Anadolu, Mezopotamya, Girit, Mısır, Fenike gibi mitolojilerin doğuşuna ev sahipliği yapmış koca bir coğrafyanın göbeğinde yaşamamıza rağmen, mitlerden yeterince faydalanmayan bir sinema anlayışına sahibiz. Dünya sinemasında çokça kullanılan Yunan ve Roma mitoslarının yanı sıra Türk ve İslam dönemi mitosları da, Türk sinemacıları tarafından enteresan bir biçimde pek rağbet görmüyor ve konu olarak tercih edilmiyorlar. Hâlbuki her yıl, hikâye sıkıntısı çektiği her halinden belli olan onlarca yönetmenle karşılaşıyor, öyküsüz filmler izlemeye mecbur bırakılıyoruz. Bu bağlamda diğer yönetmenlerden farklılaşarak, odağına Yunan mitolojisinin ilgi çekici karakterlerinden birini alan Kutluğ Ataman, son filmi Kuzu’yla bu yılın en çok konuşulan işlerinden birine imza atmış…
Karanlık Sular gibi Türk sinemasında eşine az rastlanır türden bir vampir hikâyesini anlatan, Lola+Bilidikid ile Berlin’de yaşayan homoseksüel bir Türk gencinin yaşadıklarını gözler önüne seren, İki Genç Kız’da Perihan Mağden’in aynı adlı romanını uyarlayarak edebiyata yönelen ve nihayetinde de Aya Seyahat filmiyle bir nevi mockumentary’ye geçiş yapan Kutluğ Ataman, Türk Sinemasının türler arası gezintiyi seven yönetmenlerinden. Nitekim bu yıl gösterildiği her festivalde ödüllere boğulan yeni filmi Kuzu, Ataman’ın filmografisinde yine farklı bir yerde duruyor. Sırtını Yunan mitolojisinin çok bilinen mitoslarından birine yaslayan film, bir tür Medeia ya da bizde bilinen haliyle Medea hikâyesini anlatıyor…
Azra Erhat’ın Mitoloji sözlüğünde “kendi kardeşini kesip parçalarını yol üstüne serpen, ondan öte kendi karnından doğmuş çocukları öldürüp babalarının önüne seren korkunç büyücü kadın diye gösterilir, yerine göre de seven ve hor görülen, özverisi karşılıksız kalan, yabancılık, itilmişlik, kıskançlık duyan bir kadın” olarak tanımlanan Medea, Kuzu’da Erzincan’ın bir dağ köyünde yaşayan Medine’de karşılık buluyor. Medea ismine atıfla Medine ismi verilen karakterin, tıpkı mitostaki gibi Mert ve Vicdan isimli iki çocuğu var. Kocası İsmail de yine benzer bir biçimde adını Medea’nın sevgilisi İason’dan alıyor. Mitolojide altın postu arayan Argonotların önderi olan İason’un Medea’yı kandırması ve aldatması, filmde bir kuzunun yol açtığı aile çatışmasına dönüşüyor. Oğlu Mert’e yapacağı sünnet için köylüye yemek vermek isteyen Medine’nin, biraz da toplumsal kuralların etkisiyle bu yemeği takıntı haline getirmesi çatışmanın ateşleyicisi oluyor. Bu noktada film, küçük bir dağ köyünde dinin, örf ve adetlerin gereklerini yerine getirmenin ne kadar önemli olduğunu, insanların gündelik hayatlarının yalnızca bu normlar çerçevesinde döndüğünü vurgularken, Medine’nin her şeye rağmen bu sünnet düğününü yapabilmesi için gerekli olan kuzuyu bulma çabasını ve bu uğurda yapabileceklerini de gözler önüne seriyor.
Hikâyenin ilerlemesiyle birlikte Kuzu’ya, bir yandan mitostaki “diğer kadın” Glauke yani Safiye karakteri eklemlenirken, diğer yandan da yeni bir boyut kazandırılıyor: Kutsal metinlerde yer alan ve İbrahim peygamberin çocuğunu tanrıya kurban etme anlatısından hareketle Vicdan, tüm ilginin Mert’in üzerine toplanmasını kıskanıyor ve eğer babası kuzu bulamazsa kendisini kurban edeceğine inandırmaya girişiyor. Kuzu’nun bu denli iyi bir filme dönüşmesinde öykünün tam da bu yola sapması yatıyor. Çünkü Vicdan ve Mert’in söz konusu diyaloglarında inanılmaz bir mizah var. Günümüz Türk Sinemasında karşılaşamayacağımız türden, belden aşağıya vurmadan ama seyircisini kahkahalara boğmayı başaran bir dizi sekans izliyoruz. Küçük yaşlarına rağmen Vicdan ve Mert karakterlerini canlandıran Sıla Lara Cantürk ile Mert Taştan’ın etkileyici performanslarını ve Sivas filmindeki Doğan İzci’yi de göz önünde bulundurduğumuzda, sinemamıza bu yıl müthiş yetenekler kazandırıldığını söyleyebiliriz. Çünkü gerçekten çocuk karakterler bu denli etkileyici olmasa, film mizah duygusunu seyirciye geçirmekte bu kadar başarılı olamayabilirdi.
Süreç içerisinde Medine’nin arayışları ve hayal kırıklıkları yerini, intikam duygusuna bırakıyor ancak burada Kuzu’nun, Safiye ile alakalı kısımda gerçeklik duygusundan gereğinden fazla uzaklaştığını düşünüyorum. Dini ve mitolojik referanslardan beslenerek güncel ve gerçek bir öykü sunan Kuzu, finalinde biraz hayal kırıklığı yaratsa da, genele baktığımızda bu kusuru görmezden gelinecek derece başarılı bir yapım. Her şeyden önemlisi, az önce vurguladığım mizahi yönü bile Kuzu’yu tek başına değerli kılabilecek kadar güzeldi.
Başrol oyuncuları Nesrin Cavadzade ve Cahit Gök’ün göz dolduran performanslarının yanı sıra Güven Kıraç, Emel Göksu, Taner Birsel, Şerif Sezer gibi çok önemli isimleri de kadrosunda barındıran Kuzu’da, Safiye karakterini canlandıran Nursel Köse’yi de fena bulmadığımı söyleyebilirim. Fakat sırf kendi eşinden daha parıltılı bir görüntüsü olduğu için İsmail’in Safiye’yi tercih etmesi durumu, Nesrin Cavadzade’nin güzelliği sebebiyle biraz absürtlük kazansa da, erkek olma halini göz önünde bulundurduğumuzda kabul edilebilir oluyor.
Kuzu’yu iyi bir film yapan unsurlardan bir diğeri de kuşkusuz görüntü yönetimi… Son dönem izlediğim örnekler arasında Feza Çaldıran’ın elinin değdiği her film, hikâyesi iyi olmasa bile görüntüleriyle öne çıkmayı başarıyor ki Kuzu’da da bunu görmek mümkün. Bu açıdan kendisini tebrik etmek gerek…
Özetle; Antalya’da sansür tartışmalarının gölgesinde kalan, Kutluğ Ataman’ın siyasi duruşu sebebiyle ödül aldığında “maalesef iyi bir film” noktasına varıncaya dek eleştiri oklarının hedefinde kalan Kuzu, bu yılın tartışmasız en iyi filmleri arasında yer alıyor. Bu sebeple hazır vizyondayken, Kuzu’yu kaçırmayın derim.
Bu yazı ilk kez Film Arası dergisi Ocak 2015 sayısında yayınlanmıştır.