Cameron ve Colin Cairnes kardeşlerin son filmi Late Night with the Devil’ın (2023) harikulade bir sanat yönetimiyle ulaşılan kitsch estetiğine bayıldım. David Dastmalchian’ın da kariyerinin en iyi performansını verdiğini düşünüyorum, bu filmle ilgili uzun uzadıya bir sürü şey yazabilecek kadar not tuttum ama bu yazıda sadece ve sadece tek bir soruya odaklanmayı tercih ediyorum, o da şu: “Şeytan, anlaşmanın kendine düşen kısmını yerine getirdi mi?” Bence filmi asıl ilginç kılan şey, bu sorunun yanıtında gizli.
Edebiyatta “ruhunu Şeytan’a satma” konusunda hayli dolgun bir literatür olduğunu biliyoruz, Jeremias Gotthelf’in Kara Örümcek novellası, Stephen Vincent Benet’in The Devil and Daniel Webster adlı öyküsü, Christopher Marlowe’un Doktor Faustus’u ve Goethe’nin Faust’u ilk aklıma gelenler… Bu “Şeytan’la anlaşma” motifine Bulgakov’un Usta ile Margarita’sında, Klaus Mann’ın Mephisto’sunda politik bağlamda rastlıyoruz. Oscar Wilde’ın Dorian Gray’in Portresi’nde olduğu gibi çok yaratıcı yaklaşımlar olduğu da ortada. Sinema zaman içinde bu konuya kayıtsız kalamıyor ve Rosemary’s Baby (1968), Angel Heart (1987), The Phantom of the Opera (1989), Faust (1994), Spawn (1997), The Devil’s Advocate (1997), Sleepy Hollow (1999) ile The Witch (2015) gibi benzer bir temayı kullanan birbirinden ilginç ve önemli filmler sökün ediyor, Late Night with the Devil da bunlardan biri.
Yazının bundan sonrası tepeden tırnağa sürprizbozan (spoiler) içermektedir!
Late Night with the Devil’ı bitirir bitirmez, “Acaba yanlış mı hatırlıyorum?” diyerek başa dönüp açılış sahnesini tekrar seyrettim. Öykünün tüm tohumlarını büyük bir özenle tek tek eken açılış bölümü mükemmel yazılmış ama kurgu her detayı hemencecik kavrayamayalım diye bir hayli hızlı (Madeleine’i ilk seferinde fark etmek zor mesela). Aslında filmin finalinin yorumu da Jack Delroy’un defalarca işittiği son cümle kadar bu açılış hikâyesinde gizli.
Amerika Birleşik Devletleri’ndeyiz, 1971 Nisan’ı. Chicago’lu bir radyocu olan Jack Delroy, ulusal TV kanalı UBC’de yayımlanacak olan “Night Owls” (Gece Kuşları) adlı ilk programına çıkıyor. 1972 Kasım’ında UBC’nin sahibi Walker Bedford’la 5 yıllık bir sözleşme imzalıyorlar. Delroy’un amacı ratinglerde zirveye oynayıp The Tonight Show’u sunan Johnny Carson’ı tahtından etmek (“Yeni kral” olmak, çünkü tarih sadece kralları hatırlar) ve Emmy ödüllerini süpürmek ama bunu asla başaramıyor. Hiçbir zaman birinci sıraya yükselemediği gibi, Emmy’lerde de adaylıkla yetinmek durumunda kalıyor. Night Owls’un en çok izlenen (ama yine de ratinglerde The Tonight Show’un bir puan gerisinde kalan) bölümü, sigara içmediği hâlde akciğer kanserine yakalanan ve çok az bir ömrü kalan eşinin katıldığı program oluyor. 1976 Ekim’inde yayınlanan bu programdan iki hafta sonra hanımı ölüyor ve Jack depresyona giriyor. Bir müddet ekranlardan uzaklaşıyor. Bir ay sonra geri dönüyor, izlenme oranlarını yükseltmek için yapımcısı Leo Fiske ile birlikte türlü şaklabanlıklara giriyorlar ama nafile, ratinglerindeki düşüş devam ediyor. Ta ki 1977 yılındaki Cadılar Bayramı bölümüne kadar. O bölüm Ay’a İniş’ten (Moon Landing) sonra televizyon tarihinin en çok izlenen bölümü oluyor, güya bizim izlediğimiz film -Late Night with the Devil- o bölümün (o gün kayıt altına alınmış) master videosu. O yüzden filmin kısmen bir buluntu görüntü filmi (found footage movie) özelliği var. Master videoya girmeyen bölümler, reklam araları. Yönetmen bu “sahne arkası” çekimleri bize siyah-beyaz olarak sunuyor, böylelikle canlı yayın kaydı ile onu tamamlayıcı bir özelliğe sahip sahneleri ayırt edebiliyoruz.
