yemek yerken ve bir içkiyi yudumlarken görüyoruz. Kubrick sinemasını iyi tanıyan birinin bunu tesadüfe yorması güçtür. O nedenle bugüne kadar birçok araştırmacı başka başka teoriler üretmişlerdi. Ses kaydı bunlara büyük ölçüde son verdi. Önemi budur.
Şimdilik bu kadar. Hayatta en çok sevdiğim bilim kurgulardan biri olan 2001: A Space Odyssey (2001: Uzay Yolu Macerası, 1968) hakkında sonra bir yazı daha yazacağım ama ne zaman olur, bilmiyorum. Belli olmaz. O yüzden “Tekrar karşılaşacak olursak, gülümseyelim. Karşılaşamazsak, bu iyi bir veda.”
Öteki Sinema için yazan: Ertan Tunç
[box type=”shadow” align=”” class=”” width=””]
KAYNAKLAR
- Bristow, Daniel. “2001: A Space Odyssey And Lacanian Psychoanalytic Theory”, 2017. Palgrave Macmillan, İsviçre.
- Clarke, Arthur C. “2001: A Space Odyssey”
- Clarke, Arthur C. “2010: Odyssey Two”
- Clarke, Arthur C. “The Lost Worlds of 2001”
- Kolker, Robert. “A Cinema of Loneliness”, 2011. (dördüncü baskı), Oxford University Press, ABD.
- Kolker, Robert P. “Yalnızlık Sineması”, 1999. (çeviren: Ertan Yılmaz), Öteki Yayınevi, Türkiye.
- Kolker, Robert. (editör) “2001: A Space Odyssey: New Essays”, 2006. Oxford University Press, ABD.
- https://www.imdb.com/name/nm0000040/
- https://www.youtube.com/watch?v=er_o82OMlNM&t=40s
[/box]