Ruhlar Kasabası (Le Village des Ombres), kökeni 1800’lerin sonuna kadar uzanan bir lanet öyküsünü sinemaya taşıyor. Evet, yanılmadınız. Bu, şimdiye kadar yüzlerce kez izlediğimiz türden bir “gençler yıllar sonra gelir ve kötülüğü uyandırırlar” hikayesi…
Senaryonun türe bir katkısı olmadığını anladığınız anda, birazdan izleyeceğiniz şeyin sırtını çoktan tüketilmiş klişelere yaslayacağını da kolayca tahmin edebiliyorsunuz. Perdede sebepsiz şiddeti yüceltmekten başka amacı olmayan işkence pornolarının aksine Ruhlar Kasabası eski usul korku filmlerinin reçetelerine sarılıyor ve buna uygun bir senaryosu var: Bir grup iyi arkadaş yağmurlu bir gecede arabalarıyla kaza geçirir ve oraya en yakın kasabaya sığınırlar. Fakat bilmedikleri şey, kasabanın taşıdığı 2. Dünya savaşında yaşananlar yüzünden taşıdığı lanettir ve bu kötülük onların ayrılmasına izin vermeye pek niyetli değildir ve olaylar, olaylar…
Fransız korku ve dehşet sineması Grand Guignol* mirasını da sahiplenen güçlü bir geleneğe sahip. Son 10 yılda da, İşkence Odası (Martyrs), İçerde (A l’intérieur), Sınır(da) (Frontière(s) gibi örneklerini verebileceğimiz, bu ülkeden gelen pek çok iyi film izledik fakat Ruhlar Kasabası, tür sinemasını ve özellikle modern Fransız korku sinemasını sevenlere müjdeleyebileceğim kadar başarılı bir seyirlik değil. Tabi buraya kadar yazdıklarımdan “film çok kötü, sakın ola izlemeyin” manasına gelen bir anlam çıkmasın. Gecenin bir yarısı TV’de karşıma çıksa bayıla bayıla seyredeceğim yeterlilikte bir korku filmi ama söylediği yeni hiçbir şey yok ve seyircisine geçirdiği duygu yoğunluğu ile Avrupa filminden ziyade Hollywood üretimi bir işe daha yakın bir çalışma.
80’ler video furyasında izlediğim en iyi korku filmlerinden biri olan, Michael Mann elinden çıkma The Keep’te, Alman askerleri Romanya’da bir kasabada kadim bir lanetle karşılaşır ve kötülüğün şeytani ellerinde telef olurlar. Ruhlar Kasabası’nda The Keep’le kurulmuş zayıf da olsa bir bağ var, sinefiller mutlaka fark edeceklerdir. Film aslında sırf bu numarası yüzünden dahi keyifle izlenebilir. Teknik olarak kötü bir yapım değil üstelik. Uzun zamandır özlediğimiz kadar karanlık bir görüntü yönetimi, sağlanmak istenen atmosfere büyük katkı sağlıyor. Gerçi bu kadar karanlık bir film çoğu seyircinin hoşuna gitmeyecektir ama… Oyunculuklar Fransız sinemasından gelen örneklerde hep gördüğümüz üzere; abartıdan uzak, gerçekçi ve tutkulu.
Film “alma mazlumun ahını, çıkar aheste aheste” sözünün güzel bir uygulaması ama olayın “aheste” kısmını fazla ciddiye almış. Öykü o kadar yavaş akıyor, tempo öylesine sarkıyor ki, Ruhlar Kasabası sinemada izleyerek keyif alınacak bir seyirlik olmaktan çıkıyor. Yönetmen, bu sıkıcılığı umursatmayacak bir meraklı izleme hali yaratamadığı için finale giden yolda oflayıp puflayarak helak oluyorsunuz.
Eğer Dean R. Koontz romanlarında rastlanılan türden gizem öykülerini seviyorsanız ve korku sinemasına karşı sınırsız bir sevgi besliyorsanız, Ruhlar Kasabası yerinde bir tercih olacaktır ama sinemada izlemek için çok fazla sebep barındırmayan önemsiz bir film olduğunun altını çizmeliyim. Ayrıca özellikle belirtmeliyim ki, filmin orijinal isminin tam çevirisi olan “Gölgeler Köyü” dururken “Ruhlar Kasabası” gibi özensiz ve zorlama bir Türkçeleştirmeyle gösterime sokulmuş olmasından da üzüntü duydum.
Grand Guignol: 1800′lü yılların sonunda Paris’in arka sokaklarından birinde kurulan ve 60 sene boyunca izleyicilerini apaçık vahşet sahneleriyle karışık bazen komedi, bazen dedektiflik hikayeleri, bazen de erotizmle etkileyen bir tiyatro kumpanyası…
İlk yayın: http://www.beyazperde.com/filmler/film-134278/elestiriler-beyazperde/