Amerikan sinema tarihinde birtakım kırılma yılları vardır: 1915 (The Birth of a Nation), 1939 (Gone With the Wind, The Wizard of Oz, Stagecoach vb.), 1941 (Citizen Kane, The Maltese Falcon vb.), 1956 (Rock Around the Clock, The Searchers, Invasion of the Body Snatchers) ve 1969 (Midnight Cowboy, Butch Cassidy and the Sundance Kid, Medium Cool, They Shoot Horses, Don’t They?, The Wild Bunch vb.) gibi.
Ama 1969 yılını diğerlerinden ayıran özellik, sadece sinema anlamında farklı, meydan okuyucu ve devrimci yönler taşıyan çok boyutlu eserlerin beyazperdede arz-ı endam eylemesi değil, bizatihi içerik anlamında da (politik, sosyolojik) çok boyutlu ve sarsıcı bir yöne evrilmiş olmasıdır. Yani demin de kısaca adını saydığım 1969 tarihinde gösterime giren filmlerin ana kahramanlarının hemen hepsinin finalde ölüyor/öldürülüyor/kaybediyor oluşunun bir tesadüf olduğunu düşünenler de çıkabilir. Öyle değil. Amerika’da özellikle 1960’lardan itibaren hemen her alanda ve anlamda süratle tırmanan özgürlük taleplerinin muhafazakar yapı karşısındaki direniş ve ilerlemesi (ki, bu süreç çok üzücü, yıpratıcı ve hatta kanlı olmuştur) 1969 yılında sinema alanında da kristalize olur. Bu anlamda yani karşı-devrim (ya da karşıt kültür) anlamında zirvede, ikisi de tabuları tuz buz edip amacına ulaşan iki büyük şaheser durur: Bunlardan biri “Midnight Cowboy”, diğeri de “Easy Rider”dır. Belki bir anlamda, “They Shoot Horses, Don’t They?” filmini de bu ikiliye eklemek mümkün.
Hem “Midnight Cowboy” hem de “Easy Rider” sadece ortaya koydukları farklı perspektifler nedeniyle değil, hem gişede, hem ödül törenlerinde (yurtiçi ve yurtdışı) hem de eleştirmenler nezdinde ağırlıklarını hissettirmiş olmaları nedeniyle de önemlidir. İyi oyunculuklar, iyi senaryo, iyi müzik, iyi kurgu, iyi yönetim, kısacası iyi sinema ortaya koyarak bunu başarmışlardır ki, bugün bile hiç tartışmasız klasik statüsünde kabul edilmeleri bu nedenledir. “Midnight Cowboy” (1969) hakkında John Schlesinger’in biyografisinden yola çıkarak, özellikle Oscar sürecinde yaşananlara odaklanan ayrıca bir yazı yazacağım. Söz. Ama bugün Kült Filmler Zamanı yazı dizimizde ele alacağımız film, Amerikan Sineması’nı dönüştürme işlevi de taşıyan, gelmiş geçmiş en iyi yol filmlerinden biri, belki de birincisi olan “Easy Rider” (1969).
“Easy Rider”; 1950’lerden itibaren yükselişe geçen ve 1960’lı yıllarda kendi zirvesini gören gençlik hareketlerinin, o zamanlar için geleneksel tabanda bir tür deprem etkisi yaratan yaşam tarzlarının, müzik ve kıyafet tercihleri ile tavır, duruş ve davranış eğilimlerinin adeta bir tür özetini verir. O tarihlerde yaşam tarzlarında belirgin farklılıklar gözlemlenen gençlik grupları (hippiler, komüncüler, motorsiklet çeteleri vb.) ülkenin hemen her tarafında bir tür varolma mücadelesi, bir tür adı konulmamış ölüm-kalım savaşı içine girmişlerdir. Sadece yaşam tarzları, konuşma biçimleri ya da politik bakış açıları farklı değildir, hemen her türden özgürlükçü ve sınırları zorlayıcı hatta yeni sınırlar inşa eden bir takım akımlar ortaya koymuşlardır. Bu sadece dış görünüşlerinde ya da bindikleri araçlarda veya ürettikleri sanat eserlerinde ortaya çıkmaz, kendi bedenleri üzerindeki egemenliklerini ve özgürlük anlayışlarını başta içki, uyuşturucu ve seks olmak üzere birçok alanda da ilan etmek isterler. Haliyle bu “aykırı” olma hali, ister istemez geleneksel yapıya bir tür başkaldırı niteliğine büründüğünden bariz bir çatışma alanı da doğurmuştur. “Easy Rider” işte tam da bu makas üzerinde kendine bir varolma imkanı yakalar, ana karakterlerini (ve bir yan karakterini) bu bir şeyler doğurmak üzere olan rahme yerleştirir ve heyhat, oracıkta da öldürür.
