16bab53c9a7cd28a2bcf69d3bbead1dbGeçtiğimiz yıl Aralık ayında Yaşar Üniversitesi’nin Film Tasarımı bölümündeki film analizi dersi için bir film seçmemi rica ettiklerinde hiç düşünmeden bizde “Protesto” adıyla gösterilen ama aslında birebir çevirisi “Öfke/Kin/Nefret” anlamına gelen Mathieu Kassovitz harikası La Haine’yi (1995) seçmiştim. O tarihlerde bu filmi seçmemin sebebi Charlie Hebdo ve Paris Saldırıları’nın filmi her zamankinden daha güncel kılıyor oluşuydu. Film çekildikten 20 yıl sonra bile adeta bir pırlanta gibi parlıyordu. İçeriği, olayları ele alma ve ilişkileri kurma biçimi nefesinin hala taptaze, hala dipdiri olduğunu gösteriyordu. Ki, bugün bile hala öyle. Gelecekte de öyle olacak.

Ülkemizde 1996 yılının Ekim ayında gösterime giren filmin bizde yaygınlaşmaya başladığı zamanı iyi hatırlıyorum. 1999 ve 2000 yılları. Bu film çok kısa bir süre içinde kült mertebesine erişmiş, özellikle üniversite öğrencileri arasında bir hayli popüler olmuştu. Biz de Yıldız Teknik Üniversitesi’ndeki sinema kulübünde bu güzel filmi göstermiştik diye anımsıyorum. O zamanlar içeriğinden çok anlatım tarzına ve bilhassa anormal derecede hareketli kamera kullanımına hasta olmuştum. Gencecik bir yönetmen neredeyse tüm teknikleri hikayesinin özüne asla zarar vermeyecek şekilde ustaca kullanmayı başarmıştı. Kaydırmalar, el kamerası, dolly, ayna sahnesi, sürekli değişen zoom’lar ve kamera yükseklikleri, hem kapalı alanlarda hem açık alanlarda serbestçe dolaşan vizör sanki o delikanlıların özgür ruhlarının bir tür yansıması haline gelmeyi başarmıştı. Özellikle merdivenlerdeki sahne (keskin zoom), final sahnesi (aksiyon merkezini gizleyen ve böylelikle tedirginliği arttıran çekimler) ve filmde şahsi favorim olan çatıdaki “hot dog” buluşmasındaki bir sigara dumanı gibi yükselen ve helezonik bir yapıda ilerleyen kamera beni çok etkilemişti. Sadece beni değil çok önemli isimleri de etkilemiş olmalı ki, bakın ne olmuş.

“La Haine” 1995 yılında katıldığı Cannes Film Festivali’nde büyük ödülü Emir Kusturica’nın “Underground”una (Yeraltı) kaptırmış, Jüri Büyük Ödülü Theo Angelopoulos’un “Ulysses’s Gaze”ine (Ulis’in Bakışı) gitmiş. O sene diğer rakipleri Yimou Zhang, Ken Loach, James Ivory, Hsiao-Hsien Hou, Tim Burton, Jim Jarmusch, Jim Boorman, Jeunet-Caro ikilisi gibi önemli isimlermiş ve ne olmuş biliyor musunuz? Henüz 28 yaşındaki Mathieu Kassovitz, bu büyük yönetmenlerin tamamının arasından sıyrılıp Cannes Film Festivali’nde En İyi Yönetmen ödülünü kucaklamış. İşin ilginci, son derece dinamik ve benzersiz anlatım tarzıyla bunu sonuna kadar hak etmiş olmasıdır. Bugün bile sinema okullarında okutulmasının bir sebebi de budur işte.

