Herhalde döneminin en azılı paranoyaklarından biri kabul edilen Phillip K. Dick’in öykülerine harman ettiği o ürkütücü gelecek tablosunun içine çoktan girdik bile! Hakkında atıp tutmaktan, karalamaktan pek bir haz aldığımız sosyal medyanın içerisinde yaşıyoruz artık. İşlerimizi, dostlarımızı, hayatlarımızı hibe ettiğimiz bu mecradaki en önemli kaygımız ise daha çok beğenilmek, daha çok sevilmek… Sevilmek, sevilmek eeee biraz daha sevilmek!
Geçtiğimiz hafta vizyona giren ve yönetmen koltuğuna Nacho Vigolando’nun oturduğu siber gerilim taşlaması Open Windows örneğinde de olduğu gibi mesele “sosyal medya aşırı kakadır!” çıkarımından biraz daha vahim gibi. Böyle bir durumda modern çağın yabanisi haline gelen biz fanilerin, sözüm ona kişisel duyarsızlıklarından daha büyük bir trajedi var ortada! O da günden güne bu mecradaki kontrolümüzü daha fazla yitirdiğimiz ve daha kolay kontrol edilebilir bir kıvama geldiğimiz gerçeğine alışmamız. Öyle ya! Milenyumun başında internette vakit geçirmeyi televizyon karşısında zaman öldürmek ile takas eden o “bilinçli” kitle; şu an internet karşısına ve çoğunlukla da kendisine sunulan “yönlendirilmiş” bir içeriğin peşinden giderek katlettiği vaktinin vebalini üzerine alabiliyor mu?
Şimdi direksiyonu kırıp, gazı Merantau tayfasının yapımcılığını üstlendiği Killers filmine doğru kökleyelim. Malumunuz bu ekip, The Raid gibisinden son yılların en deli fişek aksiyon filmine imza atmakla kalmayıp pencak silat tekniğinin de dünyada daha büyük bir kitle tarafından bilinip sevilmesine ön ayak oldu. Tabi yapımcıların vizyonundan ziyade Gareth Evans’ın kişisel yetenekleriyle bezeli olan seri ile Kimo Stamboel ve Timo Tjahjanto ikilisinin yönetmen koltuğuna oturduğu Killers’ın en önemli ortak noktası her iki filmin de izleyiciyi kıskaca alan etkileyici “an”lar yaratabilme konusundaki başarısı sanırım.
Killers’ın kumaşını, yukarıda edebiyat yırttığım “sosyal medya gevelemesine” dikmek gerekirse eğer; Takuji Ushiyama’nın kaleme aldığı bu dört başı mamur snuff mahsulünün, şu sıralar burnumunuz dibine kadar sokulan ve sadece bir tık uzağımızda duran katliamlar ile rahatlıkla ilişkilendirebiliriz. Bir dönem sadece arızalı meraklılar için paketlenen snuff filmlerin, internet sayesinde, sansüre takılmadan bilmem kaç yüz bin kişiye ulaşması oldukça kolay artık. Üstelik bundan rahatsız olma eşiğini çoktan geçmiş olmamız bir tarafa, monitör karşısında bir şeyler atıştırırken bile izleyebileceğimiz kadar normalleşmesi; sapkınlık olarak anılan snuff kültürünün bizi ensemizden yakaladığının da acı bir göstergesi değil mi?
Killers’ın öyküsü bir nevi bu “ulaşılabilirlik” üzerinden işliyor aslında. Hayat kadınlarıyla cinsel birliktelik yaşadıktan sonra, evinin ücra köşesine kurduğu portatif bir stüdyoda işkence yaparak öldüren ve çektiği videoları internet üzerinde paylaşan Nomura ile tanışıyoruz önce. Fakat Nomura’nın paylaştığı bu videolar, kendisini sosyal mecra üzerinden takip eden kameraman Bayu’nun ilgisini çekmeye başlıyor. Kısa süre içerisinde Nomura’nın en önemli takipçilerinden biri haline gelen Bayu, bu sıra dışı psikopatın bol kanlı snuff şovu sayesinde kendi karanlık tarafını da keşfetmeye başlıyor.
