La Coda Dello Scorpione / The Case of the Scorpion’s Tail (1971)

19 Nisan 2009

Giallo alt-türünü (sub-genre) tek bir kelimeyle özetlemek gerekseydi, bence bu kelime “tedirginlik” olurdu. Giallolar içerdiği bir takım trüklerle, takipçisine meydan okuyan, onu kışkırtan, belirli bir dozajı geçmeyen ufak tefek bilgi kırıntılarıyla seyircisini katilin kim olduğuna tahmin etmeye iten filmlerdir ve izleyicinin her seferinde katilin kim olduğu konusunda yanılmasını sağlamaya çalışırlar, genellikle de bunu başarırlar.

giallo-poster

Bu sürekli yanılma hali izleyicide süregen bir tedirginlik ve yabancılaşma yaratır. İzleyici; hunharca işlenen ikinci, bilemedin üçüncü cinayetten sonra artık hiç kimsenin hiç kimseye güven duymadığı bir dünya ile çevrelenmiştir bile. İşte tam bu noktada, yani seyirciyi mindere çekme fırsatının yakalandığı anda; yönetmenin hikaye anlatısının (senaryo+kamera+kurgu) önemi ortaya çıkmaktadır. Eğer yönetmen, ağırlığını koyar ve sanatını konuşturursa (bu konuya Pupi Avati’nin “La Casa Dalle Finestre Che Ridono”su hakkındaki incelememde geri döneceğim) orta karar bir senaryodan bile müthiş bir sinemasal deneyim çıkartabilir. Buradaki püf nokta, hikaye ve seyirci arasındaki mesafeyi ayarlamaktır.

İtalyan usulü seri-cinayet sinemasını hikaye-seyirci ilişkisi açısından değerlendirirsek; görece daha iyi, daha üstün yapımların seyircisini filmin araştırma safhalarında gizemli olayı çözmeye çalışan kahraman(lar)ıyla (protagonist), cinayet sahnelerinde ise maktulle özdeşleşmek zorunda bırakan filmler olduğu görülecektir. “Profondo rosso”, “Short Night of Glass Dolls”, “Tenebre”, “Who Saw Her Die” ve “Il gatto a nove code” gibi.

Sıkı gialloları; sürreel dokunuşlarla dehşet (horror) sinemasının sınırlarına dayayan Argento, Bava, Fulci gibi yönetmenlere kıyasla Lenzi, Martino, Dallamano, Ercoli, Bazzoni, Tessari gibi yönetmenlerin daha farklı (daha düz ve daha realist) bir anlatım yöntemi seçtikleri görülmektedir. Yine de başat giallo parametreleri birbirlerine benzemektedir.

Öncelikle; iyi bir gialloda bulunması gereken birkaç ortak özelliği sıralamak istiyorum. Giallolar İtalyanlar tarafından (İtalyan usulü) çekilmelidir. Giallo’larda en önemli şey, gizemin/esrarın filmin sonlarına kadar ustaca saklanabilmesidir. Final şaşırtıcı olmalıdır. Seyirciyi katile götüren ipuçları eşit dağıtılmalıdır. Finalde, nerden çıktığı belli olmayan bir sürü gerekçe peyda olmamalıdır. Filmde, 1 taneden fazla cinayet olmalıdır. Dehşet verici cinayetler olabildiğince hunharca işlenmelidir. Tercihen cinayetler (daha doğrusu maktulün son anları) seyirciye (olabildiğince ayrıntılı) gösterilmelidir.

Giallolar, klasik polisiye edebiyatının pragmatik kurallarını modelleyen S.S.Van Dine (Willard Huntington Wright) Yasalarını çiğneyebilir. Klasik Viktoryen cinai roman anlatısına ilaveten, hard-boiled roman yapısından ya da “beat g.” modellerinden bir karışım yapma yoluna gidebilir. Freudyen ve Lacangil temelleme yapıp, cinayet gerekçelerini ruhbilimsel potalara kaydırabilir. Bunu yaparken kullandığı biçimin/stilin varlığı/niteliği önemlidir. Giallo; müzikleriyle, kurgusuyla, kamera kullanımıyla bir tür anlatım biçimi, bir tür sinema formudur. Bu üslup/biçem en rafine halini Dario Argento’da bulmaktadır. Argento, görece daha zayıf giallolarında (Trauma, Il Cartaio, La sindrome di Stendhal) dahi belirli bir düzeyi ve tarzı yakalamakta güçlük çekmez ve bu özelliğiyle de türün zirvesine bayrağını diker.

http://www.horschamp.qc.ca/images/photos/dark2.jpgİtalyan seri-cinayet sinemasının (giallonun) tarihsel gelişimine bakıldığında; Argento gibi, belirli bir kaliteyi/tarzı tutturmak koşuluyla, 5 uzun metrajlı filmi/gialloyu peş peşe çekebilmiş sadece tek bir yönetmen daha vardır. O da Sergio Martino’dur.

Sergio Martino; sadece 3 sene içinde, hemen hemen aynı teknik ekip ve oyuncu kadrosuyla; arka arkaya “Lo strano vizio della Signora Wardh”, “La coda dello scorpione”, “Tutti i colori del buio”, “Il tuo vizio è una stanza chiusa e solo io ne ho la chiave” ve “I corpi presentano tracce di violenza carnale” adlı 5 giallo çekmiştir. Beşi de övgüyü hak eden, gayet başarılı filmlerdir.

La Coda Dello Scorpione (Sergio Martino, 1971)

scorpiondvd4d624dyo4Bu incelemede; Martino’nun 1971 tarihli başyapıtı “La coda dello scorpione”yi giallo-seyirci ilişkisi çerçevesinde çözümlemeye çalışıp, birçok kaynak tarafından ilk modern Amerikan filmi sayılan, büyük usta Alfred Hitchcock imzalı, 1960 tarihli Psycho (Sapık) filmiyle bağlarını ortaya koyacağım. Yazı; Bruno Nicolai’ın film için hazırladığı 22 sekans (sahne) ve 6 ara girişten oluşan 28 parçalık muhteşem soundtrack (eski versiyon) baz alınarak inşa edilmeye çalışılmıştır. Filmi; müzikleri esas ayrım olmak üzere, sahne sahne, plan plan parçalayıp masaya yatıracağız.

90 dakikalık ingilizce versiyon esas alınarak hazırlanan bu inceleme, baştan sonra spoiler (mahveden) içermektedir.

SEKANS 1
Film; Bruno Nicolai’ın bir yandan insanın belleğine mermi gibi çakılan bir yandan da dizemleriyle kalbi yoran unutulmaz ezgileriyle başlar. Muhteşem bir Dziga-Vertov “kamera-göz”ü karşılar seyirciyi. (Biz yani seyirciler) yolda yürümekte olan kırmızı şapkalı bir kadının ensesindeyizdir. Karaktere dokunacak kadar yakınızdır, hatta o yavaşlayınca yavaşlarız, hızlanınca hızlanırız, sanki arkasını dönse mahçup olacağızdır. O denli rahatsız edicidir durum. Kısa bir süre nefesimizi ensesinde hissedecek kadar yakın takip ederiz kadını. Sonra nedense dururuz. Müziğin ritmi düşer. Yönetmen tanımadığımız, yalnız bir kadını bu kadar yakından takip ettiğimiz için bizi adeta pişman etmiştir. Bir huzursuzluk dolar içimize. Kadın uzaklaşıyordur. O uzaklaşırken yoldan geçmekte olan çift katlı, kırmızı otobüsleri fark ederiz. Londra’dayızdır.

Akabindeki planda, parkta yalnız başına yürüyen (aynı) kadını bir ağacın arkasından dikizliyorken buluruz kendimizi. Nicolai ritmi pekiştirmiştir. Yeniden kalp çarpıntılarımız başlar. Yanlış bir şey yaptığımız izlenimine kapılırız.

Sahne, müziğinin gövdesi üzerinde devam etmektedir. Üçüncü planda, kadını çok uzaktan gözlemlemekteyizdir. Şapkasından hemen tanırız, kalabalıkta yürüyordur. İlk 2 plandan farklı olarak, burada kendimizi yapıtın/yapının bir parçası olarak göremeyiz. Dördüncü planda yönetmen; bir havuzun arkasından kadına yaptığı “zoom”la beraber, seyirciyi filmden adeta çekip, koparır. Seyirci; kadını takip etmekte olan bir karakter olmadığını sadece ‘seyirci’ olduğunu anlar. Film başlayalı sadece 35 saniye olmuştur. Bundan sonraki planda daha da net bir şekilde filme ait olmadığımızı anlarız. Kadının biraz önünde ilerleyen ve kadının görüntüsünü önünden geçmekte olduğu dükkan vitrinlerinden seyirciye aktaran kamerayla beraber kendi açımızdan yaşadığımız huzursuzluk bütünüyle yok olur. Bundan sonrasını, bundan öncekine göre farklı algılamaya başlarız. Sadece bir üçüncü göz, bir tanığızdır artık. “Takipçi” falan değilizdir. Sonrasında; önceki planların (ilk beş planın) arka arkaya bindirilmesi ile beraber, kadının evine doğru yürüyüşüne tanık oluruz. Sahne bittiğinde, önümüzde iki seçenek kalır. Bir yerlere yetişmeye çalışıyormuş izlenimi edindiğimiz, 35-36 yaşlarındaki güzel kadının ya (karanlık) bir iş çeviriyor olduğu ya da karanlık bir yöne, bir kapana doğru savruluyor olduğu.

