Kısa süre önce okuduğum bir yazıda, yazar Fransa’da yaşanan cumhuriyet denemelerine değinip, kaç kere cumhuriyetin kurulduğunu; Türkiye’nin de benzer bir biçimde, 90’lardan sonra yaşanan dönüşümle birlikte ikinci cumhuriyeti yaşadığını ve Gezi olaylarının ardından da bir üçüncü cumhuriyetten bahsedilebileceğini yazıyordu. Hatta Fransa’nın şu anda beşinci cumhuriyet olarak adlandırılıp, resmi olarak kullanıldığını ve bunda korkulacak, panikleyecek bir durum olmadığını söylüyordu.
Öteki Sinema için yazan: Başak Bıçak
Kendisinin ifade ettiği gibi, cumhuriyeti numaralandırmanın Atatürk’e ya da rejime saldırmak olduğunu düşünmüyorum ancak arka arkaya Fransa’da birinci cumhuriyet şöyle kuruldu, ikincisi böyle oldu, bunda bir şey yok demenin eksik bir söylem olduğuna inanıyorum. Çünkü Fransa’da kurulan cumhuriyetler, biri yıkıldıktan sonra diğeri kurulan, cumhuriyetin yerine monarşi, krallık, imparatorluk vb. yönetme biçimleri geldikten sonra ilan edilen rejimlerdir. Yani, cumhuriyet otoriter bir lider tarafından yıkıldığı; darbeyle yönetim ele geçirildiği ya da monarşi geri geldiği için ikinci, üçüncü olarak numaralandırıldı. Elbette, 1960 darbesinden bu yana Türkiye çok ciddi dönüşümlere, radikal değişimlere sahne olmuş, siyaseten evrim geçirmiştir ama Fransa’da yaşananlarla yakından uzaktan alakası yoktur. Aslında çok basit bir çıkarımdan gidecek olursak, Türkiye’de henüz cumhuriyet yıkılmamıştır, rejim her ne kadar “el” değiştirse de şekil değiştirmemiştir. Bu sebeple ben bir tarihçi olarak, cumhuriyetin evrimini kabul ediyorum ama numaralandırılmasını hatalı bir önerme olarak görüyorum. Bu noktadan hareketle La Commune, işte bu bahsettiğimiz cumhuriyetlerden, üçüncüsü resmen ilan edilmeden kısa bir süre önce yaşanan önemli siyasi hareketlerden biriydi. 2000 yapımı bu belgesel-film de altı saat boyunca, Paris Komünü’nü adeta yeniden diriltiyor…
İkinci Cumhuriyeti darbeyle sona erdiren ve imparatorluğunu ilan eden 3. Napolyon’un baskıcı bir rejim kurması ve ülkeyi savaşa sürüklemesi üzerine halk ayaklanarak cumhuriyeti yeniden kurdu. Fakat ülkenin içinde bulunduğu savaş ve Alman ordularının Paris’i kuşatarak ciddi bir yiyecek sıkıntısına yol açması, bir süredir Paris’te var olan burjuva-proletarya arasındaki kopuşun gerçekleşmesine sebep oldu ve bütün ilçelerde kanuni olmayan komiteler kurulmaya başlandı. Film, Paris Komünü’nün başlangıcından itibaren tüm yaşananları, halktan her kesimin düşündüklerini, isteklerini komün yanlısı medya ile ulusal medya arasındaki, farklı bakış açıları ve anlatım biçimlerini göstererek anlatıyor. Yandaş medya ile bir kısım medya hali anlayacağınız… Gérard Watkins ve Aurelie Petit’nin, tamamen amatör oyunculardan oluşan bir kadroya, sorular sorup, yaşananları bir tarih dersi kıvamında anlattığı belgesel tadındaki bu filmi herkesin çok sevemeyeceğini baştan söylemeliyim. Çünkü hem süresi itibarıyla, hem de sadece anlatıma dayalı olması açısından izleyiciyi zorlayabilecek bir film. Ama verdiği tarihi bilgiler ve Paris Komünü’nü anlatırken bir anda günümüz Fransa’sını eleştirmeye başladığı kısımlar açısından çok değerli bir film haline geliyor La Commune. Özelikle 3. Napolyon dönemi boyunca baskı altına alınan ve yandaş haline getirilen medyanın yanında, doğru bilgileri aktarmaya çalışan diğer medya kuruluşlarının sansürle seslerinin kesilmeye çalışılması ve hatta kapatılması, olayların bize çok da uzak olmadığını gösteriyor. Öyle ki, Versailles TV (yandaş kanal), ayaklanmaları anlatırken, yabancıların kışkırtması sonucu olduğunu ve onların bu yaşananlarda başat rolü oynadığını anlatıyor… Bu size de çok tanıdık gelmedi mi?
La Commune, Fransa tarihi açısından öneminin yanı sıra yakın zamanda yaşadığımız ve hala içinde bulunduğumuz Gezi olayları çerçevesinde de oldukça önemli bir film. Çünkü Paris’in dışında eski bir fabrikada kurulan sette 13 günde çekilen bu film ile şehirde kurulan barikatları, yaşanan çatışmaları ve Komün’ün nasıl sona erdirildiğini izliyorsunuz ama ondan çok daha önemli bir şeye dikkat çekiliyor: Komüncüler arasındaki diyaloglar. Bence filmin kitle iletişim araçlarının önemi ve rolü üzerine vermek istediği mesajdan çok daha önemli bir nokta bu diyalog süreci. Halkın her kesiminden insana mikrofonun uzatıldığı kısımlarda, istekleri öğreniyorsunuz evet ama Komün’e sahip çıkan liderlerin ne istediklerini bilmeleri çok daha önemli… Halkın neyi talep ettiğini, hükümete hangi beklentiler ve koşullarla gidilmesi gerektiğinin bilincinde olmaları ve bunun üzerine konuşup, tartışarak ortak bir noktada buluşabilmeleri… Bu açıdan ben, Paris Komünü’nden öğreneceğimiz çok şey olduğuna inanıyorum…
Senaryosunda Agathe Bluysen ile birlikte çalışan yönetmen Peter Watkins’in böylesine önemli bir konuyu ele alması çok güzel ancak filmin bir tek Los Angeles Film Critics Awards’tan ödül alması bir hayli enteresan… Evet, epey uzun ve tarih dersi niteliği taşıdığı için birçok kişiye sıkıcı ve yorucu gelecektir La Commune ama içinde bulunduğumuz süreçte tam da izlenmesi gerekenler listesine ekleyebileceğimiz filmlerin en başında geliyor. Çünkü kitle iletişim araçlarının hükümetlerin elinde nasıl oyuncak haline gelebileceğini, ülke ne kadar kötü durumda olursa olsun, her şeyin farklı lanse edilebileceğini ve yönetme sanatının yolunun bundan geçtiğini bize kanıtlayan önemli bir film. Altı saatlik bir tarih dersine hazırsanız, mutlaka izleyin derim!
Filmin Türkçe altyazılısı mevcut mu acaba.?