Isaac Newton’a çok büyük bir fizikçi olduğunu söyledikleri zaman, müthiş bir tevazuyla, “benim daha uzakları görebiliyor olmam, devlerin omuzlarında yükseliyor olmamdan kaynaklanıyor” demiş. Aslına bakarsanız, “Easy Rider”a gelene kadar bu yolda belirli mesafeler kat etmiş ve hepsi de az çok “Easy Rider” üzerinde etkili olan önemli filmler var. En başta da, özellikle farklı sosyal katmanlardaki bireyler arasındaki çatışmayı başarıyla ele alan Marlon Brando’lu “The Wild One” (1953). 1960’larda ise motorsiklet çetesi filmleri “The Wild Angels” (1966) ve “Hells Angels on Wheels” (1967) ile Jack Nicholson’ın yazdığı Peter Fonda ve Dennis Hopper’ın oynadığı “The Trip” (1967). “Easy Rider” her birinden küçük parçalar almış, çok daha ileriyi görüyor olmasını bir ölçüde bu eserlere borçlu çünkü kimisinden motorcu kimliğini ve bu kimlik bağlamında yaşanan temel çatışmayı, kimisinden bilhassa Amerikan kırsalındaki geri kafalılığı, ırkçılık ve yabancı düşmanlığını, kimisinden uyuşturucunun (özellikle yan etkisi olan tripler) ve (serbest) seksin bu insanların hayatında oynadığı rolü almış. Ama sonuçta, “Easy Rider”da ortaya çıkan şey, neredeyse kusursuz.
Öte yandan; bazı kaynaklarda “Easy Rider”ın etkilendiği filmler arasına “Angels from Hell” (1968) hatta “Psych-Out” (1968) ve “Head” (1968) filmlerini de ekleyenler görüyorum, bu hatalı olur. Bu tarihsel hatayı hemen düzeltelim çünkü çok kritik. “Easy Rider”ın çekimlerine, dikkat buyurun, 1968 yılının Şubat ayında başlandı (yani o Mardi Gras 1969’un değil, önceki yılın yani 1968’in), çekimler biraz uzadı ama yine de 1968 yılı içinde tamamlandı, kurgu anormal uzadı ve film öbür yıla sarktı. Öncelikle Cannes film festivaline gönderildi, sene 1969, aylardan Mayıs. Dennis Hopper Cannes’da “En İyi İlk Film” ödülüne uzandı, Altın Palmiye’yi ise bir başka şahesere “If….” filmine kaybetti. “Easy Rider” ancak 1969 yılının Temmuz ayında Amerika Birleşik Devletleri’nde gösterime girebildi (Oscar’larda 1970 yılında yarışmış olmasının sebebi bu). Sanırım yazarları yanıltan gösterim tarihi. Benzer bir yanılgı Dennis Hopper’ın yitik hazinesi “The Last Movie” için de geçerlidir, yakında o filmi de mercek altına alıyor olacağım.
“Easy Rider” çok zengin, çok katmanlı, farklı yorumlamalara açık bir film. İçinde bir tür western (uçsuz bucaksız Amerikan toprakları ve üzerindeki o bitmek tükenmek bilmeyen sahip olma ve yok etme hırsı), bir tür suç filmi (son işimizi yapalım ve artık bu işleri bırakalım), bir dostluk ve dayanışma filmi, deneysel bir film ya da politik bir film veya ne bileyim bir yol filmine dair birçok şey var. Film tepeden tırnağa (bayraklar, armalar, kasklar vb.) simgelerle, alegorilerle ve metaforlarla dolu. Hele o yola çıkmadan önce kol saatini fırlatıp atma sahnesi yok mu? İşte beni benden alan sahne. Filmi ister bedeli çok ağır olan, geniş araziler üzerindeki bir özgürlük yolculuğu olarak değerlendirin, ister ana karakterlerinden isimlerinden, lakaplarından ve mesleklerinden yola çıkın, yol boyunca parayı sakladıkları yerden komün hayatına geçip çatışma merkezli politik bir Amerika okuması yapın. Filmi; görüntü çalışması, hikaye etme biçimi ya da kadrosu üzerinden de değerlendirmek mümkün, müzikleri üzerinden de. Mesela ben filmi, karakterlerin kullandıkları (ya da sahnenin ana konusunu teşkil eden maddeler) uyuşturucular ve hemen akabinde gerçekleşen olaylar (ya da gerçekleştiğini zannettiğimiz tripler) üzerinden okumaya çalışan bir yazı tasarlıyorum. Bunun içine de filmin dönemin sosyo-politik ruhunu yansıtmaktaki başarısının altında yatan nedenleri yerleştirmeyi düşünüyorum.