Sahneyi bütün enstrümanlarıyla (bilhassa yön duygusunu yitirmemizi sağlayan kurgusuyla) beraber okuyunca şu sonuç daha ağır basmaktadır: Kırmızı başlıklı kız, kurdun tuzağına doğru ilerlemektedir.

scorpioncap24d6318ip2

FOGLIE ROSSE
Kadın nezih bir semtte oturmaktadır. Ekonomik durumunun fena olmadığını tahmin ederiz. Evin tasarımı oldukça güzeldir, duvarda büyük yağlı boya tablolar, son derece temiz, düzenli bir ev olduğu izlenimi verir. Kadının (kocasının) ekonomik durumu kesin iyidir. Kadın evine girer girmez, hemen (siyah, çevirmeli) telefona sarılır. Telefonun tuşları yukarıdan aşağıya, saatin ters yönünde, sırasıyla 1234567890 rakamlarından oluşmaktadır. Dikkatli bakınca kadının 35356 no’lu telefonu aradığını fark ederiz. Kadın, aşığını aramaktadır. İlk kez ismini duyarız, adı Lisa’dır. Kocasının Tokyo’ya doğru havalanacak uçağa bindiğini, (sevgilisine) onu özlediğini ve (onu) beklediğini söyler. Acele etmesini isteyip, telefonu kapar. 3. dakika içinde klasik Viktoryen suç/cinayet üçgeni kurulmuştur. Kadın, kadının kocası ve (kadının) aşığı..

Tokyo’ya gidecek olan uçağın kalkışını gösteren planla (1) beraber, sevgililerin buluştuğu (evdeki) plana geçilir. Fonda (ve filmde de plakta), Nicolai’nin insanın içine mutluluk serpiştiren Foglie Rosse’si (Kırmızı Yapraklar’ı) çalmaktadır. Sevgililer birbirine tutkuyla bakmaktadır. J&B’ler içilmiş, hafiften rahatlamışlardır. Elele tutuşurlar. Bundan sonrası tam bir kurgu oyunudur. Havadaki uçağı gördüğümüz görüntülerin arasına, yavaş yavaş işi pişiren çiftin görüntüleri serpiştirilir. Uçağı yeniden görürüz (2). Öpüşmeye başlarlar. Uçağı bir daha görürüz (3). Yatakta ve çıplaktırlar. Ateşli bir şekilde öpüşmeye başlamışlardır. Uçağı tekrar görürüz (4). Deli gibi sevişmeye başlamışlardır.

Martino seyircisini vicdanıyla yüzleştirmiş ve araya serpiştirdiği uçak görüntüleriyle, seyircinin kendisini aldatılan eşin yerine koymasını sağlamaya çalışmıştır. Beşinci ve son uçak kesmesiyle beraber, yönetmen, adeta jiletini seyircinin boynuna vurur. Foglie Rosse aniden kesilir. Uçak havada infilak etmiştir.

SEKANS 2
Gecenin bir vakti yatağın başucundaki telefon çalar. Yatağın köşesinde bulunan sehpanın üzerinde, telefonun hemen arkasında Lisa’nın kocasıyla beraber çektirdiği mutluluk fotoğrafı vardır. Kadın uyanır, telefonu eline alır, telefondaki ses kocasının uçağının düştüğünü kendisine haber verir. Kadın aniden fotoğrafa bakar. Uçağın patlama anı gözünün önüne gelir. Ardından kadının gözlerine, fotoğraftaki kocanın gözlerine ve kadının aşığının gözlerine yakın plan kesme atılır. Kadında ve izleyicide bir an olsun pişmanlık duygusu boy gösterir. Zavallı kocaya acırız. Martino topu seyirciye atar. Seyirci kendisini Lisa’nın kocasının yerine koyar.

Bir sonraki sahnede, (Thames nehrinin üzerindeki) köprüdeki gazete satıcısı “Trajik uçak kazası! Kurtulan Yok!” diye bağırmaktadır Londra’ki meşhur Big Ben saat kulesini ve Westminister sarayı görürüz. Ölenlerden 35’inin İngiliz olduğunu öğreniriz satıcıdan.

Kadın kocasının sigorta şirketi olan “International Unlimited Insurances”a gelir, üzerinde bordo bir kıyafet, elinde kırmızı bir çanta vardır. Şirketin karşısında kendisini gözleyen biri olduğunu görürüz. Bay Brenton adlı şirket yöneticisinden kocasının, ölümü halinde karısına 550.000 pound/sterlin (ki o da yaklaşık 1 milyon dolar etmektedir) verilmesini öngören bir poliçesi olduğunu öğrenmiştir. Poliçeden haberi yoktur. Parayı duyunca ve kadının soğukkanlılığını görünce, var bu işte bir bit yeniği diye düşünürüz. Bu arada kadın ve kocası arasındaki soğuk ilişkinin bazı ayrıntılarını öğreniriz. Kadından çok daha yaşlı olduğunu, işlerini Yunanistan’da yürüttüğünü, nadiren görüştüklerini, soyadının Baumer olduğunu vs. Kadının bazı formaliteler için Atina’ya gitmesi gerektiğini öğreniriz. Kadın odadan çıkınca, Branton’ telefona sarılır ve “Peter Linch, lütfen” der.

Kadın, köprü bitimindeki yolda kendisi getiren araçtan iner ve kırmızı bir telefon kulubesine girer. Aşığını arar, durumu bildirir, yarın Atina’ya gitmesi gerektiğini söyler. Sigorta şirketinin karşısında, kendisini gözleyen tip, kulübenin az ilerisinde kendisini takip etmektedir. Sekans 2’nin finali çalmaktadır. Şüpheli genç, kadına yaklaşır, kovalamaca başlar, sonunda yakalanır. “Bırak beni, benden ne istiyorsun” diye sorar kadın. Delikanlı kadına ismi ile hitap eder. Birbirlerini eskiden tanıyor olduklarını anlarız. Delikanlının amacını anlamakta gecikmeyiz. Lisa’nın eski sevgilisidir ve uyuşturucu yüzünden kendini helak etmiştir. Kadına uyuşturucu parası için şantaj yapar. Delikanlı elinde, Lisa’nın, kocasının ölümünü istediğine dair elyazılı bir mektup olduğunu öne sürmektedir. Delikanlının eski sevgilisinden tek istediği biraz paradır. Kadın çıkarıp 100 pound verince anlarız ki, böyle bir mektup gerçekten vardır. Bu arada yüzü yaralı, siyah güneş gözlüklü, siyah eldivenli bir adam onları uzaktan gözlemektedir. Kadının parayı verdiğini görür. Kadın akşam mektubu alınca 100 pound daha vereceğini söyler. Delikanlı 300 daha ister. Uyuşturucuya ihtiyacı olduğu bellidir.

SEKANS 3
Akşam alacakaranlık çökmüştür. Kadın delikanlının evine gider, mevzubahis parayı getirmiştir. Eski sevgilisi olduğu için evinin yerini biliyordur. Eve geldiğinde içerir girer. Paltolu, güneş gözlüklü, siyah eldivenli, yaralı yüz, apartman girişindeki merdiven boşluğundadır. Elinde bir mektup olduğunu fark ederiz. Mektubu almıştır, gidiyordur. Kadın daireye girer ve ölmek üzere olan delikanlıyı görür. Yaralı yüz, onu bıçaklamıştır. Delikanlı “Lisa! Mektup!” der ve ölür.

scorpioncap34d6395jx6

VENTO D’AUTUNNO
Kadın; “Trans World Airlines”la Atina’ya gelir, fonda Nicolai’ın “vento d’utunno”su vardır. Biraz, Atina’yı yukarıdan seyrederiz. Yönetmen, olayların cerayan edeceği şehre bizi ısındırmaya başlar. Havalimanında Lisa’yı takip etmekte olan Peter Linch’i görürüz (George Hilton). Takım elbiseli, bambaşka biri daha gözetlemektedir uzaktan Lisa’yı. Lisa, oteline gelir kaydını yaptırır. Peter da aynı otele rezervasyonunu yaptırmıştır.

SEKANS 4
Lisa, akşam bir restoranda oturmaktadır. (Burası bir Rum meyhanesi olabilir). Sahnede müzikli bir halk oyunları gösterisi vardır. Çayını yudumlamaktadır. Tedirgin gibidir. Sigarasını çıkarır, ağzına alır, tam çakmağına uzanmak üzereyken, Peter (çakmağıyla) sigarasını yakıverir. Masaya otururlar, biraz sohbet ederler. Lisa, Peter’ı tanıyor ve International Limited’ta çalıştığını biliyordur. Havalimanındaki takım elbiseli adam da mekana gelir, 14 numaralı masaya oturur. Sohbet ederlerken, Lisa’ya bir not gelir. Lisa alelacele, bir taksiye binip uzaklaşır. Ve de tüm bunlar olurken fonda; Yunan ezgilerinin karşı konulmaz cazibesini taşıyan, filmin en can alıcı müziklerinden biri, belki de birincisi olan ‘Sekans 4’ çalmaktadır.

