tumblr_nyu6idmyRx1r0czi9o1_1280Bazı ülke sinemalarının tepesinde iki-üç kişi tıpa gibi durur, o ülke sinemasından kim çıkarsa çıksın, film yazınında hemen onu o büyük, önemli ve saygın yönetmenlere ezdirme, harcatma geleneği vardır. Mesela, İsveç Sineması’nda Sjöström ve Bergman böyledir.

Bunun nedenlerine ve acı sonuçlarına daha sonra başka bir yazıda detaylıca değineceğim, şimdilik geçiyorum. Neyse, Japonya’da da durum aynıdır, Akira Kurosawa, Kenji Mizoguchi ve Yasujiro Ozu, Japon Sineması’nın üstünde adeta bir tıpa gibi dururlar. Kendilerine rağmen böyledir bu, hatta olan bitenden haberleri bile olmamıştır. Film yazınıyla, sinema teorileriyle ilgili bir durumdur yaşanan, doğrudan yönetmenlerin sorunu değildir. Şahsi kanaatimce; bu konuda en çok mağduriyetin yaşandığı iki ülke sineması, İtalyan ve Japon Sinemalarıdır. Niye, çünkü bu ülkelerde onlarca sağlam yönetmen, spot ışıklarının tamamına yakını iki-üç isme yöneltildiği için karanlıkta kalmıştır ve hakkı teslim edilemeden de hakkın rahmetine kavuşmuştur. Bugün dahi filmlerinin çoğu sinemaseverler tarafından bilinmez bu ihmal edilmiş yönetmenlerin. Bu isimlerden biri de, sağlam filmler çekmiş, bol ödüllü, uluslararası çapta saygınlık kazanmış Japon yönetmen Masaki Kobayashi. Bugün bu ismin sizde hiçbir çağrışım yapmaması sizin kabahatiniz değil, yukarıda kısaca altını çizdiğim şey tam da bu zaten.

1996 yılında, 80 yaşında hayatını kaybeden Masaki Kobayashi, 1953-1985 yılları arasında, yarıdan fazlası hem seyirci hem de eleştirmenler tarafından beğenilmiş 20 tane uzun metraj film çekmiş. 80 yıllık bir ömürde çekilen 20 filmle, seçici biri olduğunu öne sürebiliriz. Kobayashi’nin ilaveten, bir kısa filmi, bir de bol ödüllü bir belgeseli var. Neyse, 1960 yılında 9 küsur saatlik İkinci Dünya Savaşı üçlemesinin ilk filmi “Ningen no jôken” (The Human Condition, 1959) ile Venedik Film Festivali’nde hem Pasinetti hem de San Giorgio ödüllerini kazanınca, Kobayashi bir anda Avrupa sinema otoritelerinin dikkatlerini üstüne çekiyor ve 1960’lı yıllar boyunca başta Cannes Film Festivali olmak üzere birçok festivalde boy gösteriyor ve bunun sayesinde de bazı filmleri, ülkesi dışında da gösterime girebiliyor. 1985 yılında Berlin Film Festivali’nde çektiği belgeselle FIPRESCI ödülü alana kadar da bu böyle gidiyor. Zaten aynı yıl sinemayı bırakıyor. Masaki Kobayashi, Cannes Film Festivali’nde 3 kez Altın Palmiye için yarışmış, sırasıyla, “Seppuku” (1962) ile 1963’te, “Kwaidan” (Kaidan, 1964) ile 1965’te ve son olarak “Nihon no seishun” (1968) ile 1969’ta. Bu filmlerle büyük ödüle uzanamamış ama hem “Seppuku” hem de “Kwaidan” ile Cannes’da birer Jüri Özel Ödülü kazanmış. Bizim “Kült Filmler Zamanı” adlı yazı dizimiz kapsamında bugün ele alacağımız film de, bunlardan biri olan “Kwaidan” (Kaidan, 1964). Evet, ilginç ama gerçek, 50 yıl önce bir Japon hayalet filmi Cannes Film Festivali’nde büyük ödül için yarışmış, Jüri Özel Ödülü almış, üstelik bir de Akademi tarafından teveccüh gösterilip, En İyi Yabancı Film Oscarı’na aday olmuş. Peki neden? Bu filmi bu kadar yükseklere taşıyan/çıkaran şey hangi özelliği olabilir?

