Ağlayan kadınların en ağlayanı…

Bildiğimiz Amerika’nın bilmediğimiz hikayesi, bir sonbahar günü başlamıştı. İspanyol tarihçilerinin “Amerika kıtasının keşfi” olarak adlandırdıkları hadise, 12 Ekimde gerçekleşmişti zira. Kolomb ve tayfası, İspanya’dan ilkbaharda yola çıkmış, yazı denizde geçirmiş ve 12 Ekimde Bahama Adaları’ndan Guanahani’ye ayak basmıştı.

lloronaTabi o zaman ne bastıkları adanın neresi olduğunu, ne de yaptıkları “keşif”in büyüklüğünü biliyorlardı. O tarihten sonra gidiş gelişleri sürdü. Bundan sonra kuzeyi ABD (ve Kanada), güneyi ise Latin Amerika olarak anılacak olan Amerika kıtası için, gerçekten de “winter is coming” idi.

Hikayeyi özet geçecek olursak: İspanya tahtında “Reyes Catolicos” (Katolik hükümdarlar) olarak anılan Isabel ve Fernando‘nun oturduğu 1492 tarihinde kaşif Cristóbal Colón (Kristof Kolomb), Kraliçe Isabel ile görüşür ve batıya giderek Hindistan‘a ulaşabileceğini iddia eder. O tarihte İspanya’nın en büyük rakibi İngiltere‘dir ve aralarında mezhep ayrılığı da olduğundan, mesele sadece ekonomik değil; aynı zamanda duygusaldır da. Kolomb, Hindistan’a varabilirlerse İngilizlerin bilmediği bir ticaret yolu açarak kalkınacabileceklerini iddia eder. Isabel, bu hep batıya gidip Hindistan’a varma hikayesine inanmıyordur; zira katı Katolik Isabel’e göre dünya düzdür. Isabel, “peki madem git, ama dünyanın sonundan aşağıya düşeceksin” der ve Kolomb’un yolculuğu için belli bir ödenek çıkarır.

blankLatin Amerikalı yazar Eduardo Galeano Kolomb’un keşfi için, “Kolomb’u ve gemileri gören yerlilerin yapacağı en nazik hareket; Kolomb’un tüm tayfasını öldürmek, gemilerini batırmak ve de başkalarının gelmemesini ummak olurdu” diyor. Ama yerliler böyle yapmadılar. Onları merak ve şaşkınlıkla karşıladılar, aralarına aldılar, bilmedikleri topraklarda ve koşullarda hayatta kalmaları için yardımcı oldular. Ve böylece doğudan hep birileri geldi durdu.

500 yıllık yeni Amerika tarihinin neredeyse 200-250 yılı boyunca soykırım, köleleştirme, yağma, çalma, talan, hastalık ve kendi dinlerini getirdiler. Yerli halkların elinde ne varsa aldılar. “Bakir topraklar” dedikleri kıta üzerinde 100 milyon civarında yerli, kıtaya yayılmış üç büyük imparatorlukta yaşıyordu. Onun dışında Kuzey Amerika’da bugün “kızılderililer” olarak bildiğimiz büyük göçebe kabileler mevcuttu. Amerika ne bakirdi, ne de sahipsiz…

İspanya’dan sonra İngiltere de bu “yeni dünya”ya kaşifler yolladı. Onlar yekten Kuzey Amerika’ya çıktılar. Askerler, çiftçiler, kadınlar ve çocuklar ulaştı yeni dünyaya. Ancak bu hiç bilmedikleri dünyada hayatta kalmak onlar için de çok zordu. Bazı erzakları bozuldu, bazıları dondu, kalanlar da yetmedi. Açlıktan ölmek üzereyken yerli halktan gelen bir dizi yardımla hayata tutundular. Ne kadar ilginçtir ki; mevsim gene çetin kış aylarının kapıda olduğunu habercisi olan sonbahardı; Kasımın sonlarıydı. Yerlilerin yardımları arasında o zamanlar sadece Amerika kıtasında yaşamakta olan hindi de vardı. Türk tüccarların eski dünyada sattığı bir Madagaskar tavuğuna benzettikleri bu hayvana “Turkey” diyerek, nazik hediyeyi şükranla kabul etti göçmenler. Hikayenin çeşitli versiyonları olsa da, Kasım ayının dördüncü Perşembesi hala “şükran günü”nü kutluyorlar. Oysa kıtanın tamamı o günleri pek de şükranla anmıyor.