SEKANS 5
Lisa kendisine gelen mesajda yazan adrese gelmiştir. Burası bir tiyatrodur. Arka kapıdan ilerler, (tiyatro malzemelerinin bulunduğu) depoyu geçer, içinde bulunduğu mekanın klasikliğiyle bütünüyle zıt, metal konstrüksüyonlu, postmodern merdivenden yukarı çıkmaya başlar. Adımlarını üst basamağa attıkça bir piyano sesi, sessizliğin kontrolünü ele geçirmeye başlar.

Lisa, sahne arkasındaki kulis tarafından piyano tınıları yükselen sahneye yönelir. Sahnede bir piyano, piyanonun başında da kızıl saçlı bir kadın vardır. Duyulmakta olan dinginlik verici müzikle taban tabana zıt hisler oluşturan, son derece grotesk bir ortam karşılar Lisa’yı. Arkasından yavaş yavaş kendisine yaklaşmakta olan Lisa’ya yüzünü dönmeden “umarım bu mekan sinirlerinizi bozmuyordur” diyen kızıl saçlı kadın; ardından, mekanın groteskliğinin bütünüyle farkında olarak şu cümleleyi sarf eder : “Bir fars (farce) için ideal bir yer. Ya da bir trajedi için!..”

Lara adlı kızıl saçlı kadın, üstü örtülü bir biçimde de olsa düpedüz Lisa’yı tehdit etmiştir. Kadın, Lisa’yı tiyatro salonunun girişinde beklemekte olan avukatı, Sharif ile tanıştırır (ikinci tehdit). Bu adam yüzü yaralı, gözlüklü, eldivenli adamdan başkası değildir. Usulca, sahneye doğru yaklaşmaktadır. Lisa onu görmemiştir ama bizler seyirci olarak onu daha önce iki defa görmüşüzdür ve Londra’daki delikanlıyı öldürüp, mektubu çaldığını biliriz. Bu bizim tehlike algımızın tavan yapmasına sebep olur. Bir fars değil ama bir trajedi geliyordur.

Lara, Lisa’nın (kocası) Kurt Baumer’in sigortadaki parası için orada olduğunu bildiğini, paranın yarısını (500.000$) kendisine vermezse kocasını öldürdüğünü ispatlayabileceğini öne sürer. Lisa duruma uyanamıştır ama seyirci kadının neyi kastettiğini çoktan anlamıştır bile. Aslında kadın elindeki bilgileri/mektubu kullanacağını söyleyerek Lisa’yı tehdit etmiştir. Kızıl saçlı kadın, Lara, Kurt’un Atina’daki metresindir. Kurt Baumer’in güya Lisa’dan boşanıp, kendisiyle evlenmek istediğini, sigortanın muhatabı olarak da kendisini yapacağını söylediğini iddia eder. Lisa “sana kimse inanmaz” der. Anlaşılan o ki; Lisa halâ ayılmamıştır. Kadın, “avukatım Sharif bana inanır” der ve (Sharif’i kastederek) “iyi bir avukat değildir ama insanlardan nasıl kurtulması gerektiğini iyi bilir” dediği an, Lisa delikanlıyı bu tipin öldürdüğü ve mektubun onlarda olduğunu anlar. Ama iş işten geçmek üzeredir. Kadın “hemen (paranın yarısını onlara bıraktığını beyan eden) bir sözleşme imzala ya da Kurt’un intikamını almak zorundayız ” diye son bir kez tehdit eder. Güneş gözlüklü, siyah eldivenli, yaralı yüzlü, yapılı adam sahneye yaklaşır. Lisa kaçmaya yeltenir. Adam/Sharif sahneye çıkan merdivenlere doğru hızlanır. Sekans 5 çalmaya başlar. Martino; tiyatronun tavanına yakın bir noktadan; avizeleri, seyirci koltuklarını, balkonu, sahneyi ve sahnedekileri çarpık bir açıyla için alan müthiş bir çekimle seyircisine grotesk bir sanat şovu yapar. Lisa geldiği yere, sahne arkasına doğru kaçıyordur. Trajedi başlamıştır artık.

Tiyatroya giriş sahnesinde gördüğümüz merdivenlerde müthiş bir kovalamaca yaşanmaktadır. Ölümün soğuk adımları takip etmektedir Lisa’yı. Martino, bu sahnede el kamerasına döner ve seyircinin kovalamacaya dahil olmasını sağlar. Seyirci, katil ve maktül arasında sıkışır kalır. Seyirci de koşmak zorundadır artık. Yönetmen, bu daracık mekanda, her biri birbirinden çarpık ve tuhaf açılardan yakaladığı görüntüleriyle hiç bitmeyecekmiş hissi veren bir karabasan yaratmıştır. Lisa merdiven basamaklarını bitirir ve aşağıda birden Peter peyda olur. Beraber kaçmaya başlarlar. Peter durumdan şüphelenmiş ve Lisa’yı takip etmiştir. Peter, elinde bıçağıyla kendilerini yakalamak üzere olan Sharif’i etkisiz hale getirir. Ardından “Hadi polise gidelim” der, “hayır, otele” der Lisa. Arabaya binerler ve otele giderler. Lisa ikidir, ciddi bir suça şahit olmakta ama polise gitmekten imtina etmektedir. “Bu gece olanları  unutalım der” Peter’a. Seyircinin şüphesi Lisa üzerinde yoğunlaşır. Lara ve Sharif’in ilk cinayetten ve hırsızlıktan suçlu oldukları kesinleşmiştir. Lisa da şüpheliler arasına girmiştir. Peki ya Peter? O korkunç merdiven boşluğunda hiç mi masum insan yoktur?

scorpioncap44d6403aw4

VENTO D’AUTUNNO
Film başlayalı 21 dakika olmuştur. Lisa, sigorta şirketinin Atina’daki bürosuna gelir. Tüm ikazlara rağmen, 1 milyon dolarlık parayı nakit olarak çekmek istediğini söyler ve çeker. Siyah bir çantaya para koçanlarını diklemesine koyarlar, çantayı alır ve otele gider.

SEKANS 6
Lisa yolda taksiyi durdurur, bir havayolları acentesinden akşam saat 21’e Tokyo’ya bir kişilik uçak bileti alır. Aynı vakitlerde, Peter, Kurt Baumer’in malikanesine gelmiştir. O da bir çeşit araştırma yürütmektedir. Sharif, siyah arabasının içinde onu ileriden gözlemlemektedir. Peter’ın boş bir anını yakalar, motoru çalıştırır ve onu ezmeye çalışır. Peter, son anda kurtulur. Lisa, otel odasında bavulunu hazırlamış, uçağın kalkışını beklemektedir. Fonda, sekans 6 duyulmaktadır. Lisa saatine bakar, 18:09’dur. Mavi çakmağını ve Astor marka sigarasını alır, bir tane sigara yakar, beklemeye başlar. Stresli olduğu anlaşılmaktadır. Odasındaki telefon çalar, Tokyo’dan bir telefon kendisini aramaktadır. Arayan aşığıdır. “Para ne oldu” diye sorar adam. Lisa, “sorun yok” der ve saat 21:00’de Tokyo uçağına bineceğini söyler.

SEKANS 7
Peter, otelin lobisindedir. Resepsiyoniste yaklaşıp, Lisa’nın odasını terk edip etmediğini sorar. Resepsiyonist, bayan Baumer’in akşam yemeğini odasında yediğini, saat 19:30’a kadar da rahatsız edilmek istemediğini söyler. Aynı anlarda Lisa, odasında bir an evvel ayrılık saatinin gelmesini beklemektedir. Çok heyecanlıdır. Odasındaki telefonu eline alır, otelden ayrılmak istediğini bildirir. Bir taksi çağırmalarını rica eder. Havalimanına gidecektir. Telefonu kapar. Telefonu kapar kapamaz, Martino’nun kamerası, otel odasının kapı-koluna yakın çekim yapar, bu arada fonda sekans 7 çalmaktadır. Yakın çekim gösterir ki, odanın kapısı açılmaktadır. Lisa, bu sesi duyar. Tedirgin olur, kapıya doğru yönelir. Katil sustalı bıçağının düğmesine basar (Bu fotoğraf müthiştir). Lisa bir an donakalır. Maskeli katil karşısındadır. Kurtulmaya çalışır ama katil onu hunharca öldürür. Kadının önce boğazını keser, sonra ne anlamı varsa göbeğini deler, karnını parçalar, bileklerini keser. Karşımızda sert, acımasız bir katil vardır. Katil erkektir. Sonra hemen (para dolu) çantaya yönelir, çantayı kontrol edip, yanına alır.

Katil, çantanın içinde para olduğunu kesin biliyordur, Lisa’nın otelden ayrılmak üzere olduğunu da kesin biliyordur. Bu noktada bir anlığa duralım ve geriye kalan 25 dakikada karşılaştığımız şüphelileri tek tek sayalım: Lisa’nın sevgilisi, sigorta müdürü Bay Brenton, Peter Linch, yaralı yüz, havalimanındaki şüpheli tip ve ölmemiş olma olasılığı olan koca. Yani elimizde şimdilik 6 tane şüpheli vardır. Giallo minimum şüpheli sayısı olan 4’ü çoktan aştık bile.

