Yönetmenliğini, kült film ¿Quién Puede Matar a un Niño? (Who Can Kill a Child) ile tanınan Uruguay asıllı yönetmen Narciso Ibáñez Serrador’un yaptığı, 1969 İspanya yapımı film La Residencia (aka The House That Screamed) bir ‘gotik slasher’ filmi.
19. yüzyılda Fransa’da kız öğrenciler için okula dönüştürülen ürkütücü büyüklükteki karanlık bir malikanede geçiyor hikaye. Malikane, eurohorror sevenlerin ağzının suyunu akıtacak kadar etkileyici. Madame Forneau’nun (Lili Palmer) hem sahibi hem de müdürü olduğu okul, “duygusal açıdan karmaşık” olduğu ileri sürülen zengin kızları için bir nevi lüks ve katı bir hapishane. Okulun bazı kurallarının günümüz hapishanelerinin çoğunda uygulanmadığına bahse girebilirim.
Gacırdayan kapılar, kendiliğinden açılıp kapanan pencereler ve kapılar, düşen saksılar, puslu aynalar, uzun ve loş koridorlar, dans eden mum alevleri gibi ayrıntılarla “haunted mansion” (perili ev) tarzında ilerleyeceği izlenimi vererek başlasa da, film daha yarı olmadan bıçaklı katil piyasaya çıkıyor ve böylelikle gidişat da belli olmuş oluyor. Görünürde katı kurallara, –kırbaç, aşağılama gibi ‘Sade’vari yöntemleri de barındıran– sert disiplin sistemine, kelimenin tam anlamıyla bir “mistress” olan Madame Forneau’nun lezbiyen tacizlerine dayanamayan kızlar bir bir okuldan kaçıyorlar. Ancak gerçek öyle değil elbette. Aslında okuldan kaçmaya yeltenen kızlar sırayla öldürülüyorlar.
Neredeyse sağlıklı adamın bulunmadığı okulda katilin kim olduğu sorusu ise, filmin sonuna kadar esrarını koruyor. Katil Madame Forneau da olabilir, Madame’ın ağır Freudyan yöntemlerle yetiştirdiği ergen oğlu da (bu bağlamda 1960 yapımı Psycho’dan oldukça feyz aldığı söylenebilir), Madame’dan çok Madame’cı öğrenci Irene de… Hatta oradan buradan beklenmedik anlarda çıkan hizmetliler, yani uşak da… Üstelik neredeyse tüm karakterler potansiyel birer katil imajı çizmekte son derece başarılılar ve her birinin katil olmak için olası sebepleri var. İnsan neredeyse melaike portresi çizen Theresa’dan bile şüpheleniyor.
Günümüz slasher’ları düşünüldüğünde devede kulak bile sayılmayacak kadar az kızın öldürüldüğü film (yaklaşık 6), aslında Franco yönetiminde faşist bir diktatörlük olan dönemin koşulları ve sanata veril(me)yen değer düşünüldüğünde son derece iyi kotarılmış cinayet sahnelerine sahip. Cinayet anlarının yaratıcı olduğu da söylenebilir. IMDb’de aktarıldığına göre İspanyol sinema tarihi içinde çekilmiş ilk yakın plan slow motion cinayet sahnesini de barındırır film.
Oyunculuklar ise, 1969 İspanya yapımı bir korku filmi için oldukça başarılı. Özellikle Lili Palmer ve Mary Maude kesinlikle göz kamaştırıyor. Film, aslında slasher olmakla gotik korku olmak arasında gidip gelen (iyi de eden), –istemli ya da istemsiz– muhteşem bir toplum eleştirisi sunan (zengin okullarındaki ve dolayısıyla burjuva hayatındaki disiplin anlayışı üzerinden), Psycho’dan etkilendiği taraflarıyla sapık bir anne – oğul ilişkisine odaklanarak psikolojik derinlik taşıyan, ve dönemi içinde ele alındığında son derece cesur olarak değerlendirilebilecek bir yapım.
La Residencia ayrıca; Who Can Kill a Child gibi bir kült klasiğin ayak seslerini oluşturan, sanat ve görüntü yönetmenlikleri açısından da son derece doyurucu, izlenmesi yer yer son derece rahatsız edici bir film. Lezbiyen eğilimler, katı eğitmen, güzel kızlar, çıplaklık, sapkınlık, karanlık atmosfer gibi türünün tüm özelliklerini barındıran bir eurohorror örneği olarak La Residencia, şiddetle tavsiye olunur…
Not: Çok başarılı bir sevişme sahnesi olarak nitelenebilecek “dikiş sahnesi”ne dikkat!
Not 2: Bazı kopyalar vaktiyle sansürlenmiş. Yani sansürlenmemiş olan orijinal kopyalardan izlemekte faide var.