la-haine-02

“La Haine” birçok açıdan değerlendirilebilecek çok katmanlı, kült bir film. Aslında üç gencin 24 saatlik bir zaman dilimi içinde başından geçen olayları anlatıyor. Yönetmen, saat ilerledikçe size yaklaşan bir felaket olduğunu hissettiriyor. Kassovitz üç-beş küçük buluşla gerilimi her daim yüksek tutmayı başarmış. Bir, filmin açılışında bize yüksekten düşen biri(leri)nin hikayesini anlattığını açıkça söylüyor. İki, hikayenin hemen filmin açılışında ciddi bir ayaklanmanın akabindeki günde geçtiğini netleştiriyor. Üç, filme saat koyuyor ve tıpkı bir kum saatinin azalması gibi adım adım çarpıcı sona yaklaştığını size sürekli hatırlatıyor. Dört, hikayeye bir adet tabanca ekliyor (bir önceki günkü ayaklanma sırasında ele geçirilmiş bir polis silahı) ve eninde sonunda size bu silahın bela getireceğini müjdelemiş oluyor. Ve beş, kısa kesmelerden oluşan müthiş hareketli bir kurgu kullanıyor. Ayaklanma sırasındaki gerçek çatışma görüntülerinin kurguya ilave edilmiş ve filmin de siyah beyaz çekilmiş olmasının hikayeye ayrı bir sahicilik kattığını söylemek mümkün.

Bunun dışında filmin sarmal yapısı içinde ikişer defa gözüken tipler var (bazı polisler gibi, uyuşturucu satın alan çocuk gibi), bu da hikayeye ayrıca bir canlılık katıyor. Ayrıca çocuklar sürekli hareket ediyor, hatta şehir merkezine gidiyorlar ve banliyö treninin sefer saati bittiği için de ayrıca sıkıntı çekiyorlar. O banliyö treni 24 saat çalışıyor olsaydı, gençler araba çalmaya kalkmaz, sanat galerisindeki elitleri rahatsız etmez ve belki de ölmezlerdi demeye getiriyor Kassovitz.

Müzikler ayrı, popüler filmlere göndermeler ayrı keyifli. Film zaten bir kurgu harikası ama bence asıl mühim detaylardan biri, Kerem Kaban hocanın dikkat çektiği alan-dışı seslerin (helikopter sesi, polis sireni vb.) gençlerin ruh hali üzerinde her daim görünmez bir baskı kuruyor oluşu. Çocuklar, bu hikaye/film boyunca bitmek tükenmek bilmeyen güvenlik güçleri sesleri altında adeta hapiste gibi hissediyorlar. Ki, biz de öyle hissediyoruz. Hatta sesi gelen bu araçları (polis otosu, polis helikopteri) hemen hemen hiç perdede/ekranda görmüyoruz. İşte, hikayeye hizmet eden ses çalışması denen şey böyle bir şeydir.

La Haine (1995) ile ilgili görsel sonucu

“La Haine”de asıl hayranlık verici olan şey; Fransa gettolarındaki azınlıkları simgeleyen üç gencin, Vinz, Said ve Hubert’in (biri Yahudi, biri Müslüman, biri Hristiyan) hikayelerini anlatırken, dönemin panoramasını ustalıkla çizmesi ve Fransa’yı bekleyen büyük tehlikeyi çok önceden haber veriyor olmasıdır. Filmin o yıl polis kuvvetleri tarafından başta Cannes’da ve Paris’te olmak üzere birçok yerde protesto edildiğini de bu vesileyle not düşelim. Açıkçası, ben de filmin biraz polis düşmanı olduğunu ve yer yer acımasız bir bakış açısına sahip olduğunu kabul ediyorum. Film boyunca polisler pek de iyi gösterilmez. Vinz eğer arkadaşı Abdel hastanede ölürse bunun karşılığında bir polis öldüreceğini söyler. Ve filmin sonunda bir polis öldürülür. Ama ilgili sahne polisin bunu çoktan hak ettiği kanısı yayacak şekilde tasarlanmıştır. Öte yandan yönetmen Mathieu Kassovitz bu filmin senaryosunu polis tarafından gözaltına alınan bir arkadaşı gözaltındayken öldü(rüldü)ğü için yazmıştır. Önce bunu bilelim. Yani Kassovitz’in gerçek hayattaki gerçek arkadaşı öl(dürül)müştür, Kassovitz de sözünü tutmuş ve intikamını sanat yoluyla almıştır. Yine de bu, filmin banliyölerde (hatta bunu yapan ilk Fransız filmlerinden) tırmanan potansiyel şiddetin altını çizdiği ve gelecekte yaşanacak birçok felaketi öngördüğü gerçeğini değiştirmez. Filmin tarihsel önemi buradadır. Peki “La Haine”nin 1990’ların ortasında işaret ettiği bu kötü gidişe dur denmedi, bu çocukların sorunlarına (eğitim, sağlık, işsizlik, ayrımcılık vb.) çare bulunmadı ve ayrıca polisin keyfi uygulamalarına, ayrımcı tutumuna ve bir türlü azalmak bilmeyen polis şiddetine müdahale edilmedi de ne oldu?