Peter, resepsiyondadır ve Lisa’ya ulaşılmasını isteyip durmaktadır. Resepsiyonist kadını arar ama cevap alamaz. Peter, kadın ayrılmış ama oda anahtarını temsil etmemiş olabilir mi diye sorar. Resepsiyonist, bayan Baumer’in kendisini saat 19:00’da aradığını ve saat 20:15’te taksi çağırmalarını istediğini söyler. Ondan sonra otelden ayrılmamıştır. İkisi beraber merak içinde kadının odasına giderler, kat sorumlusu ve temizlikçi kadın da onlarla beraberdir. Kapıyı çalarlar, ses gelmeyince anahtarla açarlar ve feci manzarayla karşılaşırlar. Cesedi görünce dış kapıya yaslanan Peter’ın gözlerine yakın çekim yapılır.

Bir sonraki sahnede, foto muhabirleri görgü tanıklarının otel odasında fotoğraflarını çekmektedirler. Bu sahnede güzeller güzeli Cleo’yu ilk defa görürüz. Uzmanlar ve olay yeri inceleme ekipleri cinayetin işlendiği otel odasındadırlar. Adli tıp doktoru maktulün 19-19:30 arası öldürüldüğünü söyler. Ardından Luigi Pistilli’nin canlandırdığı cinayet masası komiseri Stavros’u görürüz. Yardımcısına, cinayetin cinsel sapıklık veya hırsızlık amaçlı olabileceğini söyler. Kurbanı önceden tanıyan Peter Linch, birinci dereceden şüphelidir.

Akabindeki sahnede müfettiş Stavros’un emniyetteki odasındayızdır. Peter’ı sorgulamaktadır. Stavros’un masasında bir yapboz (puzzle) vardır, arasıra ona bazı parçalar eklemeye çalışmaktadır. Parçalar bir türlü yerine oturmaz. Peter; kurbanın daha önce de eski bir tiyatroda, (uzun boylu bir adam tarafından) öldürülmeye çalışıldığını, Lisa’nın bu konuda konuşmak istemediğini için konu hakkında daha fazla bir şey bilmediğini komisere söyler. Tiyatroda kızıl saçlı bir kadın daha bulunduğunu ilave eder. Araştıracağız der Stavros.

Peter, kendini tanıtırken International Unlimited Insurances için çalıştığını söyler. Orada ne iş yaparsınız diye sorar Stavros. Stavros bir yandan yapbozla uğraşmakta ve bir türlü uygun parçaları becerememektedir. Peter, “Ben onların kölesiyim. 11 yıldır onlar için çalışıyorum, İşim, uçak kazasıyla bir ilişkisi var mı diye bayan Baumer’i takip etmekti” der. Hadi Baumer’lerin villasına gidelim der Stavros. Komiser, Peter’ın daha önce öldürülmeye çalışıldığını bildiğini lafın arasında sokuşturur. Şimdilik Peter bir zanlıdır.

Stavros ve Peter müfettişin odasından çıkarlar. Kapının önünde daha önce havalimanında ve restoranda gördüğümüz takım elbiseli adamı görürüz. Bu adam Interpol’den John Stanley’dir. Peter’ın kimlik bilgilerini teyit etmiştir. Çıkışta muhabirler beklemektedir. Müfettişten bilgi almaya çalışmaktadırlar. Cleo da aralarındadır. Peter, kızı otel odasından hatırlar. Arabanın arka koltuğundayken arka camdan ona göz kırpar. Cleo gülümser ve uzaklaşırlarken katil zanlısı Peter’ı fotoğraflar ve yanındaki muhabire şüphelinin ne kadar da hoş/yakışıklı olduğunu söyler.

John Stanley, uçak denize düştüğü için henüz patlamanın sabotaj olup olmadığını çözemediklerini söyler. Lisa’nın parayı sigorta şirketinden neden nakit aldığını ve neden Tokyo’ya gitmek için bilet ayırttığını bilmediklerini ilave eder.

John Stanley, araştırmalarına başlar. Restorana gider (hatırlarsınız o akşam kendisi de oradaki 14 numaralı masadaydı), garsona o akşamki mesajın kimden geldiğini bulması/hatırlaması/öğrenmesi için rüşvet verir. John Stanley, elinde muhtemelen o gece mesajı veren kişinin adresi bulunan bir kağıt parçasıyla restorandan çıkınca, Peter onu arabasıyla takip etmeye başlar. Peter, ondan şüphelenmektedir. John Stanley, Lara Florakis’in evine gelmiştir. İçeri girer, kadınla konuşmaya başlar. Peter da takiptedir. Dış kapıdan içeriyi dinlemeye çalışmaktadır ki adamın biri gündüz gözü ona baltayla saldırır. Evet baltayla. Bu herif Sharif’den başkası değildir. Peter yine son anda kurtulur. Sesi duyup kapının önüne koşan John Stanley, silahıyla adamı kovalamaya başlar. Bu arada, Peter Lisa’nın ölümü nedeniyle Lara’yı suçlamaktadır. Lara’nın üzerine yürür, onu tartaklar. Peter, katilin Lara’nın ‘eğitimli canavarı’ Sharif olduğunu düşünmektedir. Stanley adamı yakalayamamıştır. Geri gelir, Lara’ya birkaç soru sorar. Bu arada Lara’nın evinin son derece ilginç bir mimari tasarımı olduğunu öğreniriz.

Bir sonraki sahne, filmin en can alıcı, en kilit sahnelerinden birisidir. Kalabalık bir sokaktaki telefon kulübesinden bir ev telefonu aranır. Telefonun çaldığı evde, çıplak bir kadın yatakta uyumaktadır. Kadın telefonu açar, karşısındakine “Hayır, hayır henüz eve gelmedi” der. Telefonun diğer ucundaki şahıs kadına ismini vermez, bir not da bırakmaz, telefonu kapatır. Kadın yeniden kafasını yastığa koyar koymaz, yatağın yanı başındaki sandalyenin üzerindeki hostes kıyafetlerini görürüz.

Giallolarda bu tip ‘mütemmim cüz’ sahnelere sıkça rastlanmaktadır. İlk başlangıçta, filmin bütününden tamamen bağımsızmış gibi görünen bu tip sahneler, sona/finale doğru bütün taşların yerine oturmasını sağlayan kilit sahnelere dönüşürler. Bunlar, işlevlerini, kimi soru işaretlerini ortadan kaldırmak olarak özetleyebileceğimiz tamamlayıcı sahnelerdir. Genellikle açılışlarda (Profondo Rosso, La Casa Dalle Finestre Che Ridono) bulunmak üzere hemen her gialloda bir iki tane tamamlayıcı sahne yakalamak mümkündür.

SEKANS 8
Peter, otelin resepsiyonuna gelir. Resepsiyonist Peter’ın zanlı olarak lanse edildiği gazeteye göz atmaktadır. Kendisine bir zarf bırakıldığını öğrenir. “İlk kez bir ‘şüpheli’nin fotojenik oluyor/çıkıyor. Dionisio’s’ta yemekli bir mülakata ne dersin?” yazan mesaj, fotomuhabiri Cleo Dupont’tan gelmektedir. İçinde Peter’ın emniyetten götürülürken çekilen siyah-beyaz fotoğrafları vardır. Peter, penceresinden Akropol’ün görülebildiği Fransız restoranına gider. Yemekte birbirlerine kur yaparlar. Yeni bir ilişki başlıyordur. Kadın, John Stanley’den Peter’ın öldürülmeye çalışıldığı öğrenmiştir ve bu yapanın Lisa’yı öldüren kişi ile aynı olmasının aptalca olduğunu, 1 milyon doları olan birinin daha dikkatli davranacağını düşündüğünü söyler.

scorpioncap14d62cacu1

VENTO D’AUTUNNO
Restoranın önünde olay hakkında bir süre akıl yürütürler, fikir alışverişinde bulunurlar. Peter polisin pasaportuna el koyduğunu, pasaportu olsaydı davayı çözeceğine inandığını söyler. Öpüşmeye başlarlar.

SEKANS 9
Peter’ın oteldeki odasına giderler, her tarafın talan edildiğini görürler. Biri odada arama yapmış, yastıkları, yorganları hatta perdeleri bile parçalamıştır. Peter, otel yönetiminden odasının değiştirilmesini talep eder. Yeni odalarında J&B’lerini yudumlarlar, Cleo Peter’a “içkime hap mı attın” diye takılır. Sevişirler.

Yağmurlu bir havada, gök gürüldemektedir. Lara ve Sharif, park etmiş siyah arabada konuşmaktadırlar. Yağmurun bardaktan boşanırcasına yağdığı sahnedeki çekim Orson Welles’in Journey into Fear’ının muazzam finalini anımsatmaktadır. Konuşmalardan, paranın onlarda olmadığı kesinleşir. Londra’daki çocuğu boşu boşuna geberttik der Sharif. Yanıldık der. Lara, Peter’dan şüphelenmiştir. Otel odasını hallaç pamuğu gibi atan Sharif’tir. Lara, Sharif’e yarın görüşürüz der ve evine girer. Katil Lara’yı takip etmektedir. Lara takip edildiğini hisseder ama emin olamaz. Birazdan evinin gotik tasarımı mükemmel bir cinayet sahnesine zemin hazırlayacaktır. Şüphe, tedirginlik ve katıksız/katışıksız korku 5 dakika boyunca sahnede hakimiyet kuracak, giallo dünyası gelmiş geçmiş en güzel cinayet sahnelerinden biriyle tanışmış olacaktır. Filmin sinemasal anlatı açısından zirvesini, kendisini türdeşlerinden ayıran benzersiz tarafını bu sahneler oluşturmaktadır. Plan plan ilerliyoruz.

