Bu yazı, Kuyu filmine dair yazılmış az sayıdaki kritikten biri olacaktır zira filme basın gösterimi yapılmadı. Üstüne bir de eleştirmenlerin korku sineması ve özellikle cin korkularına olan mesafeli tutumu eklenince pek kimsenin ilgisini çekmemiş olabilir. Filme gitmeden önce bir internet sinema sitesinde yayınlanan eleştiriyi okuyup umutlanmıştım. “Filmin çekimleri gayet başarılı” cümlesinden endişe etmedim değil ama yine de iflah olmaz bir “kötü film” tutkunu olduğumdan mı nedir, güle oynaya salonun yolunu tuttum ve seyircili gösterimde filmi izledim.
Kuyu’ya girerken “gün güneşli, insanlar neşeli” diye Susam Sokağı şarkıları söylüyordum ama filmden çıktığımda suratım iki karıştı. Yapımcısı, oyuncusu, emek veren kimi varsa kusura bakmasın ama film kötü, hem de öyle böyle değil!
Şimdi, korku sinemamız artık yılda 25-30 eser veren bir alan ve ürün sayısı arttıkça seyirci ilgisi azalıyor/bölünüyor. Eskisi gibi “korku filminin en kötüsü 100 bin seyirci çekiyor” zamanlarında değiliz. ‘Cin korkusu’ deyince Alper Mestçi, Hasan Karacadağ gibi marka olmuş birkaç sinemacının filmi iş yapıyor gerisi gişede nakavt ama korku filmleri genelde ucuza çıkan işler olduğu için TV haklarını vs. baştan satarak bu filmlerden para kazanan insanlar var.
Sinemanın ticaretine elbette karşı değilim ancak bunun da dürüst yapılması gerekiyor. Ben Kuyu’ya bilet alırken yan gişede aynı paraya Kong bileti satılıyorsa elbette sorgulama hakkım olur. Lütfen karşılığı, “biz bu işe çok emek verdik, büyük imkânsızlıklar içinde çektik” falan olmasın. Çekmeyin, kimse kimseye yalvarmıyor! Şu zamanda bir kişiyi evinden çıkarıp hiç de ucuz olmayan bir bilet satarak salona sokup 20 dakika da reklam izlettikten sonra karşısına çıkardığın şeyin savunulacak bir tarafı olmalı.
Filmi seyircili gösterimde izlediğimi söylemiştim ama salonda ben dâhil 6 kişi olduğunu söylemedim ki o 6 kişinin 3’ü de film arası verildiğinde çıktı ve bir daha gelmedi. Hafta sonu böyleyse hafta içi ne olur tahmin bile edemiyorum diyeceğim ama gayet kolay tahmin edebiliyorum.
Filmin yönetmeni Antalyalı bir sinemacı olan Serdar Bardakçı, filmlerini de yine Antalya’da çekiyor ki bu çok güzel bir şey. Sinema İstanbul’dan ibaret olmamalı. Kendisinin başka filmleri de var, Her Şey Yolunda adlı filmini Antalya Film Festivali’nde izlediğimi hatırlıyorum. Bazı oyuncuları o filmden gözüm ısırınca hatırladım.
Kuyu’da bir köye giden ve orada geçmişten gelen lanetlerle karşılaşan genç insanların uğursuz hikâyesini izliyoruz. Hepsi finalde birleşen yan öykülerle beslenen bir senaryo bu ama kurgu bu dağınıklığı toparlayamıyor. 80’ler Amerikan slasherlarında moda olduğu üzere bir araç içi sekansla açılıyor film, şehirli gençler belalarını bulmak üzere kırsala gidiyor ama işte o kırsal resimlerden ibaret olunca bizim kafamızdaki gözlemeli-ayranlı kırsalla çakışıyor. Kırsalda geçen senaryo yazan herkese Fakir Baykurt okutmak lazım. Ayrıca daha filmin başında “sesçi” dediğimiz arkadaşın bir film için ne kadar önemli olduğunu anlıyoruz ancak teknik ekibi haşlamaya sıra gelmiyor zira filmin oyunculuklarından gözümüzü alamıyoruz. Genç ve isimsiz kadro çok iyi oynadığından değil ama bu. Oyunculuklar beni ister istemez o unutulmaz Gerçek Kesit günlerine götürüyor. Oyuncular konuşurken birbirlerinin repliğini bile beklemiyorlar ya da doğaçlamaya geçiyorlar ama karşısındaki senaryodaki repliği okuduğu için alakasız bir tamamlama yapmış oluyor. Bunlara takılmayı bıraksam karşıma yapımın başka zayıf tarafları çıkıyor.
