Hayatta en sevdiğim kadın oyuncu Bette Davis. Bence o eşsiz fiziği, mükemmel diksiyonu ve rollerine kattığı inandırıcılık düzeyiyle her performansıyla devleşen ve bu nedenle de, eğer aktrisler için öyle bir zirve varsa, o zirvede yalnız başına oturan bir kadın.

Kanımca ondan hemen sonra gelen grup bir düzine kadar sağlam kadın oyuncudan oluşuyor, bunlardan biri de Delphine Seyrig. Seyrig sadece sinemada değil, tiyatroda da fırtına gibi esmiş, zamanla Fransa’daki sanat camiasının en saygın kişiliklerinden biri olarak kabul görmüş çok önemli bir aktris. Sinefiller Seyrig’i gösterime girdiği zamanlar bir tür yer sarsıntısı etkisi yapan Luis Buñuel, Joseph Losey ve Alain Resnais filmlerinden zaten tanıyorlardır ama onun sinema tarihine en büyük katkısı hiç kuşkusuz feminist sinemanın yükselen değerlerine (Chantal Akerman, Marguerite Duras vb.) verdiği destektir. Bunun dışında aklına yatan, kendi oyunculuk performansını ortaya koyabileceğini inandığı rolleri de geri çevirmemiş. İyi ki de geri çevirmemiş dediğimiz rollerden birisi de Harry Kümel’in kült vampir filmi “Daughters of Darkness” (Les lèvres rouges, 1971).

Daughters of Darkness“Daughters of Darkness” (1971) ülkemizde “Kırmızı Dudaklar” adıyla 1973 yılında gösterime giren nev-i şahsına münhasır bir lezbiyen vampir filmi, açık-saçık sahneleri de çok. Ama sakın öyle aklınıza Jesús Franco’nun “Vampyros Lesbos”u (1971), “Female Vampire”ı (1975) gibi kör gözüm parmağına istismar filmleri, yok efendim Jean Rollin’in o sayısız dişi vampir filmleri gibi derme çatma şeyler gelmesin. “Daughters of Darkness” (1971) gerek farklı okumalara olanak tanıyan derinlikli senaryosu, gerek oyunculukları (özellikle rolüne mistik bir boyut katan Seyrig), gerek müzikleri (François de Roubaix’nin hafızalara kazınan hipnotik tınıları) gerekse sahne tasarımı ve görüntü yönetimiyle eli yüzü düzgün, kalburüstü bir vampir filmi.

Herşeyden önce bu filmde müthiş bir estetik var. Mekan seçimleri mükemmel. Sanat yönetmeni Françoise Hardy’ye ve kostümcü Bernard Perris’e büyük iş düşmüş, onlar da alnının akıyla bu işten sıyrılmışlar. Ama asıl büyük alkış yönetmen Harry Kümel’in (ve Fons Rademakers’in) fetiş görüntü yönetmeni Eduard van der Enden’e. O ne muazzam bir görüntü ve renk çalışmasıdır öyle. “Daughters of Darkness”ın birçok sahnesinde mükemmel fotoğraflar yakalamak mümkün, mükemmel derken daha çok Stanley Kubrick, Peter Greenaway ve Paul Thomas Anderson sinemasında gördüğümüz tarzda bir yetkinlikten bahsediyorum. Özellikle otel sahneleri olağanüstü çekilmiş. Kapalı mekanların tamamında usta daha çok durağan kameraları yeğlemiş öte yandan vücudunda tek bir damla kan kalmayan genç kızın cesedinin evinden çıkarıldığı sahnede daha dinamik bir yöntem deniyor. Film boyunca (trende, lobide, kral dairesinde ve yanındaki diğer odada, şehirde vb.) çok farklı kamera açılarının kullanıldığına şahit oluyoruz. Eduard van der Enden’in aynı yıl efsanevi komedyen Jacques Tati’nin “Trafic” (1971) filminde de benzer kalitede bir görüntü çalışması ortaya koyduğunu not düşelim. Van der Enden’e diğer Hümel filmlerinde ve Rademakers filmlerinde çok sağlam işler çıkardığını zaten biliyoruz. Yani, demem o ki, “Daughters of Darkness”daki (1971) görüntü çalışması tesadüf değil. İyi hazırlanılmış, iyi çekilmiş, iyi renklendirilmiş bir film bu.