Lara, evinin dış kapısından içeri girer. El kamerasıyla katilin bakışaçısından (point of view) takip başlar. Katil, bahçe kapısını açar. Lara içeri girer, kapıyı dinler. İyice şüphelenmiştir. Ses gelmeyince içi rahatlar. Çakan şimşeklerin ışığıyla katilin silüetini görürüz. Otelde Lisa’yı boğazlayan kişidir. Yüzünü tanıyamayız. Beklemektedir. Lara yatak odasına gider, kolyesini çıkarır. Soyunmaya başlar. Anahtar deliğinden onu gözleriz. Kapı açılmaya başlar. Sesi duyan Lara’nın gözleri dehşet içinde açılır. Kapı sürgüsü yavaş yavaş açılmaktadır. Kapı kilidine zoom yapılır. Biri kapıyı açmak üzeredir. Sürgünün çıkardığı ses üst perdeden verilmeye başlar. Sadece sürgünün sesini duyarız. Lara kapıya doğru ağır çekimde koşmaktadır. Ses kulakları tırmalamaktadır. İnanılmaz bir kurgu başlar. Lara dehşet içindedir. Kapıya yetişmek zorundadır. Koşar, koşar, koşar ve kapıya çarpar. Tüm bu olanlar 16 saniyelik bir ağır çekimle izleyiciye korkunç bir deneyim yaşatır. Kapıya yetişen Lara hızla yedek sürgüyü devreye sokar. Katil, kapıyı zorlamakta adeta zangır zangır sarsmaktadır. Kimsin sen diye bağırır Lara. Katil kapıyı kırmak üzeredir. Metalin tahtaya vurduğunda çıkardığı ses işitsel bir işkence başlatır. Lara ne hissediyorsa izleyici de onu hissetmeye başlar. Bütün çekimler sıradışıdır artık. Martino gotik bir tarza kayar. Kızıl saçlı Lara sonun başlangıcındadır. Kadın korkudan dona kalır, nutku tutulur. Katil, delici aletiyle kapıyı parçalamaya başlar. Peter’a baltayla saldıran Sharif’in kapıyı deldiği yerden bıçağını sokar. Deliği büyütür. Lara telefona koşar, dehşet içinde Sharif’i yardıma çağırır. Bu arada gök gürlemekte, şimşekler çakmaktadır. Martino; Lara’nın evinde, doğal sesler, çarpık açılardan çekimler ve sıradışı bir kurguyla tam bir terör estirmekte, modern bir karabasan inşa etmektedir. Sonra sesler birden kesilir. Evin içindeki merdivenlerde yığılı kalan Lara’nın kalbi durmak üzeredir. Derken korkunç bir ses, sessizliği adeta başımıza yıkar. Katil, evin ikinci katına çıkan merdivenlerdeki camdan içeri girer. Oturma odasına kadar Lara’yı kovalar. Çığlık çığlığa kalan kadını yakalar. Ve gırtlağını keser.

SEKANS 10
Katil dış kapıya gider, sürgüleri kaldırır, karşısında Sharif’i görür. Sharif Lara’nın cansız bedenini görür. Müthiş bir kovalamaca başlar. Katil üst katlara kaçar. Sharif yapılı bir adamdır ve bıçağıyla gelmiştir. Kendine güveni tamdır. Katil çatı katına kaçmış ve saklanmıştırtır. Gotizm terasta devam etmektedir. Sıradışı çekimler, tuhaf mekanlar, korkutucu oyuncak bebekler, tuhaf tablolar sürreal bir deneyim yaşatır. Katil, Sharif’e arkadan saldırır, ayağından yaralar ve çatıdan kiremitlerin üzerine düşmesine sebep olur. Sharif, evin çatısından aşağıya uçmak üzereyken son anda tutunur. Zar zor dayanmaktadır. Bunu gören katil çatının en uç noktasına kadar gelir, adamın ellerini keser. Sharif düşer ve ölür.

Cleo’nun tespitlerinden, Lara ve Sharif’in hunharca öldürülmesinden sonra yeniden duralım ve eldeki durumu gözden geçirelim. Araştırmaları ve çabaları göstermektedir ki, Lisa’nın katili Interpol dedektifi John Stanley değildir. Kurt Baumer de kesin ölmüştür. Elimizde; Lisa’nın Londra’daki sevgilisi, Peter Linch, Sharif ve Bay Brenton kaldı. Sharif, cinayetlerinde ve saldırılarında yönetmen tarafından bize/seyirciye gösterilmişti. Peter’ı gebertmeye çalışan da o olduğuna göre, onun Lisa’nın katili olması çok çok düşük ihtimal, hatta imkansız. Brenton; atletik, kıvrak biri değil, ölçülerine uymadığı için katil olması çok güç. Klasik giallo örgüsü çerçevesinde bakarsak, çemberin daraldığını, sadece 2 şüpheli kaldığını söyleyebiliriz.

Peter’ın bir gece önce taşındığı otel odasındaki telefon çalar. Telefonu Cleo açar. Geceyi beraber geçirmişlerdir. Bir cinayet haberi gelmiştir. Lara Florakis adındaki bir kadının öldüğünü söyler Cleo.

Lara Florakis, Lisa Baumer ile aynı silahla, aynı şekilde öldürülmüştür. Haliyle Sharif’deki yara izleri de aynıdır. Komiser Stavros, olay üzerine düşünmeye başlar. Masasına oturur, yapbozla uğraşır, yine beceremez.

SEKANS 11
John Stanley ile beraber yat limanına gider. Peter’ın bir teknesi vardır. Cleo ile beraberdir. Stavros tekneyi nasıl aldığını sorar ‘köle’ Peter’a. Şaka yapmıştır tabi. John Stanley, havaalanın, tren garlarının, otoyolların kontrol altında olduğunu söyler. 1 milyon dolarla kaçmak kolay değil der. Peter da “ya parayı uzun süre saklarsa” diye sorar.

SEKANS 12
İkinci kilit sahneyi görürüz. Katil, yine aynı numarayı aramıştır.

SEKANS 13
Kadını, daha önce gördüğümüz hostes kıyafetlerini giymiş halde karşımızda buluruz. Elinde bir hediye vardır. Banyoda olduğunu anladığımız bir erkek sesi, kadının elindeki broşu kastederek beğendin mi diye sorar kadına. Kadın evet der. Telefon çalar. Arayan hiç şüphe yok ki katildir. Adamı sorar. Telefonu açan kadın “evet, evde” der. Banyodaki adama haber verir. Kız bir haftalığına göreve gitmektedir.

FOGLIE ROSSE
Genç çift, kızın evinde harika bir zaman geçirmektedirler. Cleo acemi bir aşçıdır. Bir kapı komşusuyla küçük bir park gerginliği yaşanır.

SEKANS 14
Uyanırlar. Aşıklar zamanı önemsemez der Peter. Fonda sekans 14 çalmaktadır. Sonra sohbete dalarlar. Peter, tekneye binip gidelim, özgür olalım, zaman zaman geliriz der. Tatlım ne dersin, bir adada mutlu olabilir misin diye sorar Peter. Para olmadan olmaz der Cleo. Haklısın der Peter. Yine de teklifini yineler. Peter evden çıkar. Fotoğrafçı kız, karanlık odasına girer. Para kazanmak zorundadır.

SEKANS 15
Önce katilin silüetini görürüz. Sigorta bağlantılarını sabote edip, elektriği keser. Sigortaların attığını düşünen Cleo, karanlık odadan dışarı çıkar. Dışarıda Peter’ı arabasının başında görürüz. Anahtarlarını unutmuştur. Sesler gelince, Cleo birinin yaklaşmakta olduğunu anlar. Korkar. Farkında olmadan katile doğru gider. Katil ağzını kapatıp, Cleo’ya saldırır. Peter zili çalar. Anahtarlarını unuttuğunu söyler. İçeride bir boğuşma yaşanmaktadır. Kadın biraz yaralanır, ama katilin elinden kurtulur, bağırarak Peter’dan yardım ister. Peter kapıyı kırar. Katili kovalar. Katil kaçar. Birkaç dakika önce arabasını yanlış yere park eden Peter’ın yaşadığı küçük gerilim, iki önemli işe yaramıştır. Birincisi katilin kaçtığı yerin önceden gösterilmiş olması, ikincisi Peter’ın gerçekten anahtarını unutmuş olma olasılığının ortaya çıkması. Peter aklanmıştır. Katil başkasıdır.

Komiser Stavros ve John Stanley olay yerine gelmiştir. John Stanley Peter’dan şüphelendiğini söyler. Olay yerini araştıran Stanley, bir adet kol düğmesi bulur. Akrep şeklinde, güzel bir işçiliğe sahip, sıradışı bir kol düğmesi. Film adını bütün düğümü çözecek olan bu kol düğmesinden almıştır. “La Coda dello scorpione”, “Scorpion’s Tail” yani “Akrebin Kuyruğu” demektir. Stanley, bu sizin mi diye sorar Peter’a. Hayır cevabını alır.

SEKANS 16
John Stanley araştırmalarına başlar. Fonda Vento D’autunno çalmaktadır. Antikacılara, hediyelik eşya satıcılarına gider. Hiçbir dükkanda akrep şeklindeki kol düğmelerinin benzerini bulamayacağını öğrenir. Seri üretim olmadığını, istisnai bir parça olduğunu öğrenir. Böyle bir işçiliğin Yunanistan’da yapılamayacağını, belki Türkiye’de yapılabileceğini duyar bir antikacıdan.

