Ülkemizde 2011 Filmekimi kapsamında gösterilen ve yine 2011’de, Cannes Film Festivali’nde Nuri Bilge Ceylan’ın Bir Zamanlar Anadolu’da filmi ile Büyük Ödülü paylaşan Le gamin au vélo / The Kid With A Bike, son dönemde çektikleri her filmle Cannes’dan ödüllerle dönen Belçika doğumlu yönetmen kardeşler Jean-Pierre Dardenne ve Luc Dardenne’in son filmi.
Senaryosu da yine Dardenne kardeşler tarafından, Japonya’da duydukları gerçek bir olaydan esinlenilerek yazılan ve Altın Palmiye adaylığı da bulunan filmin başrollerinde, Thomas Doret, Cécile de France, Jérémie Renier, Fabrizio Rongione, Egon Di Mateo, Batiste Sornin ve Olivier Gourmet gibi isimler yer alıyor. Dardenne Kardeşler, diğer filmleri olan Le fils (2002) ve L’enfant (2005) da olduğu gibi The Kid Wih a Bike’da da sade anlatımlarından ödün vermeden, insanın içini yaşama sevinciyle dolduran bir filme imza atarak, yaşadığımızı bir kez daha anlamamıza önayak oluyorlar.
Kırmızı tişörtlü bir çocuğun elinde telefonla babasını aramasıyla başlayan film, doğrudan konuya giriyor ve ana karakterimiz olan 12 yaşındaki Cyril’in dünyasına çekiveriyor bizi. Cyril’in tek bir amacı var; o da terk edildiği yuvadan ayrılıp babasını bulabilmek. Çünkü Cyril için babasının onu terk ettiğine inanmak, o çocuk kalbiyle anlamlandıramayacağı kadar büyük bir duygu. Ona göre babasının onu bir açıklama bile yapmadan terk edip gitmesinin bir sebebi olmalı. İşte onun bu arayışı tesadüf eseri Samantha ile tanışmasına neden oluyor. Cyril, babasını ve parasız kaldığı için satmak zorunda kaldığı bisikletini ararken karşısında buluyor Samantha’yı. Onca yalnızlığının ve çaresizliğinin içinde Samantha ona yardım eden tek insan oluyor. Samantha, Cyril’in bisikletini buluyor ve ona geri veriyor. Hatta babasıyla bile görüşmesine vesile oluyor. Ancak Cyril acı gerçeği, yani babasının onu neden terk ettiğini çok kısa bir süre sonra öğreniyor: Babası sözümona kendisine bakamayacağını düşündüğü, ama aslında onu hayatında istemediği için yanında kalmasını istememektedir. Cyril’den o kadar vazgeçmiştir ki, doğru dürüst tanımadığı ve bir kere gördüğü Samantha ile kalmasını uygun görecek kadar umursamaz bir tutum içerisindedir. Babasının onu istemediğini öğrenen Cyril, çocukluğunun verdiği isyan ve öfkeyi zaman geçtikte, Samantha’nın sonsuz sabrı ve şefkatiyle bastıracaktır. Günlerini, hafta sonları Samantha’nın yanında kalarak, diğer zamanlar ise hiç mutlu olmadığı yuvada yaşayarak geçirmeye başlar. Onun için kendini gerçekten kendi gibi hissettiği tek an bisikletiyle özgürce dolaştığı zamanlardır. Bisikletinin pedallarını çevirdikçe ve rüzgar yüzüne vurdukça, her şeyi unutup, mutlu olduğunu hissettiği dünyasına saklanmaktadır. Kaçış yeri olan bu bisikletin aynı zamanda onu babasına bağlayan, ondan geriye kalan tek şey olması ne kadar da ironiktir oysa. Yine böyle bisiklete bindiği bir gün mahallenin serserilerinden olarak adlandırılan delikanlıyla tanışır. Cyril’e “Pitbull” diye hitap eden delikanlı onu yüreklendirmiş, güçlü ve cesaretli biri olduğunu hissetmesine yol açmıştır. İlk defa biri tarafından “güçlü” olduğunu hissettiğinden olsa gerek, kendini bu serseriye ispatlamak için başını da belaya sokmaktan geri kalmaz. Ama aslında Cyril neyin doğru neyin yanlış olduğunu bilmediği, daha doğrusu ona öğretecek bir ebeveyne sahip olmadığı için bunu birilerinin ona yol göstermesiyle değil, ne yazık ki yaşayarak öğrenecektir. Sonu hüsranla bitecek olan bu olay, belki de hayatın ne demek olduğuna bu küçük yaşında tanık olmasına neden olacaktır.