Venezuella‘da 12 Ekim “Amerika’nın keşif günü” değil; “yerli halkların direniş günü” olarak anılır. ABD’de ve Kanada‘da şükran gününün “yerli halklar günü” ya da “yerli halklarla dayanışma günü” olarak anılmaya başlandığı bölgeler var; çünkü aksinin açıktan yerli halklarla dalga geçmek olduğunu düşünenlerin sayısı giderek artıyor. Küba ve Bolivya da 12 Ekimi kıtanın celladıyla tanıştığı gün olarak, şükran gününü ise sofradaki paylarını kaybettikleri gün olarak görüyorlar.

Sonbahar Latin Amerikalılar için çetin ve amansız kıştan kurtardıkları misafirlerinin, hayatlarını kışa çevirdiği sonsuz bir mevsimdir. Sonbaharda onlardan alınanlar bunlarla da bitmez. Çöken uygarlıkların, giden hayatların, solan kültürlerin yanı sıra; 31 Ekim, 1 Kasım ve 2 Kasımda ölülerin yüceltildiği “Dia De Los Muertos” (ölüler günü) da, ta ki UNESCO Kültürel Miraslar listesine alınıncaya kadar, yok olma tehlikesi yaşamıştı. Ama her zaman hikayenin aslını anlatan masalcılar olacaktır. Çünkü masallar hep doğruyu söyler. Tanıdığım masalcılardan Pelin Temur‘un dediği gibi; “çünkü gerçek masallar hep ölümle biter…

blank

Llorona

Lanetli mi? Kederli mi?

Çoğu kişinin 2002 yapımı Frida filminin soundtrack’ında Chavela Vargas ve Lila Downs‘ın müthiş seslerinden dinldikleri Llorona şarkısı ile tanıştığı, son yıllarda Ölüler Günü’nü takip edenlerin kostümleriyle karşılaştığı, Halloween‘de bile kült bir figür olarak karşımıza çıkan, onlarca b-filme konu olmuş Latin Amerika’nın en ünlü efsanevi karakterlerinden biridir Llorona. Türkçeye “ağlayan kadın” olarak çevirebileceğimiz llorona efsanesi, ilk olarak nerede doğmuş ve ne kadar eskiye dayanıyor bilinmiyor. Ama bilinen bir şey var; llorona “conquistador”lar (kaşifler) geldikten sonra doğmuştur. İnanışa göre efsanenin doğduğu yer, günümüz Mexico City‘si.

 La Llorona009Aslen bir mağdur hikayesidir. Ama yıllar içinde, özellikle popüler kültürle tanıştıktan sonra bir canavara dönüştürüldüğü de olmuştur. Meksika Sineması‘nın meşhur karakteri El Santo, vaktiyle filmlerinde onlarca kötü kalpli llorona’yı dize getirir. Yakın bir tarihte izlediğimiz Mama (2013) da serbest bir llorona uyarlamasıydı. Temelde efsanenin özüne de pek çok filmden de daha sadıktı.

Hikayenin en acıklı versiyonlarında llorona’nın çocukları nehirde boğulmuştur. Bir hikayede de bilinmeyen bir nedenle çocuklarını kendisi boğmak zorunda kalır. Ardından da kendisini nehre atarak, intihar eder. Ama llorona’nın ölmediğine, ruhunun geceleri nehrin civarında ağlaya ağlaya dolaştığına ve çocuklarını aradığına inanılır. Uyumayan çocuklara anlatılan bir diğer versiyonda ise llorona kötüdür; kendi çocukları ölmüştür ve de köy köy gezen bir hayalet olarak, uyumayan çocukları kaçırır. Bizdeki “dunganga” gibi bir şeydir yani bu versiyonda.