4e5beaf9-2bbb-4cc7-b269-668ae351c8a0

Tabii tüm bunları biraraya getiren ve ortaya benzersiz bir vampir filmi çıkmasını sağlayan yönetmen Harry Kümel’e de bir parantez açmak lazım. Kümel filmi sadece estetik açıdan yükseltmiyor, hipnotik bir anlatım metodu tercih ederek, şüphe ve izolasyonun yarattığı “deliliğe” seyircisini de ortak kılacak bir anlatı ortaya koyuyor. Kümel’in inandırıcılığa sekte vurulmasını engelleyen bir yönetim tarzı olduğunu öne sürmek mümkün. Sahneler birbirine iyi bağlanmış, seyirci yer yer yeni bilgilere başroldeki Stefan’ın (ya da oteldeki ilk sahnede olduğu gibi Valerie’nin) bir adım önünde vakıf oluyor. Kısmen Hitchcockyen bir gerilim etkisi taşıdığı açık ama her zaman böyle değil, bazen cinayetleri karakterler de önceden gazeteden falan öğrenebiliyorlar. Bizim de birçok karakterin (Valerie, Kontes, Pierre vb.) kimliğini ve işlevini anakarakterle aynı anda öğrendiğimiz oluyor. Öte yandan benim filmde asıl sevdiğim olay, iki kişi arasında yaşanan gerilimlerin ve yakınlaşmaların (Stefan-Valerie, Kontes-Pierre, Lady Chilton-Valerie, Kontes-Stefan, Kontes-Ilona vb.) yarattığı rahatsız edici atmosferin tüm filme dengeli bir şekilde yayılıyor oluşu. Bu yöntem sayesinde, irkiltici, tekinsiz atmosfer tüm hikayeyi kucaklamış oluyor. Film boyunca dikkatiniz hiç dağılmıyor, merak duygunuzu bir an olsun yitirmiyorsunuz. Kümel, çok az sayıdaki ana karakter arasındaki çapraz ilişkileri (korku ve erotizm bağlamında) sıkılaştırıp, sağlamlaştırıyor. Dramatik çatıyı büyük ölçüde ayakta tutan da bu oluyor.

Pierre Drouot, Harry Kümel, Jean Ferry yazdığı ve Manfred R. Köhler’in katkıda bulunduğu senaryonun, hikayenin karakterlerinin ve karakterlerinin motivasyonlarını yansıtmaktan sonraki en büyük başarısı, ekonomik diyalog kullanımı. Senaryo fazla dağılmadan istediği yere gizem bulutlarını yığıp, istediği yerde berraklaşıyor. Kontes’in otele gelişini ele alalım. İşte çok iyi yazılmış bir sahne. Arabayla gelirler, şoförü ve yardımcısı Ilona önde, Kontes’i ilk etapta görmeyiz çünkü arkada oturmaktadır. Arka camlar perdeli. Arka kapı açılır, Kontes’in çizmelerini görürüz, derken kamera onu aşağıdan yukarı doğru süzer ve yüzüne yaklaşır. Yüzünü kısmen görürüz, kıyafeti yüzünü örtmektedir. “İlk ben gireyim” der yardımcısına Kontes buyurgan bir tavırla, ve ekler “sen valizlerimizle ilgilen”. “Burada tüm kontrol bende” der gibidir. Delphine Seyrig tüm asaleti ve göz kamaştıran güzelliğiyle oteli şereflendirir. Yaşlı resepsiyonist (otel görevlisi/yetkilisi) Kontes’i görünce kilitlenir, eli ayağına dolaşır, kelimeleri birbirine karıştırmaya başlar. Adeta kekeliyordur. “Kusura bakmayın” der resepsiyonist, “sizi çok eskiden gördüğüm birine benzettim, ama bu mümkün değil” der. Kontes bir yandan kendine hayretler içinde bakan bir yandan da kayıt defteriyle uğraşmakta olan resepsiyoniste gözlerini diker. Resepsiyonist “Ben çok küçükken burada belboydum, o zamanlar gelen bir müşteriyi anımsattınız” der. “Adını hatırlıyor olabilir misiniz” der Kontes. “Kontes Elizabeth Bathory” diye cevap verir resepsiyonist. Kontes de “şaka yapıyor olmalısınız, bu benim adım” der. Aralarında bir-iki diyalog daha geçer ve Kontes, aniden, tıpkı omuzdan düşen ağır bir yük gibi, resepsiyoniste (aslında bilmiyor olması gereken) adıyla hitap eder. Hiç beklemediği bir anda kendisine ilk/ön adıyla hitap edilen resepsiyonist Pierre bir anda şok geçirir. Eğer bu filmi ilk kez izliyorsanız, siz de! Bunda anlaşılmayacak bir şey yoktur. Güzeller güzeli Vampir Kraliçe otele teşrif etmiştir. Filmin bundan sonrasında çok kan akacağını tahmin etmek güç değildir artık.