Buraya kadar her şey güzel. Karşımızda found footage bir tek mekân korkusu var, giriş-gelişme-sonuç bölümlerinde ana-akım anlatıdaki katharsis dramaturjisini inşa ediyor. Dikkatli takip etmezseniz klasik bir film olduğu sonucuna ulaşmanız işten bile değil. Fakat filmin final bloğundaki katliamın hemen ardından gelen ve bize Jack Delroy’un aslında kim ve ne olduğunu anlatan bölümle beraber o âna kadarki temel sav sarsılıyor. Bu kısım o kadar şahane yazılmış ki, bir yandan bir sürü soru işaretini giderirken aynı anda yepyeni ve önemli suallere alan açıyor.
Film bittiğinde ilk akla gelen yorum şuydu: Abraxas’a hizmet eden iblis (Bay Wriggles), yıllar önce yapılmış bir plan dahilinde Lilly’yi ele geçiriyor. Delroy da The First Church of Abraxas tarikatının başındaki Szandor D’Abo vasıtasıyla Şeytan’a/Abraxas’a ruhunu şöhret karşılığı sattığı için Lilly’nin katıldığı Night Owls, Cadılar Bayramı Özel Gecesi televizyon tarihinin en çok rating alan tolkşovu oluyor. Şeytan, Lilly’nin içindeki Bay Wriggles aracılığıyla anlaşmanın kendine düşen kısmını (“Bence sen yakında çok meşhur olacaksın / I think you’re gonna be very famous soon.”) beş yıllık TV sözleşmesinin muhtemelen son gününde yerine getirmiş oluyor (hem en çok izlenen program ve o yılın en kuvvetli Emmy adayı hem de yenileneceği müjdelenen sözleşme). Güzel, ancak bir problem var. Programın konukları canlı yayında öldürüldükten sonra gelen sahneyi ne yapacağız? Bu sahne -eğer başka bir şekilde yorumlanmayacaksa- kendi içinde bir sürü çelişki barındırıyor. D’abo’yu, Grove üyelerini, Madeleine’i ve Şeytan’la yapılan anlaşmayı tek bir komplonun içinde eritmeye çalışıyor. Nasıl oluyor bu?
İlk ve en kuvvetliymiş gibi görünen tez, bütün bu sahnenin Bay Wriggles’ın Jack Delroy’un zihnine oynadığı bir oyun olması. Makul bir izahat. Ama bu sefer de öykünün zaman çizelgesinde bir tutarsızlık doğuyor. Eğer The First Church of Abraxas’la da bağlantılı görünen The Grove (“Uzun ağaçların orada tanışmıştık / We met amongst the tall trees.”), Chicago’daki radyoculuk günlerinden beri Jack’in arkasındaysa beş yıllık anlaşmadan hemen sonra Walker Bedford’dan “kan dökerek kurban verme” talebinin gelmesini nasıl kabul edeceğiz? Madeleine’in sigara içmeden akciğer kanserine yakalanmasına daha 5 yıl var, hatta sözleşme imzalandığında Jack daha Madeleine’le tanışmamış bile! Abraxas’la yapılan anlaşma gereği ritüel hançeriyle öldürülmüş olsa, bu sefer de Jack’in televizyonlara geri dönüşünden sonraki süreçte niye başarısız olduğuna anlam veremiyoruz. Cadılar Bayramı Özel Programı, sözleşmenin son haftasında çekiliyor. Sadece elitlerin (ve elit adaylarının) kabul edildiği centilmenler kulübü The Grove ile Şeytan’a tapanların kilisesi olan The First Church of Abraxas bağlantılıysa bu kanlı program, The Grove’u güç durumda bırakmış oluyor.