Bu arada Peter bilgi vermek için, şirketin Atina’daki bürosuna gitmiştir. Kurt Baumer’in bir fotoğrafı olup olmadığını sorar. Gazetelerde çıkan fotoğrafına ulaşır. Bir sonraki sahnede telefonda komiser Stavros’la konuşur, Cleo’nun taburcu olacağını öğrenir.

Emniyetteki sahne inanılmazdır. Yine inanılmaz tuhaf bir çekimle karşı karşıyayızdır. Keşke 35 mm’de görebilseydim dedirten bir sahne karşımızdadır. Enlemesine bir çekim yapılmaktadır. Peter, John Stanley’in elindeki yarayı fark eder. O bir polise bir şeyler anlatırken diyalog başlar. Masanın üzerindeyizdir. Kamera yan yatmış durumdadır. Ellerini görmek istiyorum der komiser. Peter’ın ellerini komisere uzattığı sahnede büyük bir sinemasal haz almaya başlarız. Niye olduğunu öğrenebilir miyim der Peter. Geleceğini öğrenmek için der komiser. Stavro’nun masasında halâ yarım kalmış yapbozu durmaktadır. Bu yapboz, açık bir şekilde olayın çözümsüzlüğünü simgeleyen kuvvetli bir metafora dönüşmüştür. Cleo katilin elini ısırmıştır. Deri eldivenleri olmasına rağmen mutlaka yara izi bırakmıştır diye kontrol eder komiser. Peter, Stanley’den şüphelendiğini söyler. Cam yüzünden öyle olduğunu öğreniriz. Stanley yara bandını çıkarıp gösterir çünkü. Tüm bunlar yaşanırken polis-zanlı-polis üçlüsü arasında adeta bir sarkaç gibi sallanan kamera müthiş bir deneyim vaat etmektedir. Bu son derece deneysel 50 saniyelik çalışmanın benzerlerine bazı Antonioni’lerde ve ilk dönem Sam Raimi’lerde rastlamak mümkündür.

Lisa’nın, eşini aldattığı sevgilisini televizyon izlerken görürüz. Televizyonun yanında J&B şişesi durmaktadır. Bu ev, hostesin evidir. Taşlar yerine oturmaya başlamıştır artık. Televizyonda cinayetlerin haberi vardır. Cleo’nun saldırıya uğradığını, olay yerinde delil olarak akrep şeklinde bir kol düğmesi bulunduğunu söyler spiker. Delikanlı sigara içmektedir, stresli olduğu bellidir. Ama o sırada katil içeri girer. Kısa süreli bir boğuşma olur, katil delikanlıyı berbat bir şekilde öldürür. Bu delikanlının adı George’dur. Kendisi uçuş görevlisidir (steward). Cinayetin hemen ardından hostes kız eve gelir, cesedi görür

VENTO D’AUTUNNO
Cleo taburcu olmuştur, Peter’la beraberdir. Peter huzursuzdur, aklına bir fikir gelmiştir. Sigorta şirketinden aldığı Kurt Baumer resmini, Cleo’nun karanlık odasında büyüttürmek ister. Cleo çalışmasını tamamlar, ustalığını gösterir. Kurt Baumer’in kol düğmeleri akrep şeklindedir. Baumer’in ölmemiş olma olasılığı yeniden ortaya çıkmıştır. Durumu hemen komiser Stavros’a ve Stanley’e bildirirler. Cleo, Lisa’nın son aşığı George’un bir şeyler bildiği için öldürüldüğünü düşündüğünü söyler. Bu arada Peter, Stavros’un yapbozuyla uğraşmaktadır. Cleo kendi teorisini Kurt Baumer’in katil olduğu üzerine kurmuştur. Bu teoriyi Peter da desteklemektedir. Stanley bu hipoteze inanmış gibidir. Peter’dan bir süre daha şüpheliyi oynamasını, ondan yem olmasını rica eder. Peter kabul eder. Teknesinin Pire limanında olduğunu, denize açılıp, kaçıyormuş gibi yapabileceğini, böylelikle katilin dikkatini bir süreliğine dağıtabileceğini söyler. Doktoru da Cleo’ya bir yolculuk önermiştir. Komiser , telsizi olduğunu öğrendiği tekneyle açılma önerisini kabul eder. Aynı anda Peter komiserin masasının üzerindeki yapbozunu bitiriverir. Müthiş bir imgelemdir bu. Peter için taşlar yerine oturmuştur. Peki ya komiser için?

Cleo ve Peter, odadan ayrılırlar. Hostes içeri girer. George’un hediye ettiği denizkızı figürlü broşu takmıştır. Bu broş, akrep şeklindeki kol düğmelerinin işçiliğini çağrıştırmaktadır. Stanley duruma uyanır.

SEKANS 17
Peter ve Cleo denize açılmışlardır. Sahil sahil gezerler, inanılmaz mutludurlar. Sekans 17 mutluluklarına tercüman olmaktadır. Bu arada, Stanley araştırmalarını derinleştirmek için Baumer’in artık tapusu alacaklar yüzünden bankaya devrolan villasına gider. Kahya’ya/bahçıvana/bakıcıya rüşvet verir, içeri girer. Adam savaş sırasına hastanede tanışmıştır Kurt Baumer’le. Güvertede uyuyakalmış olan Cleo uyanır, denizde dalgıç kıyafetlerini giymiş Peter’ı görür. Peter’ın elinde bir çanta vardır. Çantada ne olduğunu sorar, zıpkınların der Peter. Peter, Cleo’ya merak etmemesini, daha önce donanmada (asker) olduğunu söyler. Cleo; muhabir olduğu için bir hinlik olabileceğini sezer, durumdan şüphelenir.

SEKANS 19
Hemen arkasından paletleri giyer, suya girer. Amacı Peter’ı takip etmektir. Peter’ı, bir kaya oyuğuna girerken görür. Fonda sekans 19 çalıyordur. Çıktığında çantası boştur. Bu arada bir ara sahneyle polislerin durumu/cinayetleri/davayı çözmek üzere olduklarını görürüz.

SEKANS 20
Ertesi gün Cleo uyanır, Peter halâ uyuyordur, hemen kaya oyuğuna dalış yapar. Oyuk bir mağaraya ulaşmaktadır. Korkunç gerçeği öğrenir. Taşlarla üstülü örtülü paraları bulmuştur. Bunca zaman beraber vakit geçirdiği, aşık olduğu erkek katilin ta kendisidir. Bir el omzuna dokunur. Korkuyla arkasını döner, Peter karşısındadır. O güler yüzlü adama dehşet verici bir ifade gelmiştir. “Haddinden fazla meraklısın Cleo” der.

Bir sonraki sahnede, Cleo ve Peter’ı teknede görürüz. Peter, herşeyi olanca çıplaklığıyla anlatmaktadır. Dünyanın her yerinde insanlar sigorta paralarıyla zengin oluyorlar der. Kurt Baumer’in poliçesini görünce parayı almak için plan yaptığını anlatır. Uçuş görevlisi George Barnett’i bulup özellikle bu iş için ayarladığını, George’un ona ihtiyacı olduğu sürece kendisinin ortağı olduğunu söyler. Uçağa bombayı yerleştiren George’dur. George’un Lisa’yı ayarlamasının planın en büyük parçası olduğunu, kadını normalde Tokyo’da öldürmek istediklerini ama Lara’nın kendinden hızlı davranmasından korktuğu için bu planın suya düştüğünü söyler. Lisa’yı Atina’da öldürmek zorunda kalmıştır.

Bunları dinleyen Cleo, neden yaptın para için mi o kadar insanı öldürdün diye sorar. Peter, “her büyük işin/başarının kendi kurbanları vardır” diye cevap verir. Peter, herkesi hunharca öldürmüş ya da öldürtmüştür. Peter şüpheleri kendi üstünden Kurt Baumer’e yıkmak için George’a Türkiye’den kol düğmelerinin aynısından bir çift aldırtmıştır. Cleo’ya evinde saldıran da George’dan başkası değildir.

Tüm bunları anlatırken Peter’ın başka birine dönüştüğünü rahatlıkla fark edebilirsiniz. Gözü dönmüştür artık. Cleo, bunu fark eder. Sen bir çılgınsın”, “sen bir manyaksın” diyerek kaçmaya çalışır. Telsizle yardım istemeye çalışır ama telsizi açmayı unutmuştur. Peter elinde bıçakla gelir. Cleo’yu öldürmek zorundadır. “Bizi kimse yakalamayacak, sen de benimle geleceksin” der. Karşımızda bir akıl hastası vardır. Cleo ona acır. “Peter, sen hastasın. İnan bana birileri sana yardım edebilir” der. Bunu duyan Peter, Cleo’yu tek eliyle boğmaya başlar. Çift kişilikli bir katildir o ve üst-benliği tedavi olmaktan korkuyordur. Agresifleşir. Cleo nefes alamamaya başlar. Bu arada, zıpkına uzanır ve sağ omzundan Peter’ı vurur. Hemen tekneden atlar, kıyıya çıkar. Belki adada ondan kaçabilecektir. Peter, onu takip etmeye başlamıştır. Uçurumun dibindeki kayalıklarda sıkıştırır ama yakalayamaz. Peter’ın gittiğinden emin olunca, ortaya çıkar. İçi rahatlamıştır. Bu arada komiser Stavros ve Stanley, sahil güvenlik gemileriyle onları aramaktadır ve çok yaklaşmıştır. Bir süre geçer, Cleo saklandığı yerden çıkmaya karar verir. Kayalıklarda biraz ilerler. Büyük korku içindedir. Civarda kimseyi görmeyince ferahlar. Kayalara yaslanır, iç geçirir. Gözünü açar, Peter karşısındadır. Kaçmaya yeltenir, düşer. Peter’a yakalanır. Peter, Cleo’nun kafasını kayalara vurmaya başlar, kız bayılır. Gözü dönmüştür, kızı öldürecektir artık. Tam bir kaya parçasıyla kafasını ezecekken, açılan yaylım ateşle ağır yaralanır. Sahil güvenlik askerleri, komiser Stavros ve John Stanley ateş açmıştır. Yaralı halde kaçmaya çabalar ama fazla uzağa gidemeden yere düşer, geberir.