Sadelik ve basitlik arasında ne kadar önemli bir fark olduğunu gösteren The Kid With a Bike, büyüme çağında olan bir çocuğun saflığını, karakterinin oluşması için ebeveynlerinin, arkadaş çevresinin ne kadar önemli olduğunu abartıdan çok uzak bir şekilde gözler önüne seriyor. Cyril, yaşadıkları ve gördükleri çerçevesinde kimin onu sevdiğine, kiminse onu önemsemediğine bizzat kendi gözleriyle görerek tanık oluyor. Hiç tanımadığı, kan bağı olmadığı halde onu sahiplenen Samantha’ya ilk başlarda öfkesini kusması, onu bir türlü benimseyememesi, aslında kendi kanından canından olan babasının onu reddetmesine karşı içten içe duyduğu öfkeyi dışa yansıtma şekli belki de. Öyle ki Samantha, adeta kanatsız bir melek gibi ona kol kanat geriyor, “Ya o, ya ben!” diyen sevgilisini bile bir kalemde silebiliyor. Cyril’in o isyan dolu sorgulayan gözleri, tüm bunları anlamaya çalışmakta ama bir yandan da baba özlemini ve ona ulaşmak için bir şeyler yapabilme isteğini kamçılamaktadır. Tüm bu duygu karmaşası 12 yaşındaki bir çocuk için çok ağırdır ama Cyril her şeyi yaşayarak başaracaktır.
Cyril karakterini canlandıran Thomas Doret, babası tarafından terk edilen bir çocuğun duygusal karmaşalarını, babasına karşı olan sevgi ve özlemini, tüm bunların yanında elinden hiçbir şey gelmemesinin verdiği çaresizliği seyirciye çok başarılı bir şekilde yansıtıyor. Cyril yılmıyor, yıkılmıyor, büyüklerin dünyasını anlamaya çalışmak için sonuna kadar çabalıyor ve tüm bunları, hayata çocukluğunun verdiği saflıkla bakarak başarıyor. Çocuk olmasına rağmen, babasının o yaşında gösteremediği olgunluğu, Cyril 12 yaşındaki küçücük omuzlarıyla babasını utandıracak kadar iyi taşıyor. Onu dengelemeyi, büyük bir sabır ve sevgi göstererek başaran Samantha ise bu sabrı nereden bulduğu konusunda bizi oldukça şaşırtıyor ve Samantha karakterini canlandıran Cécile de France, olgunluğuyla bizleri kendine bir kez daha hayran bırakıyor.
Hikaye anlatımında tempo zaman zaman ağırlaşsa ve bazı yerlerdeki sahneler fazla uzatılmış gibi görünse de, başarılı kurgu sayesinde, filmin devamında neler olacağı konusunda uyandırılan merak o kadar dozajında ki, film adeta akıp gidiyor. Bunun yanında birbirlerine tamamen zıt karakterleri canlandıran ve bu zıtlığı oldukça tutarlı bir oyunculukla beyazperdeye yansıtan ana karakterler de filmin en büyük avantajlarından biri. Cannes Film Festivali’nde aldığı ödüle karşılık Oscar adaylığı konusunda hüsrana uğrayan The Kid With a Bike, belki de izleyeceğiniz en güzel sona sahip filmlerden biri. Böyle bir filmin daha dramatik ya da eğlenceli bitmesini beklerken, hiçbir şey anlatmıyor gibi görünüp çok şey anlatan, kendisi gibi çok sadece ve samimi bir sonla bitiyor ve koltuğunuzdan Cyril’i tanıdığınıza memnun olarak kalkmanızı sağlıyor. Kim bilir, belki başka bir Dardenne kardeşler filminde Cyril ile tekrar karşılaşırız. O zamana dek pedal sürmeye devam!
Filmin adını görünce 1948 yapımı Bisiklet hırsızları sandım bir an… Ben bisiklet hırsızlarını çok beğenmiştim… :) Herkese tavsiye ederim..
E tabi bu filmi de izlemek şart oldu.