En yaygın bilinen hikayede llorona ya da genellikle söz edilen adıyla “Maria”, çok güzel bir kadın olarak anlatılır. Siyah uzun saçları vardır ve beyaz bir pelerin giyer. Yoksul ve büyük ihtimalle yerli ya da melez bir aileye doğmuştur. Güzelliği zengin ya da yoksul her erkeğin dikkatini çeker ve nihayet kendisine talip olan zengin bir İspanyol beyiyle evlenir Maria. Ancak aradan bir süre geçmesine ve Maria’nın iki tane çocuğu olmasına rağmen zengin İspanyol Bey, Maria’dan artık eskisi kadar hoşlanmamaktadır. Yoksul ve “görgüsüz” bulduğu karısını tek başına bırakarak; köle ticareti ve medencilikle zenginleşmiş dönemin büyük şehirlerine, alemlere akar. Başka kadınlarla beraber olur ve üst tabaka İspanyol soyluları insanlarla takılır. Maria buna dayanamaz ve nehirde önce iki oğlunu boğar, ardından da kendisi nehre atlar. İntihara rağmen acısı dinmemiştir. Hayalet olur Maria… Hayaleti keder ve acı içinde ağlayarak gezmeye, çocuklarını aramaya devam edecektir. Bütün sonbaharlarda ve kışlarda, nehirler donduğunda ve ilkbaharlarda yeniden eridiğinde llorona; o nehrin başında ağlar durur… Hayaletler için zaman yoktur, sadece keder gerçektir zira.

La Llorona006

Birbirinden çok farklı yerlerde çeşitli versiyonları anlatılan llorona hikayelerinin bazı ortak özellikleri var. Llorona’nın adının Maria olması bir tesadüf değil. Maria, Meryem Ana‘yı; Meryem Ana da bizzat Meryem Ana’nın kendisinden çok Guadalupe Meryemi‘nde can bulan toprak ana inancını temsil eder. Guadalupe Meryemi, Latin Amerika’da yerli halk gibi esmer ve koyu siyah saçlı olarak, aynı bir yerli kadını gibi tasvir edilen Aziz Meryem figürüdür. Bazen bir azize, bazen kurtarıcı, bazen de Meryem Ana’nın kendisi gibi görülür ve çoğu zaman İsa’dan önce yardım aranılan figürdür. Ancak aslen İsa’nın annesi olan Meryem Ana değil, Latin Amerikalı melez bir azizdir. Başka bir deyişle “llorona Maria”, Latin Amerika’nın bizzat kendisidir ve çocuklarını kaybettikçe ağlamaktadır.

Öte yandan bir diğer önemli ortak nokta da, llorona kötü olarak anlatıldığında da, iyi olarak anlatıldığında da, yani iki versiyonda da çocuklarının ölmüş olduğunun altı çiziliyor. Llorona her iki versiyonda da çocuklarını kaybetmiş bir anne. Her versiyonda çocuklar bir nehirde boğuluyorlar; bir gölde ya da denizde değil. Nehir, sözlü ve yazılı edebiyatta doğanın damarları olarak karşılık buluyor. Üstelik bu sadece edebi bir metafor değil; Latin Amerika’da yerli halkların şaman öğretilerinde sürekli altı çizilen bir noktadır. Nehirler toprak ananın hayat damarlarıdır ve llorona’nın çocukları nehre dönerek tekrar ona, toprağa, Latin Amerika’nın benliğine karışır.

La Llorona008Bazı kaynaklarda llorona efsanesinin Aztek Tanrıçası Chiacoatl‘dan esinlenmiş olabileceği belirtiliyor. Chiacoatl, Azteklerin doğum ve bereket tanrıçasıdır. Chiacoatl, zaman zaman büyük felaketlerden önce belirir ve felakette ölecek evlatları için gözyaşı döker. Efsaneye göre Tanrıça Chiacoatl, Aztek İmparatorluğu İspanyol kaşif Hernán Cortés tarafından büyük bir katliamla ele geçirilmeden kısa bir süre önce de belirir ve ölmek üzere olan evlatlarına ağlar, ağlar ve sonunda yok olur. Bazen de llorona meşhur “hain” La Malinche ile özdeşleştirilir.