Hastanede Cleo’nun odasındayızdır. Komiser Stavros, Cleo’ya herşeyin bittiğini ve Peter’ın öldüğünü söyler. “Peter, manyaktı/çılgındı. Esrarengiz/anlaşılmaz biriydi ama ondan gerçekten hoşlandım” der Cleo. Hostesteki broş sayesinde olayı çözdüklerini anlatır komiser Stavros ve Interpol dedektifi John Stanley. Baumer’in villasında kol düğmelerinin orjinallerini bulunca tezgâhı çözmüşlerdir. Ama paranın yerini halâ bilmemektedirler.

SEKANS 21
Para bulunamamıştır. İşte bu noktada, hikayenin sinizmi filmin her bir santimine nüfuz etmeye başlar, kısa süre içinde onu adeta işgal eder. Çünkü Cleo, paranın yerini bildiğini söylemez. Hastaneden çıkar, komiserle vedalaşır. Komiser ona iyi tatiller diler. Anladığımız kadarıyla Cleo bir yolculuğa çıkıyordur. Kendisini bekleyen taksiye biner. Arabada Interpol dedektifi John Stanley vardır. Geçen hafta Londra’da olmayı dilediğinizi sanıyordum der Cleo. “Uçaklardan korkuyorum” diye cevap verir Stanley. Ve şöyle tuhaf/garip bir soruyla filmi bitirir: “Didn’t we want to share some change?”

BİR HİTCHCOCKYEN ANLATI OLARAK “SCORPION’S TAIL”

Sergio Martino’nun, katili uzun süre gizlemesi hariç, toplamda yaptığı şeyi Hitchcock örgüsü olarak nitelendirmenin doğru olacağı kanaatini taşıyorum, hatta bir adım daha ileri gidip cinayet gerekçelerini bir kenara ittiğimizde, ustanın La Code dello Scorpione’si için Psycho (Sapık) filmini model aldığını iddia edebiliriz. Gelin dikkate değer bulduğum bu konuyu açalım:

Alfred Hitchcock, bir tür ‘gerilim üst-modeli’ kurmayı başardığı cinayet filmlerinde katili/suçluyu gizlemekten genelde kaçınır. Onun varlığının seyirci tarafından bilinmesini gerilimi arttırıcı unsur olarak kullanır. Giallolarda ise, katilin kimliği genelde son 2-3 dakika içinde belli olur. Martino geleneği bozup, finale 12 dakika kala yapıyor bunu. Kabul edelim, Hitchcock o kadar beklemez, ama zayıf da olsa yine de iki ekol arasında bir bağ yakalamak mümkün. Martino’nun kullandığı ikinci Hitchcockyen anlatı, açılışta kullanılan hikayenin bütünüyle başka bir mecraya kayması, farklı bir yolda seyretmesidir. Hitchcock; birbiriyle kişiler üzerinden bağlantılar kurulabilen, genelde içiçe geçmiş iki, üç hikaye kullanır (Psycho, Lady Vanishes, The Men Who New too Much). Bu hikayelerin gövdelerine kadın-erkek ilişkilerini ya da aile içi bağları monte eder (Rebecca, Suspicion, Shadow of a Doubt). Onun filmlerinde psikolojik travmaların yansımaları, çıkar amaçlı suç eylemlerine olanak teşkil etmek için kullanılır (Spellbound, Vertigo, Marnie). Filmlerinde gerilimin ölçüsünü ayarlamakta kullandığı müzikler çok önemlidir. Weimar Strasse Cinema’dan kaptığı kamera trükleri; biçimi bozulmuş/çarpıtılmış görüntüler (distorted takes), uzun planlar, hareketli kameralar Hitchcock anlatısının temel öğeleridir. İyi giyimli, sarışın, renkli gözlü, tehlikeli ama güzel kadınlar vardır ustanın filmlerinde. Bu açıdan bakıldığında; tüm bu Hitchcockyen yapı, çeşitli varyasyonlarıyla La Code dello Scorpione’de eser miktarda mevcut. Ama yine de iddiamı güçlendirecek derecede yeterli değil.

Ben La Code dello Scorpione’yi seyrederken, filmin, başlarda Dial M for Murder izlenimi verip, Rebecca-Suspicion karışımı bir finale doğru sürüklendiğini ve Martino’nun Alfred Hitchcock’a saygı duruşunda bulunduğunu anlamıştım ama ne yalan söyleyeyim, cinepassion’dan Croce’nin yazısını okuyuncaya kadar fark edememiştim, filmin açılışı düpedüz Hitchcock’un Marnie’sine gönderme yapmak amacını taşıyor. Marnie’nin tren garındaki 29 saniyelik yakın-çekim planı, Lisa’nın La Code dello Scorpione’nin açılışındaki  22 saniyelik yakın-çekim planının temelini teşkil ediyor. Buna hiçbir kuşku yok. Sadece bu sefer sarı bir çanta yerine, kırmızı bir şapkaya zoom yapılıyor, hepsi bu. Böylelikle, (kırmızı başlıklı kız) Lisa’nın kırmızı tutkusunun (hem içsel hem de dışsal) sebebini de anlamış oluyoruz. Çantadaki önemli şey (para), La Coda dello Scorpione’de Marnie’den Psycho’ya adeta bir köprü vazifesi görüyor. Bu konuyu biraz daha derinlemesine ele alalım. Hem Psycho’da hem de La Code dello Scorpione’de cinayetlerini masumiyetiyle maskelemiş birer sapık olması ispata yeterli değildir. Peki nedir bu filmi Psycho’ya bağlayan diğer öğeler?

Psycho’yu zamansal açıdan, Bates Motel öncesi ve Bates Motel sonrası diye başlıca iki ana bölüme ayırmak mümkündür. Filmi hikaye örgüsü açısından; açılıştaki hırsızlık vakası (kadının parayı götürmesi) ve açılıştaki hikayeden tamamen bağımsız olarak işlenen cinayetler olarak ikiye bölebiliriz. Bu bakımdan hikayesini, Atina (‘daki otel) öncesi ve Atina (‘daki otel) sonrası diye ikiye bölebileceğimiz La Code dello Scorpione’yi anımsattığını kabul etmek gerekir ama deliller hala zayıf. Devam edelim..

Psycho; bir zaman diliminde (şimdiki zaman) evli bir çift ve onlardan birinin bir başkasıyla yaşadığı (yasak) aşk ve buna ilaveten ayrı bir zaman diliminde de (geçmiş zaman) bir kadın, kadının aşığı ve kadının oğlu/erkeği diye özetleyebileceğimiz iki tane üçlü ilişki içermektedir. Hikayenin zaman içinde kaymasını sağlayan bu (üçlü) ilişkiler filmde işlenen tüm suçların (yani hem hırsızlığın hem de hunharca işlenen seri cinayetlerin) kökenini teşkil etmektedir.

Film bittiğinde; finaldeki uzman açıklaması ve karakterin hücredeki (kendi kendiyle) sohbetiyle beraber Psycho’nun ana kahramanı Norman Bates’in insan ruhunu (psyche) anne ve oğul olarak ikiye bölen, psikolojik bir hastalığı olduğunu öğreniriz. Onun bu hastalığı çok daha derin ve ayrıntılı bir şekilde filmdeki malikanede adeta cisimleşmiş ve tek kelimeyle kusursuz bir hâl almıştır. Karşımızda sinema tarihinin en korkunç, en çarpıcı ve en inanılmaz metaforlarından biri vardır. Norman’ın Evi!

Norman’ın evi; birinci kat, giriş katı ve bodrum katı olmak üzere üç katlıdır. Bu katların her biri insan subjektivitesinin, insan kişiliğinin/ruhunun başka bir kısmını temsil etmektedir. Giriş katı ego yani ‘bilinçli-oluş’tur. Norman, buradayken (ve biz onu izlerken) normal bir erkek evlattır ve egosundan geriye kalanları (artık ne kalmışsa) bu katta sergiler. Üst kat onun süperegosunu/öteki-oluşunu eğretilemektedir. Ölü anne (figürü), Norman süper-egosudur. Bu katta (duyduğumuz konuşmaların tamamında) baskın anne figürünün, oğlunu parmağının ucunda oynattığına şahit oluruz. Bodrum katı ise ‘Id’i/’nesne-oluş’u simgelemektedir. Zizek’in deyimiyle bodrum katı, ‘yasak dürtülerin rezervuarı’dır. (Id, ego ve süper-ego’yu sırasıyla arzu, mantık ve vicdan olarak nitelendirmek mümkündür.)