Daughters of Darkness

Filmde bir tek Valerie rolündeki Danielle Ouimet’e ısınamadım, korku ve endişelerini yansıtmakta yetersiz kalmış gibi hissettim. Öte yandan Delphine Seyrig (Kontes Bathory), John Karlen (Stefan), Andrea Rau (Ilona) ve Paul Esser (resepsiyonist) hepsi süper oynamışlar. Ama Delphine Seyrig bir başka oynamış. Zarif, çekici, asil aynı zamanda tehlikeli, bohem Kontes Bathory tiplemesinde harikalar yaratmış. Seyrig oynadığı her sahnede duygularını hissettirmekte o kadar başarılı ki, kelimelere sığdırmak imkansız, yer aldığı her planı dolduran göz alıcı ekran varlığı da cabası. Şahsi kanaatimce kariyerinin en iyi performanslarından biri, hatta belki de “Jeanne Dielman, 23, quai du Commerce, 1080 Bruxelles” (1975) ile beraber birincisi.

“Daughters of Darkness” (1971) en sevdiğim vampir filmlerinden biri. Bu sürprizlerle dolu kült filmi sekans sekans inceleyen ayrı bir inceleme yazma sözü vererek şimdilik bu kadar diyorum. Sakın bu filmin kısa olan bir versiyonunu izleyeyim demeyin, “yönetmenin kurgusu” (director’s cut) yaklaşık 100 dakika (99 dk. 51 sn.). 99 dakikanın altında bir versiyonuna denk gelirseniz kaçın, IKEA mobilyası gibi tastamam dizayn edilmiş böylesi bir filmden hiçbir sahne çıkartılamaz. Kendinizi görüntünün kollarına bırakmak istiyorsanız mutlaka çözünürlüğü yüksek bir versiyonu tercih edin. Ve dikkat edin de Kontes’e aşık olmayın. Hadi iyi seyirler.

blank

Ertan Tunc

Sevdiği filmleri defalarca izlemekten, sinemayla ilgili bir şeyler okumaktan asla bıkmaz. Sürekli film izler, sürekli sinema kitabı okur. Ve sinema hakkında sürekli yazar. En sevdiği yönetmen Sergio Leone’dir. En sevdiği oyuncular ise Kemal Sunal ve Şener Şen.

“Türk Sinemasının Ekonomik Yapısı 1896-2005” adlı ilk kitabı; 2012 yılında Doruk Yayımcılık tarafından yayınlanmıştır. Kara filmler, gangster filmleri, İtalyan usulü westernler, giallolar ile suç sineması konularında kitap çalışmaları yürütmektedir. İletişim: ertantunc@gmail.com

1 Comment Leave a Reply

  1. Yazıda belirtildiği gibi, Rollin filmlerinin aksine Daughter of Darnekness’da herşey çok kaliteli; görsellik, oyunculuk ve erotizm. Benzer sayılabilecek temalarda 74 yapımı Vampyres ile Hammer’ın The Vampire Lovers’ı da güzel filmler.

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

blank

Öteki'den Haber Al

Buna da Bir Bak!

blank

Minaccia d’amore / Dial: Help (1988)

Ruggero Deodato’ya karşı özel bir ilginiz ya da seksenlerin ultra
blank

La Terza Madre / Mother of Tears (2007)

Dario Argento, 1977’de “Suspiria” ile başlatıp 1980’de “Inferno” ile devam