La Malinche yerli bir kadındır ve uzun yıllar Cortés’e rehberlik ve çevirmenlik yapar. Bu süre zarfında Cortés’in sevgilisi de olur ve bir çocukları doğar. Ancak Cortés La Malinche’yi Soylu bir İspanyol hanımla evlenmek için terk eder. Efsaneye göre gururlu La Malinche intikam almak için hem çocuğunu, hem de kendisini öldürür.

Arjantin‘de Llorona’nın yüzünün görülmediği, ayaklarının da toprağa deymediği söyleniyor. Yani Arjantin’de llorona havada uçuyor. Bazen de at üstünde geldiği anlatılıyor. Arjantin’de llorona görmek kötü şans olarak görülüyor ve kötü şeylerin habercisi olabileceği söyleniyor. Şili‘de ise, kadının çocuklarını nehirde boğmasının nedeninin, kocasının çocuklarıyla daha çok vakit geçirmesi olduğu söyleniyor. Karısının çocuklarını öldürdüğünü öğrenen koca da karısını nehirde boğarak öldürüyor. Şili’de bu efsanede Llorona’ya “Pucullen” deniyor. Ama Şili’de hikayenin varyasyonları da yok değil. Bazıları olayın San Carlos Köprüsü‘nde olduğunu söylerken, Valparaiso‘da llorona’nın şeytanla evli olduğu söyleniyor. Bu versiyonda kadın şeytanla evli, ama onu iyi bir adam zannettiği için evlenmiş.

Kolombiya‘da llorona, tıpkı Meksika’da olduğu gibi çocuklarını arayan bir kadın. Siyah uzun saçları var. Bazı anlatılarda saçları gri, beyazlamış ya da gümüşe çalıyor. Yüzünün yerinde ise bir kurukafa var.

Kosta Rika‘da llorona efsanesi, ülkenin dört temel efsanesinden biri. Keşiften önce de Kosta Rika folklöründe ağlayan kadın efsanesi var. Ancak keşiften sonra, Llorona’nın bir yerli olduğu, zengin bir İspanyol conquistador tarafından evlenme vaadiyle kandırıldığı ve çocuk doğurduğu anlatılıyor. Ancak İspanyol beyin llorona ile evlenmek gibi bir niyeti yok. Bunu anlayan llorona önce çocuklarını, sonra da kendini nehirde boğuyor.

Peru’da da llorona efsanesi anlatılıyor. Köylüler, çiftçiler zaman zaman çalılıklarda, ormanda ve özellikle de nehir kenarlarında ağlayan bir kadın sesi duyduklarını anlatıyorlar. Bu kadın “Çocuklarımı gördünüz mü? Çocuklarım nerede?” diye sora sora ağlayarak ilerliyor.

La Llorona007

Ekvador‘da llorona’nın kocası bebek doğduktan hemen sonra llorona’yı terk ediyor. Bu nedenle llorona deliriyor ve bebeğini nehirde boğuyor. Bir süre sonra bebeğini boğduğunu fark edip nehirde onu aramaya başlıyor. Nihayetinde bebeği buluyor, ama bebeğin öldüğünü fark ediyor. Çılgın sularda, kayalara çarpa çarpa boğulmuş olan oğlunun serçe parmağının koptuğunu fark ediyor. Bunun üzerine llorona kendini de nehirde boğuyor ve bir hayalet olarak, önüne çıkanların serçe parmaklarını kesip koparıyor. Yine Ekvador’da evde doğum yapan kadınlara llorona’nın göründüğü, bebeği çalmaması için de bebeğin yanına şekerlerin ve şekerlemelerin bırakılması gerektiği anlatılır. Llorona şekerleri alıp gider ve bebeği rahat bırakır.

El Salvador‘da hikaye, efsanenin kaynağı olan Meksika’dan pek farklı değil. Ancak El Salvador’da Llorona’nın sadece ıssız ormanda ve nehir kenarlarında değil, kasabalarda da gezdiğine inanılıyor. Eğer llorona peşinize takılırsa, derhal en yakın kiliseye girmelisiniz. Çünkü kiliseye giren llorona hemen kayboluyor ve bir süre de görünmüyor.