Yani özetle; Norman annesini/cesedi/iskeleti/mumyayı birinci kattan bodrum katına taşıdığında, aslında süper-egosunu/öteki-oluşunu id/nesne-oluşuna taşımış olmaktadır. Norman, içindeki kötülüğü bu şekilde bastırmaya çalışmaktadır. Bu şekilde annesinin eylemleri/edimlerini/hakimiyetini engelleyeceğini düşünmektedir. Ama yanılır.

La Code dello Scorpione’nin sapığı ise Norman’dan biraz daha farklıdır. Onun motivasyonu paradır. 11 yıldır kendini çalıştığı şirketin kölesi gibi hissetmektedir. Bir uçak dolusu insanı havaya uçuracak bir plana imza atmış, steward (erkek hostes) sayesinde hedefine ulaşmıştır. Lisa’yı acımasızca hatta gereğinden fazla hunharca öldürmüştür. Lara’yı da feci şekilde öldürmüştür, George’u da.

Peter da Norman gibi öldürmeye başladığı zaman bunu gereğinden fazla vahşice yapmaktadır. Hatta Sharif’i öldürdüğü sahnede olduğu gibi, öldürmek zorunda kalmadığı durumlarda bile öldürmeyi seçmektedir. Ateşli silahlardan kaçınmakta, işini bıçağıyla görmektedir. Mutlaka maske takmaktadır, cinayet için ayrı bir kostümü olduğunu bile söyleyebiliriz (Norman’ın ‘anne kostümü’ gibi). Peter normal hayatında Norman gibi, cana yakın, sempatik biridir. Bir şey gizlediğini anlayamazsınız. Gerçekler ortaya çıktığında bir kişilik/kimlik bunalımı yaşar. Birden bakışları bile değişmiş, adeta başka biri olmuştur. O güleryüzlü, sempatik adam gitmiş, yerine, bakışları insanın tüylerini diken diken eden, ne yapacağı belli olmayan bir sapık ortaya çıkmıştır. Peter’ın çift kişilikli olduğu, herşeyi anlattığı ‘yat sahnesi’nde açıkça görülmektedir. Sanki içinde iyi ve kötünün o sonsuz mücadelesi sürmektedir. Bazen pişman olduğunu düşünürsünüz, Cleo’yu mağarada öldürmeyince acaba kızın hayatını bağışlayacak mı diye kendi kendinize sorarsınız. Peter’ın benliğinde, tıpkı Norman’da olduğu gibi, ego-süperego (mantık-vicdan) çatışması devam etmektedir. Karşımızda gelgitler yaşayan hasta ruhlu bir katil, bir canavar vardır. Belki o da Norman gibi tedaviye muhtaçtır. Ve o tedavi ölümdür.

Görüldüğü üzere, Sergio Martino’nun hem hikayesel, hem görsel, hem de işitsel açıdan Hitchcock’yen bir yapı kurduğuna dair kuvvetli deliller mevcuttur. La Code dello Scorpione; büyük tutarlı para, yasak aşk, esrarengiz planlar, hırsızlık, sarışın kadınlar, otel odasındaki cinayet, çift kişilikli sapık katil, bıçakla işlenen vahşi cinayetler ve şaşırtıcı finaliyle Psycho’yu da andırmaktadır. ‘La Code dello Scorpione’’yi Mario Bava’nın ‘La ragazza che sapeva troppo’suyla beraber giallolar içinde ‘İtalyan usulü Hitchcock’lar kategorisine koymak sanırım hata olmaz.

Öteki Sinema için yazan: Ertan Tunç, Nisan, 2009

[box type=”shadow” align=”” class=”” width=””]

NOTLAR

  1. Cleo’nun Peter’a beraber yemeğe çıkma teklifi yaptığı mesajda; Peter’ın soyadının Linch olarak yazıldığını görürüz. Filmin içinde bizzat yer aldığı için, Peter’ın soyismini bu şekilde kullanmak gerekmektedir.
  2. Slavoj Zizék’in olağandışı ve giderek mükemmel Freudyen/Lacangil çözümlemesinin tamamına, ustanın  “The Pervert’s Guide to Cinema – Lacanian Psychoanalysis and Film (2006)” adlı minimalist belgeselinden ulaşabilirsiniz.
  3. 91 dakikalık versiyonun 90 dakikalık versiyondan tek farkı, “Son” ibaresi çıktıktan sonra; filmdeki olayların hayal mahsulü olduğuna dair uyarı yazısının ekranda belirmesidir.
  4. Yönetmen, Peter’lı sahnelerde benim tespit edebildiğimi 4 tane hile yapar. Bunlardan birincisi, Peter’ın Kurt Baumer’in malikanesine gittiğinde Sharif’in onu yok yere siyah arabasıyla ezmeye çalıştığı sahnedir. İkinci hile, otel odasındaki Lisa ve lobideki Peter’ın birbirlerinin peşi sıra ekrana gelen planlarıdır. Üçüncüsü, Lara’yı öldürdüğü sahnede gördüğümüz silüetinin kendisine benzememesidir. Dördüncüsü (ve benim en kızdığım), foto muhabiri Cleo evinde saldırıya uğradığında, Peter’ın arabalarının anahtarlarını unuttuğunu ve bu yüzden geri döndüğünü seyirciye gösterdiği/düşündürttüğü andır. Martino’nun; Alfred Sole’nin Communion’da, Carpenter’ın Halloween’ında yaptığı gibi seyirciyi bazı görüntü hileleriyle (katilin silüeti vb.) kandırması da cabası. Bu tuzaklar nedeniyle Peter’ın katil olduğunu tahmin etmek çok güçtür. Yalnız Martino katille ilgili iki tane bomba ayrıntı veriyor. Birincisi, Peter’ın Baumer’in villasına kol düğmelerini bulmak için girmeye çalışması, ikincisi de (yeni) otel odasında, Cleo içkiyi hemen fondip yaptığında görülüyor. Peter o içkiden ağzına koymuyor. Çünkü içine hap atmış. Zaten kız da o yudum almayınca espriyle buna dikkat çekmişti. O uyuyunca gidip cinayetleri işliyor.
  5. Filmin son diyaloğu, bir sürü soru işaretini içinde barındıran, karanlıkta kalmış bir konuşmadır. Ben John Stanley’in Cleo’nun paranın yerini bildiğini anladığını düşünüyorum. Londra’ya hemen dönmemesinin, bir hafta beklemesinin ve hastane çıkışında Cleo’yu almasının sebebi bu gibi gözüküyor. Uçaklardan korkarım gibisinden bir lâf ediyor, bu da inandırıcı değil, zaten o da Atina’ya uçakla gelmişti. Kast ettiği, “deniz yoluyla gidelim ki parayı alabilelim” olabilir. Tabi sadece bir tahmin bu. “Didn’t we want to share some change?” sorusuyla beraber sadece bir tahmin olmaktan çıkan bir tahmin.. [/box]

[box type=”shadow” align=”” class=”” width=””]

KAYNAKLAR

  • Kolker, Robert Phillip; 1999. Yalnızlık Sineması. Çevirmen: Ertan Yılmaz. Öteki Yayınevi, Ankara
    Cevizci, Ahmet; 2002. Felsefe Sözlüğü, Paradigma Yayınları, İstanbul
  • http://www.cinepassion.org/Reviews/c/CaseScorpionTail.html
  • http://en.wikipedia.org/wiki/Psycho_(1960_film)
  • http://www.biltek.tubitak.gov.tr/gelisim/psikoloji/kisilik.htm
  • http://www.aktuelpsikoloji.com/artikel.php?artikel_id=28
  • http://www.imdb.com/title/tt0066924/
  • http://www.bloodtypeonline.com/c5.htm
  • http://twitchfilm.net/archives/002028.html
  • http://www.hysteria-lives.co.uk/hysterialives/Hysteria/the_case_of_the_scorpions_tale.html
  • http://www.upcominghorrormovies.com/reviews/caseofscorpionstale.php
  • http://www.terrortrap.com/reviews/caseofthescorpionstail/

KTU53ID –  303 – 424 – 4870 – 1183 – 344 604 – 21 [/box]

blank

Ertan Tunc

Sevdiği filmleri defalarca izlemekten, sinemayla ilgili bir şeyler okumaktan asla bıkmaz. Sürekli film izler, sürekli sinema kitabı okur. Ve sinema hakkında sürekli yazar. En sevdiği yönetmen Sergio Leone’dir. En sevdiği oyuncular ise Kemal Sunal ve Şener Şen.

“Türk Sinemasının Ekonomik Yapısı 1896-2005” adlı ilk kitabı; 2012 yılında Doruk Yayımcılık tarafından yayınlanmıştır. Kara filmler, gangster filmleri, İtalyan usulü westernler, giallolar ile suç sineması konularında kitap çalışmaları yürütmektedir. İletişim: ertantunc@gmail.com

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

blank

Öteki'den Haber Al

Buna da Bir Bak!

blank

Milenyumun Otomatik Portakalı: Bronson (2008)

Zaman zaman bilindik pop kültür taşlamaları ile benzer cümleler kursa
blank

Gassal (2015)

Bir ev, iki tuhaf karakter ve gömülmek için bekleyen bir