Bir diğer tutarsızlığa, June ile Jack’in ilişkisinin olası zamanlamasından yola çıkarak ulaşıyoruz. The First Church of Abraxas tarikatının müritlerinin kendilerini yakarak yok ettiği olay 3 yıl önce yaşanmış. Lilly o faciadan sağ kurtulan tek kişi, o tarihte 10 yaşında. Cadılar Bayramı Özel programı sırasında ise 13 yaşında. June, Lilly’nin vasisi konumunda. Anladığımız kadarıyla Lilly, Jack ile June arasındaki ilişkiyi biliyor. June’un uzun bir ön çalışma gerektiren kitabı Conversations with the Devil (Şeytan’la Konuşmalar) daha bir ay önce çıkmış. Ama aralarındaki samimiyete bakılırsa çiftin ilişkisi biraz daha eskiye uzanıyor olmalı. Jack başından beri June’un The First Church of Abraxas faciasından kurtulan Lilly’yle çalıştığını biliyor. Ama o felaket üç yıl önce yaşanmıştı, halbuki Madeleine geçen sene öldü. Jack, Abraxas’a şöhret için ruhunu en iyi ihtimalle üç yıl önce satmış olmalı. Bu da final sahnesindeki kurban ritüelini anlamsız kılıyor (Madeleine’in bu korkunç anlaşmadan haberdar olmasına hiç değinmiyorum). Demek ki final başka bir analize imkân tanıyor. Buradan kendi teorime geçiyorum. Bence izlediğimiz her şey, Jack Delroy’un hezeyanlarla dolu aklında geçen bir tür “zihin tiyatrosu”.
Film, stüdyodaki seyircilerin hep bir ağızdan Jack Delroy’a “Hayalperest. Uyan / Dreamer, here. Awake.” diye seslendikleri bir sahneyle bitiyor, orada/stüdyoda sadece tek bir hayalperest varsa, geri kalan her şeyin hayal ürünü (hatta “kâbus ürünü”) olduğu ihtimali doğar. Bir kâbusu andıran şekilde tek mekâna sıkışmış durumdayız, her şey programın kayda alındığı stüdyoda gerçekleşiyor, dışarı çıkamıyoruz. Bana kalırsa, bu stüdyo “Tolkşovlarda bir numara olmak hayaliyle tırlatmış” bir televizyoncunun hastalıklı zihninin mekân tasarımına benziyor. Finalde kurban öncesi ritüelden tutun, Madeleine’in (kocasının müstakbel başarısı için kendini kurban ettirdiği) hasta yatağına kadar her şey bu stüdyoda gerçekleşiyor. Konuklar, The Grove’un (ve dolaylı olarak The First Church of Abraxas’ın) mensuplarından oluşuyor. Bunların içinde Ölüm’ü simgeleyen İskelet Adam ya da Karanlıklar Prensi’ni temsil eden Şeytan kostümlü olanlar var. Bence Hayalperest Jack Delroy The Grove’la ve Abraxas’la anlaştı ama vaat ettikleri başarı bir türlü gelmedi. Hatta Jack bir yerde Carmichael Haig’e “Bence onların etkisini abartıyorsun / I think you overestimate their influence.” diyor. Çünkü Jack onlara koşulsuz biat etmiş olmasına rağmen, ezelden beri hayalini kurduğu başarıya bir türlü erişememiş ve güveni zedelenmiş. Eğer bunlar hastalıklı bir zihnin yanılsamalarıysa, o zaman bu programın konukları neyi simgeliyor?
Şimdi biz normal hayatımızda bir olayı kafamızda tartarken ne yapmış oluyoruz? Bir tür artılar-eksiler analizi. Bence Jack Delroy’un zihni, yaşamının son beş yılındaki tüm önemli kırılımları ve tüm hayal kırıklıklarını bu Cadılar Bayramı Özel programında bir araya getiriyor ve hatta tartıştırıyor. Konuklar, onun “doğaüstü” olana bakış açısını simgeleyen üç kişiden oluşuyor: Christou, June Ross-Mitchell ve Carmichael Haig. İyi bir hipnozcu olan Haig aynı zamanda sağlam bir şüpheci, bilimsel nitelik taşımayan (kanıtlanamayan) şeylere hiçbir surette inanmıyor. Christou kendini doğaüstü olanın emrine vermiş durumda, tüm hayatı bu, bundan para kazanıyor. June yöntemleri itibariyle bilimsel olandan yola çıkıp deneyimleri neticesinde bilim-dışı olana göz kırpan bir insan. Jack’in zihni bu farklı eğilimleri insan suretine büründürüp bir potada eritiyor. Amacı, Abraxas’ın sadık uşaklarından Bay Wriggles’ın da hazır bulunduğu bir tartışmada kuşkularını sorgulamak.