2005 yılına geliyoruz. 27 Ekim akşamı Fransa’nın başkenti Paris’te kimlik kontrolü yapan polis tarafından kovalanan 17 yaşındaki Kuzey Afrikalı Zyed Benna, 15 yaşındaki Bouna Traoré ve 17 yaşındaki Muhittin Altun yüksek gerilim trafosuna sığındılar. Ve elektrik çarpması sonucu Benna ve Traoré oracıkta öldü. Altun da ağır yaralandı ve hastaneye kaldırıldı. Sonra ne oldu dersiniz? Kökleri çok daha derinlerde yatan büyük bir birikim bir irin gibi patlayıverdi ve devasa bir ayaklanma tüm kente yayıldı ve oradan da 200’den fazla ayrı yerleşim birimine sıçradı. Nüfusunun yarısı 20 yaşın altındaki insanlardan oluşan ve yüzde 40 işsizlikle boğuşan Müslüman banliyö gençliği yaklaşık iki hafta süren olaylar sırasında 9 bine yakın aracı ve 200’den fazla kamu binasını yaktı. Olaylar sırasında gösterici olmayan üç kişi öldürüldü, onlarca polis ve yüzlerce gösterici yaralandı ve yaklaşık 3.000 kişi tutuklandı. Ayaklanmaların ortaya çıkardığı maddi zararın tahmini büyüklüğü çeyrek milyar Euro’ya yakındı.

Sarkozy gibi tiplerin “ayaktakımı” olarak nitelendirdiği ve görmezden gelmeye çalıştığı şey, yani 2005 yılında isyan edip ayaklanan gençler bir 10 yıl kadar sonra, 2015 ve 2016’larda neye evrildi dersiniz? Evet, IŞİD’e. Neden mi hep Müslümanlar? Çünkü filmde Yahudi olan ve Hristiyan olan gençler ölmüş, sadece Müslüman olan hayatta kalmıştı. Sinema, budur!

[box type=”info” align=”” class=”” width=””]

KAYNAKLAR:

Rosenstone, Robert A. ve Constantin Parvulescu (editörler). “A COMPANION TO THE HISTORICAL FILM”, 2013. Wiley-Blackwell, ABD.

Shiel, Mark ve Tony  Fitzmaurice (editörler). “CINEMA AND THE CITY: FILM AND URBAN SOCIETIES IN A GLOBAL CONTEXT”, 2001. Blackwell, ABD.

Vincendeau, Ginette. “LA HAINE (HATE)”, 2005. I.B. Tauris, ABD.

http://www.nytimes.com/1996/02/09/movies/film-review-estranged-and-fuming-outside-paris.html

https://tr.wikipedia.org/wiki/Frans%C4%B1z_banliy%C3%B6lerinde_2005_ayaklanmalar%C4%B1

http://www.imdb.com/title/tt0113247/trivia?ref_=ttpl_ql_trv_1

https://en.wikipedia.org/wiki/2005_French_riots

[/box]

blank

Ertan Tunc

Sevdiği filmleri defalarca izlemekten, sinemayla ilgili bir şeyler okumaktan asla bıkmaz. Sürekli film izler, sürekli sinema kitabı okur. Ve sinema hakkında sürekli yazar. En sevdiği yönetmen Sergio Leone’dir. En sevdiği oyuncular ise Kemal Sunal ve Şener Şen.

“Türk Sinemasının Ekonomik Yapısı 1896-2005” adlı ilk kitabı; 2012 yılında Doruk Yayımcılık tarafından yayınlanmıştır. Kara filmler, gangster filmleri, İtalyan usulü westernler, giallolar ile suç sineması konularında kitap çalışmaları yürütmektedir. İletişim: ertantunc@gmail.com

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

blank

Öteki'den Haber Al

Buna da Bir Bak!

blank

Odd Thomas (2013)

Amerikalı yazar Dean Koontz’un best-seller kitaptan uyarlanan Odd Thomas, korku-komedi
blank

Yine Çarpıl Ama Hobi Olarak Çarpıl: Jinn (2014)

Jinn “o kadar kötü ki” çeşitlemeleri arasında bir yere konumlandırılamayacak