kwaidan1

“Kwaidan”, ya da diğer bilinen ismiyle ”Kaidan”lar Japon hayalet/ruh hikayeleri. Tıpkı bizim ülkemizde Cin hikayeleri olduğu gibi, Japonların sözlü (belirli bir dönemden sonra yazılı ve çizili) tarihsel geleneğinde de hayalet/ruh hikayeleri yaygın fakat bu iki kültür arasında bir fark var. Bizim “Cin” adını verdiğimiz yaratıkların kökeni dinsel kaynaklara dayanıyor ve insandan tamamen bağımsız başlı başına bir türü simgeliyor. Yani her ne kadar insan bedenine girip, kontrol edebildikleri varsayılıyor olsa da bizim cinlerimiz Hristiyan mitosundaki Şeytan/Kötü Ruh/İblis formlarına yakın duruyorlar, halbuki Japon Kaidan’ları insan ruhu kökenli, yani bir şekilde ölmüş insanlarla bağlantılılar. Hayalet derken özellikle ruh diye belirtmemin sebebi o. İşte bu özellikleri, ilave herhangi bir şey yapmadan Kaidan hikayelerine doğrudan doğruya bir dramatik çatışma alanı ve (kendiliğinden oluşan bir) gerilim ekleyiveriyor, çok tutulmalarının bir sebebi de bu. Japon Sineması’nda ve hatta TV filmlerinde bu “Kaidan” geleneğinin onlarca, yüzlerce örneğini görmek mümkün. İş; “Ringu”lara, “Ju-On”lara, “Shutter”lara gelmeden 30-40 yıl önce türde tepe noktasını temsil eden filmler Uzak Doğu’da çoktan çekiliyordu bile. Daha sonraki yazılarımda tek tek ele almaya çalışacağım, Nobuo Nakagawa’nın “Ghost Story of Yotsuya”sı (Tokaido Yotsuya kaidan, 1959), Kaneto Shindô’nun “Kuroneko”su (Yabu no naka no kuroneko, 1968) ve Kazuo Hase’nin “Cruel Ghost Legend, Curse of the Blood”ı (Kaidan zankoku monogatari, 1968) gibi. İşte bu geleneğin en önemli filmlerinden biri de Masaki Kobayashi’nin “Kwaidan”ıdır (Kaidan, 1964).

afa3df_551c14ac49f7a6334b3cd822475bb24d (1)Fantastik Sinema tarihinin övünç kaynaklarından “Kwaidan” (Kaidan, 1964), aslında 4 ayrı hikayeden oluşan bir antoloji filmi. Bu hikayelerin dördü de Lafcadio Hearn isminde, sonradan Japon vatandaşı olan bir yazarın kitaplarından alınıyor. Film hakkındaki detaylı bir yazımda bu ilginç isimden uzun uzadıya bahsedeceğim. Hikayelerin üçü, onun “Kwaidan: Stories And Studies Of Strange Things” adlı kitabından, diğeri de yine Hearn’ün “Shadowings” adlı eserinden alınan Japon ve Çin folklorik hayalet hikayeleri. Dördünün de ortak noktası bireyin ahlâki çıkmazlarını göz önüne sermek, yapılan yanlışlar için ödenen bedelleri birer hayalet hikayesi içinde sunmak ve aklamak. Klasik birer Japon “eden-bulur hikayesi” bunlar. Bu hikayelerin içinde, Japon Korku Sineması’nda “Siyah Saçlı Kadın” imgesini doğuran bölüm de var, tüm vücuduna dövme biçiminde özel büyüler yapılan adama dair o meşhur bölüm de. Hikayelerin hepsi, özellikle de demin kısaca andığım “The Black Hair” ve “Hoichi the Earless” bölümlerinin hikayeleri çok çarpıcı. Detaylara girmeyeceğim. 120 küsur dakikalık kısa versiyonlarda bütünüyle yok sayılan ve kesilip atılan “The Woman in the Snow” da, izlediğiniz zaman şok geçireceğiniz “In a Cup of Tea” bölümü de, hatta bence dört bölüm de dehşet verici. Her biri insanın kanını donduran, dehşetengiz hikayeler anlatıyorlar ama filmi efsane mertebesine eriştiren özelliği bence bu değil. “Kwaidan”ı, Fritz Lang’in “Metropolis”i (1927) ya da Orson Welles’in “Citizen Kane”i (Yurttaş Kane, 1941) ile aynı düzeye çıkaran bir şey var. O da, destansı bir düzeye ulaşan sahne ve set tasarımı ile muazzam görüntü çalışması.