Ushiyama’nın öyküsü ilk etapta, “iki katil tanışırsa ne olur?” ana başlığına indirgenecek basitlikte görünse de; hikâyenin astronomik sayılabilecek seyir süresi içerisinde bu iki arızalı karakterin tüm sapkınlıklarına yavaş yavaş ışık tutuyor. Çok geçmeden, Nomura’nın sadist icraatlarını gölgede bırakmayı başaran Bayu; döktüğü her damla kan ile birlikte, suç dünyasının cenderesi içine girmeye başlıyor. Öykünün başarısının sırrıysa, bu iki katilin mutlak hezeyanlarına giden tüm yolculuk evrelerinin içini başarılı bir biçimde doldurabilme manevralarında yatıyor!
Filmin neredeyse tüm karakterlerine işleyen karanlık ruh; tıpkı Spider Man’in en büyük baş ağrılarından biri olan Venom misali tüm karakterlere sırayla yapışıyo. Hatta kaba bir rota çizecek olursak eğer, vebanın sahibi olan Nomura’dan etraftaki herkese yavaş yavaş bulaşıyor. Önce Bayu giriyor bu hastalığın etkisine, sonraysa kendi halinde bir çiçekçi olan, fakat güler yüzünün ardında, erkek kardeşini öldürmek isteyen bir başka kadını saklayan Hisae… Zaten Ushiyama’nın kaşıdığı kısım artık Asya sinemasında bile suyu çıkan “hangimiz günahsızız ki?” klişesi oluyor biraz da…
Zifiri atmosferine rağmen Killers bir noktadan sonra snuff ifşasından ziyade yer yer “istismar filmi parodisine” dönüşüyor. Tjahjanto ve Stamboel ikilisinin filme eklemlediği mizah bileşenlerinin, seyir lezzetini arttırdığı ortada! Aslında göründüğünden çok daha kasvetli bir öyküyü perdeye taşırken, mizahi manevralar ile filmi güzel bir biçimde esnetmiş ikili. Bu çeşni katkısıyla birlikte de ortaya klişelerle barışık olmasına rağmen, çarpıcılığından taviz vermeyen cinsten “Sosyal medyanın snuff kültürüyle imtihanı” temalı bir gerilim örneği çıkmış ortaya!
Killers’ın, gelişim evresi zamana yayılan iki ana karakteri, alabildiğine dengeli bir biçimde işleniyor. Burada baş psikopatımız Kazuki Kitamura’nın başarılı sayılabilecek “soğuk seri katil” profilinin filme katkısını yadsıyamayız elbette. Aynı şeyleri, sessiz bir kaybedenden, gözü dönmüş bir psikopata evirilen Bayu karakteri için söylemek ne kadar doğru bilinmez. Endonezyalı aktör Oka Antara’nın bu zorlu görevi yerine getirirken yer yer tökezlediği gözlerden kaçmıyor. Filmin sürpriz yumurtasıysa hiç kuşkusuz sapkın avukat rolünü hızlıca dolduran aktör Epy Kusnandar… Son yıllarda ABC’s Of Death, V/H/S 2 ve The Raid: Berandal gibi filmlerle birlikte art arda perdede canlandırdığı arızalı karakterle dikkat çeken Kusnandar’ın Killers’da biraz daha yer almasını istemek ayıp değil hani!
Son tahlilde, Killers bir gerilim başyapıtı değil belki ama kesinlikle türün yüz akı örneklerinden biri. Hele ki Bayu’nun mafya fedailerinden sıvışmaya çalıştığı o müthiş kovalamaca sahnesi, filmi özel kılan “an”lardan biri olarak iyi kotarılmış bir aksiyon güzellemesi de sunuyor. Her ikisi de şu an için ayrı yönlere gidecek olan yönetmenler Tjahjanto ve Stamboel için son derece iyi bir başlangıç, temiz(!!!) bir iş birliği!