Eğer Jack The Grove ve Abraxas’la anlaşıp, o çok sevdiği karısını kurban ettiyse, ki yapmış olabilir, niçin nihai hedefine ulaşamadığına kafa patlatıyor olmalı. Eşini kaybetmiş, ratingler düşüyor, elinde hiçbir şey kalmamak üzere. Dört konuk da özel programın sonunda ölüyor ve Jack Delroy tek başına ortada kalıyor. Tek bir defalığına bile olsa ratinglerde zirveyi görmüş bir çocuk katili olarak… Şeytan böylece sözünü tutmuş mu oldu şimdi? Evet, Jack Delroy bir anda dünyanın en meşhur televizyoncusu oldu. Ama böyle bir olayın ardından Emmy kazanması mümkün mü, emin değilim.
Belki de yaşadığı suçluluktan dolayı (kariyerinin önünü açacak güç odaklarıyla karanlık anlaşmalar içine girmek) zihni ona bir oyun oynadı. Finaldeki sahnenin, stüdyodaki konukların (en azından ciddi bir kısmının) The Grove mensubu olma olasılığına yeşil ışık yakması da bu tezi destekliyor. Bu stüdyoda yolunda gitmeyen bir şey var. Halbuki Lilly’nin içindeki iblis “Bay Wriggles” dehşet verici katliamına başladığında konuklar da çil yavrusu gibi dağılmıştı. Demek ki, Jack’in zihninde bariz bir bulanıklık var. Bu bulanıklığa Bay Wriggles sebep olduysa ilk tez doğru ama final sahnesi bana bunun Jack’in kendi hezeyanları olduğunu düşündürttü. June ile başladığını ve iyi gittiğini anladığımız ilişkisi bile bana göre hayal ürünü. Christou’nun Jack’e Minnie’yi hatırlatması (“Evlilik yüzüğü olan bekar bir adam / An unmarried man with a wedding ring”), Haig’in ona The Grove’u hatırlatması ve June-Lilly ikilisinin ona The First Church of Abraxas’ı hatırlatması tesadüf mü? Olabilir ama yayın boyunca her şeyin merkezinde Jack Delroy’un olduğunu görüyoruz, tüm olaylar onun etrafında dönüyor. Sette sürekli onu izleyen bir kamera var, yapımcısı Leo’yla gizli saklı şeyleri konuşurlarken bile kamera orada. Ve işin ilginci, yayın boyunca verdiği tepkilerden Jack’in de her şeyi canlı yayın esnasında öğrendiği hissine kapılıyoruz. Peki, bu nasıl oluyor? Ya Jack’in Abraxas’ın planından gerçekten haberi yok ya da zihni bölünmüş ve kendine yabancılaşmış vaziyette. Filmde yer alan ve programı sunan Jack’in programa konuk olan Jack’e bakış attığını gösteren bir kare ikinci ihtimali güçlendiriyor (hemen alta ekledik).
Madeleine’in sık sık ortaya çıkmasından (bir şekilde ekranda görülmesinden), onun en büyük pişmanlığının, suçluluk hissinin kaynağının ölen karısı olduğu anlaşılıyor. Bunu Bay Wriggles yapıyor olabilir, akla hemen bu geliyor ama Madeleine’in hayaletvari imgesi hiçbir zaman tehditkâr görünmüyor. Madeleine de tarikata üye miydi, bilmiyorum. Bence değildi. Belki de Jack Delroy’un feda ettiği şey, Madeleine’in sağlığıydı. Sigara kullanmıyor olmasına rağmen akciğer kanserine yakalandığının özel olarak vurgulandığı prologue kısmı bunu ima ediyor olabilir.