kwaidan-08c-web

Masaki Kobayashi’nin, sadece alanında ve kulvarında değil, görsel sanatlar tarihinde nasıl bir zirveye eriştiğini görebilmeniz için “Kwaidan”ı izlemeniz şart. Devasa setlere özenle yerleştirilmiş nesneler, kusursuz bir sahne tasarımı ve mükemmel bir renk paletiyle yarattığı imgelemi ömür boyu unutamayacağınızı garanti ediyorum. 1960’lı yılların başında Japonya’da bir yönetmen acaba nasıl olur da hangardan bozma bir stüdyoda böyle görkemli bir şey yapabilmiş diye hayret edeceksiniz. 7 binden fazla filmden oluşan Türk Sineması’nda maalesef, üzülerek ifade ediyorum ki, sinematografik anlamda bu ayarda bir film henüz çekilemedi. Bana dokunan da budur. “Kwaidan”dan acımasızca kesilip atılan o “The Woman in the Snow” bölümünü açın izleyin. Alan derinliği, renklendirme ve anlatıya hizmet eden görüntü kullanımı nedir, öğrenin. Hele o, bir kabusta olduğumuzu bize devamlı hatırlatan dev gözler yok mu? Biz bu filmin 160 küsur dakikalık ve düşük çözünürlüklü bir versiyonuyla büyülenmiş bir nesildik, birkaç sene önce arz-ı endam eyleyen cam gibi bir 183 dakikayla darma duman olduk gitti. Deyim yerindeyse, Kobayashi harikulade güçlü sinema diliyle adeta tank olup üstümüzden geçti. Yani böyle bir şeyi 1960’lı yıllarda 35 mm’lik bir kopyadan dev bir sinema perdesinde tecrübe edenlerin aldığı hazzı hayal bile edemiyorum. Dünyaca ünlü yarışmaların seçici kurullarını etkilemiş olmasına, üstelik seyircide de karşılık bulmuş olmasına hiç şaşmamalı. Karşımızda sinema tarihinin en mükemmel filmlerinden biri var.

Japon Sineması’nda 1964 yılı da ne yılmış, arkadaş? Teshigahara Hiroshi’nin, daha önce hakkında detaylı bir yazı kaleme aldığım, o müthiş “Woman in the Dunes”ü (Suna no on’na) o yılın başında gösterime girmiş, daha millet onun etkisini atlatamadan, methini çok duyduğum ama açıkçası, henüz izleyemediğim Tetsuji Takechi filmi “Daydream” (Hakujitsumu) gösterime girmiş. Derken yıl sonuna doğru Kaneto Shindô’nun “Onibaba”sı çıkmış, millet şokta. Daha film gösterimden inmeden, Kobayashi’nin “Kwaidan”ı gelmiş. Düşünsenize, 1964 Aralık’ında aynı anda gösterimdeler ve ikisi o kadar çok tutuluyor ki, 1965 yılının bahar aylarına kadar ülkelerinde gösterimde kalıyorlar. Keşke, bizim Cin filmlerimiz de bu filmlerin 50 sene evvel ulaştığı sinemasal yetkinliğe bir an evvel ulaşsa.

“Kwaidan”ı ele alalım. 4 bölümden oluşan hikayenin, her bir bölümü ayrı bir mevsimi daha doğrusu o mevsimin genelde insana hissettirdiği şeyleri simgeliyor. 4 intikam hikayesi 4 ayrı renk paletiyle peliküle aktarılmış, bu filmi sadece renkler üzerinden bile okumak mümkün. Sahnelerin, dekorların hemen hemen tamamı yönetmen tarafından bizzat elle boyanıyor, inanın bana bu filmden bir tablo yapılabilecek yüzlerce fotoğraf çıkar. Vallahi billahi çıkar. Film başlı başına görsel, işitsel bir tür meta-data. “Hoichi the Earless” bölümünü ele alalım, sadece kör biwa sanatçısı Hoichi imgelemini kullanarak binlerce alternatif poster ve film afişi üretebilirsiniz. “Kwaidan”ın görüntü çalışması o kadar güçlü, o kadar iyi işlenmiş ve benzersiz ki, bir Tarantino filminde atıfta bulunulduğunda bile hemen fark edebiliyorsunuz (“Kill Bill” örneğinde olduğu gibi).