La Llorona004Guatemala‘da llorona ülkenin en bilinen efsanelerinden. Guatemala’daki inanışa göre llorona ya bir melez ya da bir yerli. Ancak kesinlikle alt tabakadan, yoksullardan geliyor. Tüccar bir İspanyol beyine gönlünü kaptırıyor ve ondan bir bebek doğuruyor. Ancak ispanyol bey onu terk ediyor. O da bebeğini boğuyor ve böylece bir hayalete dönüşerek sonsuza kadar oğlunu aramak üzere lanetleniyor. Guatemala versiyonuna göre llorona’nın oğlunun adı Juan De La Cruz. Guatemala’da llorona su olan her yerde belirebiliyor; çeşme başlarında, nehirlerde, göletlerde, nehirlerde, su birikintilerinde. Burada gördüklerini korkutuyor ve korkanların kaskatı kesilmelerine neden oluyor. Guatemala’da llorona’yı gördüğünü iddia edenlerin sayısı hiç de az değil. Eğer llorona’nın çığlıklarını duyarsanız hemen kaçmalısınız. Yoksa olduğunuz yerde kaskatı kalırsınız. Eğer üçüncü çığlıktan önce kaçamazsanız, llorona sizi ele geçirir. Guatemala inanışına göre, Llorona ayrıca yalnız erkekleri de hedef seçebiliyor. Böyle durumlarda bu erkeklerin bir kadınla el ele tutuşması gerekiyor, yoksa llorona peşini bırakmıyor.

Latin Amerika’da llorona efsaneleri bunlarla sınırlı değil. Uzadıkça uzuyor. Neredeyse her ülkenin, her bölgenin kendine has bir llorona efsanesi var. Kimi bölgelerde efsane Kolomb öncesi döneme kadar gidiyor. Neticede La Llrona, keşif yani yağma yıllarından beri başta Meksika olmak üzere, Latin Amerika’nın tüm nehirlerinde ağlayıp duran ve sonsuza kadar ağlayıp duracak olan kederli bir hayalet olarak anlatılmaya ve dolayısıyla var olmaya devam edecek gibi duruyor. Hayaletler, siz onları hatırladığınız sürece vardırlar zira. Bir dönem b-filmlerde şeytanın hizmetkarı bir cadı, çocuk hırsızı, cani bir canavar olarak resmedilen ve popüler kültür rüzgarlarıyla çeşitli mecralara savrulan llorona; günümüzde gerçek kimliğine giderek yaklaşıyor gibi. Ancak efsanenin kalbine dokunan bir film henüz çevrilmiş değil…

[box type=”shadow” align=”” class=”” width=””]

La Llorona005

Llorona karakterini İçeren Bazı Filmler

  • The Wailer (2005)

  • The Cry (2007)

  • Her Cry: La Llorona Investigation (2013)

  • La Llorona (1960)

  • La Maldición De La Llorona (1963)

  • La Llorona (1933)

  • Le Herancia De La Llorona (1947)

  • La Leyenda De La Llorona (2011)

  • La Venganza De La Llorona (1974)

  • Las Lloronas (2004)

  • KM 31: Kilómetro 31 (2006)

  • Haunted From Within (2004) ya da Spirit Hunter: La Llorona (2004)[/box]

Bu makale aslen Bayan Yanı Dergisi’nin Aralık 2014 sayısında yer almış, ancak Öteki Sinema için revize edilmiş ve genişletilerek yayınlanmıştır.

blank

Ezgi Aksoy

Sinema yolculuğu 80’li yıllar korku filmleriyle başladı. Ucuz filmlerle büyüdü. Sinema, yazından sonraki en büyük tutkusudur. Şuan LeMan, yeniHarman ve Bayan Yanı’nda araştırma dosyaları ve populer kült yazıları yazmakta ve medeniyet üzerine kafa yormaktadır.

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

blank

Öteki'den Haber Al

Buna da Bir Bak!

blank

Felaket Filmleri

Afetler hayatımızın en önemli gerçeklerinden biridir. Bu yüzden felaket filmleri,
blank

İtalya’dan Yamyam (Cannibal) Filmleri

İtalyan sinemasının yamyam temasını konu alan cannibal filmleri, sektör içinde