“Easy Rider” hazmı kolay olmamasına rağmen izleyicisini hemen avucunun içine alan bir film. Evet, bu 1960’lardaki ruhu yansıtması açısından neredeyse kusursuz bir dönem filmi (hatta dağınık kurgusu ve kopuk kopuk oluşu bir noktadan sonra işine geliyor) ama diyaloglardaki iniş çıkışlar ve hikayenin bir türlü netleşmiyor oluşu yer yer seyircide kopma hissi yaratabiliyor. Roger Ebert, işte tam bu noktada Jack Nicholson’ın sarhoş avukat karakteri George Hanson’ın devreye girdiğini ve seyircinin kendiyle özdeşleşmesine izin veren bu Hanson karakteri sayesinde boş(luk)taki uçların birbiriyle temas ettiğini ileri sürer. Sadece yabancı düşmanı, geri kafalı taşralılar ve uyuşturucu bağımlısı ve kaçakçısı serseriler arasında kaldığımızı ima eder yani. Tespiti doğru ama eksik. Filmin işliyor olmasını tek bir oyuncuya bağlayamayız. Yaklaşık 600 bin dolara mal olan bu film 60 milyon dolar hasılat elde etti çünkü olası seyircisinin içinde zaten bu filmdeki başrol oyuncularının canlandırdıkları karakterlere kendini yakın hisseden devasa bir potansiyel vardı. Tanrı aşkına, bu film gösterime girdiğinde Amerika o efsanevi Woodstock festivaline hazırlanıyordu. Film, Woodstock sırasında gösterimdeydi, Woodstock’ta bu filmin soundtrack’inde yer alan sanatçılar ya sahne aldı ya da seyircinin arasındaydı. Kitle hazırdı, film zamanın ruhunu avuçlarının içine almıştı bile.
İtilmiş, kakılmış, bir türlü özgürleşmesine izin verilmemiş, çevresiyle bir nedenden ötürü çatışma halinde olan, kendi hayatı üzerinde neredeyse kendi tasarrufu bile bulunmayan, kendi bedeni üzerindeki egemenliği bile bir ölçüde kısıtlanmış ya da kısıtlanmaya çalışılan (“Onlara ifade ettiğimiz tek şey, saç traşı olması gereken biri”) milyonlarca insan hem Billy’de, hem Kaptan Amerika’da zaten kendini bulmuştu. Tıpkı birkaç sene önce “Bonnie and Clyde”da kendilerini buldukları gibi. Billy ve Wyatt’ın suç işleyen insanlar olması, “uygunsuz” ilişkiler yaşıyor olmaları ve ölümden başka çıkış barındırmayan bir dünyada hapsolmuş olmaları seyircinin umurunda bile değildi. Tıpkı birkaç sene önce “Bonnie and Clyde”da olduğu gibi.
Her ne kadar süresi 200 küsur dakikadan zorla 95 dakikaya indirilmiş olsa da “Easy Rider”da seyircinin ilgisini çekecek ve bir sonraki sahneyi merak etmesini sağlayacak sayısız bağ mevcuttur. Her şeyden önce filmin ana gövdesinden belirli bir yere (New Orleans’daki Mardi Gras şenliklerine gitmek) yapılmak istenen yolculuk fikri vardır. Ayrıca kısa süreli amaçlar (kokaini elden çıkarma, meşhur geneleve uğrama vb.), filme yayılmış çatışmalar (motorcularla taşralı cahiller arasında) vardır. Laf dalaşları, gerginlikler ve saldırılar (dayak, sopayla öldürme, tüfekle katletme vb.) her daim istim üstünde durmanızı sağlar. Jack Nicholson’ın karakteri kırkıncı dakikadan sonra gelir ve sadece on küsur dakika ekranda kalır. Filmin başrolü belirsiz bir geleceğe kararlılıkla yol alan iki Amerikan genci ve bizzat Amerika Birleşik Devletleri topraklarıdır. Dağlar, tepeler, sonsuz araziler ve o ucu bucağı olmayan arazilerin üstünde bir yılan misali kıvrılan, milyonları yutmuş ve milyonları da yutacak olan o bitimsiz yollar…
Thomas Gray, “Zafere giden bütün yollar sadece ve sadece mezara çıkar” diyordu, bütün yol filmleri de eninde sonunda “Easy Rider”a çıkar. Bu kült filmi kaçırmayın, hadi iyi seyirler.
[box type=”info” align=”” class=”” width=””]KAYNAKLAR
Brereton, Pat. “HOLLYWOOD UTOPIA: ECOLOGY IN CONTEMPORARY AMERICAN CINEMA”, 2005, Intellect Books, İngiltere.
Monaco, Paul. “A HISTORY OF AMERICAN MOVIES: A FILM-BY-FILM LOOK AT THE ART, CRAFT, AND BUSINESS OF CINEMA”, 2010. Scarecrow Press, ABD.
Lev, Peter. “AMERICAN FILMS OF THE 70S: CONFLICTING VISIONS”, 2000. University of Texas Press, ABD.
http://www.rogerebert.com/reviews/easy-rider-1969
http://www.rogerebert.com/reviews/great-movie-easy-rider-1969
https://en.wikiquote.org/wiki/Isaac_Newton
http://www.brainyquote.com/quotes/quotes/i/isaacnewto135885.html
http://www.imdb.com/title/tt0064276/trivia?ref_=tt_ql_2
http://homepages.sover.net/~ozus/easyrider.htm[/box]