Adrián García Bogliano, ilk filminden beri güncel olarak takip ettiğim az bilinen sinemacılardan biridir. 1980 Madrid doğumlu yönetmenin ilk uzun metrajlı çalışması Rooms for Tourists’e (2004), daha önce Öteki Sinema’da yer vermiştim. Mikro bütçeli bir ‘slasher’ olan Rooms for Tourists, oyunculuklar, ışık, ses ve müzikleri ile sınıfta kalan bir görüntü çizse de, B filmlere aşinalığımdan olsa gerek beni çok rahatsız etmemişti. En çok etkilendiğim nokta ise yönetmenin gerilim yaratmadaki ustalığıydı.
Öteki Sinema için yazan: Murat Kızılca
O yazıyı “Bu filme bir şans verin.” diyerek bitirmiştim. Sonrasında hiç ara vermeden korku filmi çekmeye devam eden Bogliano’yu gücüm yettiğince takip etmeye çalıştım. Mikro bütçeler ile çalışmayı neredeyse alışkanlık (yoksa mecburiyet mi demeli) haline getiren Bogliano, yoluna hız kesmeden devam ediyordu etmesine ama uzun bir süre ilk filminin bile altında kalan işlere imza attı. Örneğin 2008 tarihli No moriré sola (I’ll Never Die Alone) ile istismar sinemasının derin sularına dalan yönetmen, yaklaşık 6.000 dolarlık bütçesinin ağırlığıyla boğulmaktan kurtulamamıştı. I Spit on Your Grave’in (1978) izinden gitmeye çalışan tecavüz/intikam temalı No moriré sola, uzun süreli tecavüz sahneleri ile etkili olmaktan çok itici bir görüntü çiziyordu. Bol defolu senaryosuna vasatın çok altında kalan oyunculukları, teknik imkânsızlıkları ve yaratıcılıktan uzak cinayet sahnelerini ekleyince, ortaya maalesef çok zayıf bir iş çıkmıştı.
Filmografisi göz önüne alındığında, bütçe açısından bir hayli şanslı olduğunu söyleyebileceğimiz Penumbra (2011), önceki filmlerinden çok ayrı bir yerde duruyor. Her haliyle çok daha profesyonel bir görüntü çizen film, gizem ve merak duygularını son saniyeye kadar kaşımayı başarmasının yanında çizgi üstü bir seyir keyfi de vadediyordu. 2012 tarihli Meksika/ABD ortak yapımı Here Comes the Devil, bir çiftin Tijuana mağaralarında kaybolan iki çocuğunun öyküsünü eksenine alıyordu. Korku sinemasının birçok alt türüne göz kırpan sahnelerle bezeli film, özellikle atmosfer yaratmadaki kalitesiyle dikkat çekiyordu. Bu filmden sonra tanınırlığını bir nebze arttıran Bogliano, meşhur The ABCs of Death (2012) isimli seçkide “B is for Bigfoot” ile kendine yer bulmayı başardı. Yazıya da konu olan bir sonraki filmi Late Phases ise genç yönetmenin İngilizce olarak çektiği ilk film olma özelliğini taşıyor.
Vietnam Savaşı’nda görme yetisini kaybeden 50-60 yaşlarındaki gazi Ambrose, genelde emeklilerin yaşadığı, şehre uzak bir alana kurulmuş, neredeyse orta ölçekli bir kasaba büyüklüğündeki siteye taşınır. Shadow isimli köpeği ile beraber yalnız yaşayan yaşlı adam, daha sitedeki ilk gecesinde kurt adam saldırısına maruz kalır. Yan komşusu bu saldırıda hayatını kaybeder, Ambrose ise ucuz kurtulmuştur. Neredeyse her ay benzer bir saldırının gerçekleştiği sitede yaşayanlar, bunun etraftaki ormanlık arazide yaşayan vahşi köpeklerin işi olduğunu düşünmektedir. Polis de aynı görüştedir. Vahşi köpek teorisine yüz vermeyen Ambrose, bir sonraki saldırı için hazırlıklara başlar.
Sessiz sinema döneminden beri bir dolu etkileyici kurt adam filmi çekilmesine rağmen, nedense bu türün Korku Sineması’nın üvey evladı muamelesi gördüğünü düşünürüm. Werewolf of London (1935) ve The Wolf Man (1941) gibi öncü klasiklerden sonra seksenlerin unutulmaz kurt adam filmleri The Howling (1981), An American Werewolf in London (1981), Wolfen (1984) ve The Company of Wolves (1984) gelmişti. 2000’li yıllarda ise Ginger Snaps (2000), Dog Soldiers (2002) ve Underworld (2003) gibi örnekler öne çıktı. Fakat Late Phases, türün devamı sayılabilecek bir örnek olmaktan çok uzağa düşüyor. Öyküsünü kurt adamın üzerine değil, tamamen kurban adayının üzerine kuruyor. Hatta kurt adamı, sadece evinde yalnız başına yaşayan kör bir karakteri tehdit eden tehlike unsuru olarak kullandığı bile söylenebilir. Ana öykü, evini (ve tabii ki kendisini) korumaya çalışan karakterin etrafında kurulunca, film de doğal olarak ev istilası filmleri kategorisine doğru meylediyor. Bu bağlamda Late Phases’ı yukarıda adı geçen kurt adam filmlerinden çok, Audrey Hepburn’lü ev istilası filmi Wait Until Dark’a (1967) yakın bulduğumu söylemeliyim.
Ev istilası ve kurt adam filmlerinin ilginç bileşiminden oluşan melez bir yapılanma içerisindeki Late Phases, Bogliano’nun daha önceki filmleri gibi garip bir film değil. Aksine gayet anlaşılır, net bir öyküsü var. (Kuvvetle muhtemel ABD yapımı olmasından dolayı.) Hatta Ambrose ile oğlu Will arasındaki ilişkiye değinen sahneler ile başkarakterine biraz daha derinlik katmaya bile çalışıyor. Ama öykü o kadar gayriciddi ki, bu tarz ciddi bir karakter çalışması fazlasıyla beyhude bir çaba gibi duruyor.
Late Phases, kurt adam filmlerinin olmazsa olmazı dönüşüm sahnesini de unutmuyor. Tabii ki An American Werewolf in London’daki gibi etkileyici bir sahne olmamış ama kesinlikle hiç fena değil. Aynı şey diğer ‘gore’ sahneler için de geçerli. Filmin ruh haline uygun, bütçe açısından mütevazı şiddet sahneleri, genel havaya zarar veren bir rahatsızlık hissi yaratmıyor.
Mulberry St (2006) ve Stake Land (2010) gibi filmlerdeki rolleriyle hatırlanan Nick Damici, kör bir gaziyi canlandırdığı Ambrose rolüyle filmin en önemli sacayaklarından biri olmaya soyunuyor. Damici, sırtına yüklenen bu ağır yükü başarıyla taşırken ara sıra abartılı oyunculuklar sergiliyor ama filmin gayriciddi havası bu abartıyı fazlasıyla kaldırıyor.
Late Phases, ilk bakışta bir kurt adam filmi gibi görünse bile aslında ev istilası (home invasion) filmlerinin matematiğine uygun bir senaryoya sahip. Sadece dışarıdan gelen tehlikenin ismi kurt adam olmuş, o kadar. Dolayısıyla şöyle ağız tadıyla bir kurt adam filmi izleyeyim diye ekran başına kurulursanız, fena hayal kırıklığına uğrarsınız, benden söylemesi. Amma velakin ev istilası filmleriyle aranız iyiyse, Late Phases tam da sizin kaleminiz.