Filmin efektleri TV standartlarında… “Ateş olmayan yerden duman çıkmaz” derler ama Kuyu’nun dumanı bol, daha doğrusu Lost dizisinin başımıza sardığı şu duman efektinden faydalanırken suyunu çıkarmışlar. Kim ne yaparsa ağzından, bedeninden, sağından solundan duman çıkıyor ancak özellikle bahsetmek istediğim bir hamam sahnesi var ki Türk korku sinemasında bir ilk ama korkutmak yerine asap bozarak güldürüyor.
Bu hamam sekansı filmin genelinden ayrı bir yerde duruyor. Tek başına bir kısa film olsa ilgimi çekebilir ama şu bahsettiğim ‘Gerçek Kesit oyunculuğu’ bu kısmın da en büyük sıkıntısını oluşturuyor. Hamam sekansını izlerken şunu düşündüm. Filmi yazan senarist arkadaşım Mehmet Beşir Çengelli, keşke yöresindeki korku söylencelerini toplayıp bir anlatıcının ağzından kısa korku hikâyelerine dönüştürseymiş. Hani şu kamp ateşi başında anlatılan korku hikâyeleri gibi… Finalde de dinleyen gençlerle ilgili bir sekansla bağlansaymış film. Çok da güzel olurmuş ama işte bu riskleri kimse almak istemiyor. O yüzden biz de izlediğimiz işleri Hasan Karacadağ’ın filmlerine benzetip duruyoruz ki kendisinin de referansları orijinal değildir. (Bknz: D@bbe Vs. Kairo)
Filmin hikâyesi yamalı bohça gibi… Alper Mestçi’nin Musallat ve Siccin serisinden oldukça etkilenilmiş ama yapılmışlar arasında en yakın iş hangisi derseniz, Özgür Bakar’ın Helak: Kayıp Köy filmi derim. Yapımcılar, filmin uyduruk büyü ritüelleri arasına bir de Annabelle benzeri bez bebek sokmuşlar, özel efekt takımı da korkunç olsun diye bebeğe led ışıktan parlayan gözler yapmışlar. Işıkları açınca bebeğin gözleri sönüyor. Eminönü’nde satılan fotoselli Çin malı oyuncaklar gibi… Bu da korkutmuyor.
Uzun lafın kısası; Türk sinema seyircisi, korku filmlerine aşırı meraklı olanlar bile, türü sömüren bu ucuz filmlerden sıkıldı. Ben bu filmi çekenlerin motivasyonunu merak ediyorum. Film yapma hevesi mi yoksa para kazanma amacı mı? Üzgünüm ama Kuyu, her ikisine de ulaştıracak bir iş değil. Uzun zamandır verdiğim en düşük puan bu filme gidiyor.
Antalyalı genç sinemacı arkadaşların çabasını anlıyorum ama Kuyu kimseye tavsiye edebileceğim bir film değil. 10 yıldan fazla süredir her yıl artan sayıda film çeken bir korku sinemamız var. Artık bu işin de standartları olmak zorunda. Peki, Kuyu’nun hiç mi şansı yok? DVD’si falan çıkarsa grup izlemelerinde eğlenceli bir ortam yaratabilir. 62 kopya ile gösterime giren filmin prodüksiyonu maalesef salonda gösterim standartlarını karşılamıyor. Çektiği iki filme bakarak Serdar Bardakçı’nın televizyon için daha uygun bir filmci profiline sahip olduğunu düşünüyorum. Umarım yapımcıları filme dair kurduğum olumsuz cümleler için bana kızmazlar ama 2 sinemacı arkadaş edinme uğruna seyirciye karşı sorumluluğumu terk edemem. Güzel işlerle karşılaşmak ve onları alkışlamaktan başka isteğim yok aslında.
Kritiğin ilk yayını: http://www.beyazperde.com/filmler/film-250587/elestiriler-beyazperde/
Her yeni çıkan korku filmi kendinen öncekileri eleştiriyor. Ardı ardına paylaştıkları fragmanlarla “en iyisi” olacağını iddia ediyor. Ne yazıktır ki bir korkusever olarak her yeni çıkan korku filmine merak edip gidiyorum. Özellikle de Türk korku filmlerine giderken “Umarım bu da öncekiler gibi zaman kaybı olmaz.” diye umuyorum ama her zamanki gibi yine hata yaptığımı anlıyorum. “Para gelsin de nasıl gelirse gelsin” kafasıyla korku filmi çektikleri sürece bu böyle devam eder.
Bu filmi sinemada izleyen şanslı seyircilerden biriyim akşam 19:00 seansında koca salonda tek başıma seyrettim doğrusunu söylemek gerekirse kendimi çok özel hissettim ve Türk sinamasini sorgulama fırsatı buldum film boyunca