vlcsnap-error263

Benim bölümler içinde favorim “Hoichi the Earless”, ardından “The Black Hair” ve “The Woman in the Snow” geliyor. “In a Cup of Tea” en zayıf olanı. Hikayelerin tümünde tekinsizlik hissini iliklerinize kadar hissediyorsunuz, film size sürekli kaderin karşısında hissedilen tipte bir çaresizlik aşılıyor. Bölümlerden pek bahsetmediğimin farkındayım, çünkü iyice meraklanmanızı istiyorum. Eğer henüz izlemediyseniz, filmi, uyarlandığı hikayelerle karşılaştıracağım detaylı incelemeye kadar izleyin derim.

Günümüzde bir Fantastik Sinema klasiği ve bir kült film şaheseri olarak kabul gören ve selamlanan “Kwaidan” (Kaidan, 1964) Masaki Kobayashi’nin ilk renkli filmi, ve ilginçtir, aynı zamanda kariyeri boyunca çektiği yegâne korku filmi. Yıllara yayılan prodüksiyonuyla, çekildiği yıl itibariyle Japon Sineması’nın o güne kadarki en pahalı filmi. Her karesinde dev bir emeğin ürünü olduğunu haykıran “Kwaidan” için son olarak şunu söylemek istiyorum. 1965 yılına kadar çekilmiş filmler içinde bir “Tüm Zamanların En İyi 100 Sinema Filmi” listesi yapmak zorunda kalırsanız, öyle tahmin ediyorum ki, bu filmi o listeden düşürmeyi hak eden film bulmakta güçlük çekersiniz. Eğer, 1965 yılına kadar çekilmiş filmler içinde “Tüm Zamanların En İyi 100 Fantastik Sinema Filmi” listesi yapmak zorunda kalırsanız, bence bu filmi listeden düşürmeniz imkansızdır. Aynı zamanda şahsi favorilerimden de olan “Kwaidan” (Kaidan, 1964), on üzerinden onluk bir film. Başyapıt!..

[box type=”info” align=”” class=”” width=””]

KAYNAKLAR

Choi, Jinhee ve Mitsuyo Wada-Marciano (editörler), “Horror to the Extreme: Changing Boundaries in Asian Cinema”, 2009. Hong Kong University Press, Hong Kong.

Hutchings, Peter. “The A to Z of Horror Cinema”, 2008. The Scarecrow Press Inc., İngiltere.

Paszylk, Bartùomiej. “The Pleasure and Pain of Cult Horror Films: An Historical Survey”, 2009. McFarland & Company, Inc., Publishers, İngiltere.

www.imdb.com

www.wikipedia.com

https://en.wikipedia.org/wiki/Kwaidan:_Stories_and_Studies_of_Strange_Things

http://cinemademerde.com/kwaidan.shtml

http://www.michaeldvd.com.au/Reviews/Reviews.asp?ID=6907 [/box]

blank

Ertan Tunc

Sevdiği filmleri defalarca izlemekten, sinemayla ilgili bir şeyler okumaktan asla bıkmaz. Sürekli film izler, sürekli sinema kitabı okur. Ve sinema hakkında sürekli yazar. En sevdiği yönetmen Sergio Leone’dir. En sevdiği oyuncular ise Kemal Sunal ve Şener Şen.

“Türk Sinemasının Ekonomik Yapısı 1896-2005” adlı ilk kitabı; 2012 yılında Doruk Yayımcılık tarafından yayınlanmıştır. Kara filmler, gangster filmleri, İtalyan usulü westernler, giallolar ile suç sineması konularında kitap çalışmaları yürütmektedir. İletişim: ertantunc@gmail.com

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

blank

Öteki'den Haber Al

Buna da Bir Bak!

blank

Frankenştayn Godzillaya Karşı (1965)

Frankenstein Conquers the World– Frankenştayn Dünyayı Fethediyor, neredeyse o dönemde
blank

Puzzle (2014)

Puzzle, hayatta kalma hikâyelerini, bol ‘twist’li senaryoları ve grafik şiddet