Tereminden kaynaklanan ses, stüdyodaki ışık oyunları, voltaj artışı, ampullerin patlaması, film boyunca belirli izahı olabilecek türlü şeyler yaşanıyor. Peki ya Haig’in herkesi (Lilly ve birkaç konuk dışında hemen herkesi, hatta ekran başındakileri) hipnotize etmesine ne diyeceğiz? İlgili anların görüntüleri ekrana geldiğinde Haig’in başarılı olduğunu anlıyoruz. Finalde, hipnotize sahnesine bir çarkla selam durulduğunu not düşelim, bu da Jack’in hastalıklı zihninin bir yanılsaması (resmî afişte Jack Delroy’un kafasının yandığını görüyoruz, Haig’in değil!) olabileceği anlamına geliyor olabilir. Jack görmek istediğini görüyor olabilir mi? D’Abo’nun “Sadece arzu ettiğimiz şey ve onu nasıl elde ettiğimiz vardır (önemlidir)” sözü de buna bir atıf olmasın sakın? Deliller hiç fena değil ama yine de senaryo bu hâliyle kesin/nihai bir sonuca ulaşmamıza izin vermiyor ki zenginliği de burada yatıyor.
“Sinsi bir başyapıt” şeklinde tanımladığım Late Night with the Devil (2023) konuşulmaya devam edecek gibi görünüyor. Ben çok beğendim, tavsiye ederim. İyi seyirler…
Öteki Sinema için yazan: Ertan Tunç
Notlar
Not 1: The Grove, Kaliforniya’da gerçekten var olan bir Centilmenler Kulübü’ne atıfla kullanılmış: The Bohemian Grove. Sadece etkili isimleri davet üzerine kabul eden Bohemian Club’a bağlı olan bu yaz kampı, gizli cemiyetler tarihinin baş köşelerinden birine sahip. Yıllar önce Irving Pichel çalışırken Bohemian Club’a denk gelmiştim, sonra Nixon’la ilgili bir şeyler okurken bahsedildiğini duydum. Sonra sayısız biyografide karşıma çıktı, hatta geçen sene Oppenheimer yazısına hazırlanırken filmin uyarlandığı biyografide bahsi geçiyordu. Robert Oppenheimer da katılmış The Grove toplantılarına. İçinden Amerikan Başkanları çıkmış, son derece etkili, fevkalade karanlık ve tehlikeli bir oluşum bu. Birkaç üyesini sayayım, yorumu size bırakayım: Ronald Reagan, Richard Nixon, Henry Kissinger, Walter Cronkite, Herbert Hoover, William Randolph Hearst, Colbert Caldwell, Warren Christopher, George Bush (Baba Bush), Martin Anderson. Başka söze gerek yok… Bu arada bu yaz kampı, yüksek Kaliforniya kızılçamlarının bulunduğu bir yerde yapılıyor ve karanlık ritüelleri var. Bilin bakalım maskotları ne? “Owl”, yani baykuş. Evet, Night Owls’taki “owl”.
Not 2: Carmichael Haig karakteri, gerçek hayatta bir enstitü kurup paranormal olduğu iddia edilen safsatalarla mücadeleye ömrünü adayan James Randi’den esinlenilmiş. O da filmdeki gibi “hiçbir şüpheye mahal vermeyecek bir doğaüstü kanıtına” büyük bir para ödülü vaadinde bulunmuş ama onlarca yıl boyunca o ödülü kazanabilen çıkmamış.
Not 3: “Wriggle” sözcüğü İngilizce’de (solucan gibi) kıvrılmak, eğilip bükülerek geçmek/ilerlemek anlamına geliyor ama “zorla sızma”, “kurnazca bir amaca ulaşma” gibi yan anlamları olduğunu hatırlatayım.
Not 4: “Kurban İsteyen Efendi”, filmdeki bir repliğe göndermedir. D’Abo (“Diabo” şeklinde okunan bu sözcük, Diablo’ya/Şeytan’a bir atıf) bir röportaj sırasında şöyle diyor: “Sadece arzu ettiğimiz şey ve onu nasıl elde ettiğimiz söz konusudur. Hata yapmayın. Efendi, (kendine) kurban ister.” (There is only what we desire and how we obtain it. Make no mistake. The master demands sacrifice).
Not 5: “Tarih sadece kralları hatırlar.”, filmdeki bir replikten alınmıştır: “History remembers only kings.”
Not 6: Late Night with the Devil’daki “Late Night”, ABD’de gece yayımlanan tolkşovlara atıfta bulunuyor, o nedenle filmin adını “Şeytan’la Tolkşov” şeklinde çevirebiliriz. Ve evet, benim de gözümü bir miktar tırmalıyor ama Türk Dil Kurumu “talk show” sözcüğünü “tolkşov” ve “söz gösterisi” şeklinde karşılıyor.
Not 7: İkinci paragrafta adı geçen bütün romanlara, öykülere, novellalara ve filmlere kefilim.