İlk kez sessiz film olarak çekildiği 1925 yılından itibaren TV dizileri ve filmleri dışında 8 kez sinemaya uyarlanan Les Miserables / Sefiller romanı, 1800’lerin Fransa’sını, toplum yapısını ve siyasi durumunu tüm çıplaklığıyla gözler önüne seren bir yapıttır. Romanın baş karakteri JeanValjean’ın 19 yıllık mahkumiyeti üzerinden yargılama usulleri, cezalandırma sistemi eleştirilirken; Cosette ile çocukların çalıştırılması sorununa değinilir. Çünkü 19. yüzyıl Sanayi Devrimi çağıdır ve dünyanın birçok bölgesinde kadınlar ve çocukların zor koşullar altında çalıştırıldığı, emeğin sömürüldüğü bir dönemdir. Victor Hugo, Fantine’in başına gelenlerle söz konusu dönemde kadınların çaresizliğini anlatırken; Marius, Gavroche ve daha nice devrimci karakterleriyle devrim sonrası Fransa’nın siyasi karışıklıklarını da derinlemesine inceler.
Les Misérables’ın en başında 1815 yılı için verilen, Fransız Devrimi’nden sonra tekrar bir Fransız kralının tahtta olduğu bilgisi, Fransa’da devrim sonrası kurulan cumhuriyetin yerine yeniden monarşinin gelişini ifade ediyor. 18. Louis’nin başa gelmesiyle değişen siyasi yapı ve ortaya çıkan karmaşa, ateşli bir cumhuriyetçi olan Victor Hugo’nun romanında en çok eleştirdiği noktalardan biridir ve nitekim 1830 Devrimi sonrası iç savaş anlatımıyla bunu açık bir şekilde gösterir. Girişte verilen bu kısa bilgiden sonra görselliğiyle büyüleyen bir açılış sahnesi izlediğimiz Les Misérables, hemen her uyarlamada izlediğimiz kürek mahkûmlarınınyaşadığı drama kısaca değinip Jean Valjean’ın (Hugh Jackman) özgürlüğüne kavuşmasıyla devam ediyor. Söz konusu sahnedeki bayrak detayı ise (1958 dışında) diğer uyarlamalarda pek göremediğimiz, ancak polis müfettişi Javert’in (Russell Crowe), Jean Valjean’ı tanıması için kullanılan önemli ayrıntılardan biriydi. Bu noktadan itibaren çoğu sekansta etkileyiciliği arttırmak adına hikâyeye eklemeler yapılsa da eserden çok uzaklaşılmadığını söyleyebiliriz. Romanda Jean Valjean’ın bir çocukla karşılaşmasından sonraki pişmanlığı, Kilise’de yakarış olarak betimlenmiş ancak Hugh Jackman, pasaportunu yırttığı bu sekansta öyle bir performans sergiliyor ki, romana yapılan eklemeyi bile göz ardı edebiliyorsunuz. Türü müzikal olan bir filmde, böylesine etkileyici bir oyunculuk sergilemek Hugh Jackman’a En İyi Erkek Oyuncu dalında Oscar adaylığı kazandırsa da rakipleri arasında Daniel Day-Lewis’in olması, şüphesiz Jackman’ın en büyük talihsizliği oldu.
Les Misérables’da Fantine kısmı, uyarlamalar arasında karakterin durumunu en iyi resmeden film olmuş. Fantine’in yaşadığı dram ve diğer birçok uyarlama da yüzeysel geçilen detaylar, bu filmde tüm hatlarıyla işleniyor. Anne Hattaway Fantine rolüne hayat verirken bir yandan oyunculuğuyla büyülüyor, diğer yandan da muhteşem bir ses rengine sahip olduğunukanıtlıyor ve En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu Oscar’ını hakkıyla kazanıyor. Özellikle saçlarının kesildiği bölümdeki ağlama sahnesi, Hattaway’in izlediğim en etkili performansıydı.
Romanın Thénardier ailesi bölümüne gelince… Gelmiş geçmiş Sefiller uyarlamaları arasında en komik ve en uyumlu Thénardier çiftini oluşturan Helena Bonham Carter ve SachaBaron Cohen, uzun ve zaman zaman sıkıcı hale gelen filmin havasını bir anda değiştiriyorlar. Romandan farklı bir yorumla izlediğimiz bu sekanslarda, Carter ve Cohen yine bildiğimiz o komik halleriyle güldürüp, filmi biraz olsun eğlenceli hale getirmeyi başarıyorlar. Çünkü esas olarak ağır bir dram olan Sefiller’in önceki uyarlamalarında benzer bir duyguyu verirken, son filmi bu noktada diğerlerinden sıyrılmayı başarıyor. Böylece Harry Potter serisinin Bellatrix’i, Tim Burton’ın vazgeçilmez oyuncusu ve eşi olan Helena Bonham Carter, ikinci kez çalıştığıTom Hooper’ın da vazgeçilmez oyuncularından biri olacağının sinyallerini veriyor. Borat filmiyle dünya çapında üne kavuşan Sacha Baron Cohen de Sefillerin en komik Thénardierkarakteri olarak yerini alıyor.
Sefillerin diğer iki önemli karakteri ve romanın aşk hikayesinin kahramanları olanCosette ile Marius’ün bulunduğu bölümler filmde, çoğu noktada değişime uğramış ya da hızlandırmaya tabi tutulmuş. Edebiyat uyarlamalarında romana ne kadar sadık kalınırsa o denli iyi bir uyarlama olduğunu düşündüğüm için, konu eserin özünden uzaklaştıkça filminnitelik kaybettiğine inanıyorum ki bunu en çok Sefillerin 1935 uyarlamasında hissettiğimi söyleyebilirim. 2012 yapımı Sefiller’de ise Marius ile Cosette’in aslında Luxembourgbahçelerinde tanışmaları ve Jean Valjean’a kurulan tuzağın olmaması, Eponine karakterine bazı noktalarda gereğinden fazla zaman ayrılması ve hatta Marius’ün ondan yardım istediği bölümler romandan epey farklı gelişiyor. Cosette karakterinin küçüklük halinin de (IsabelleAllen), yetişkin çağlarının da (Amanda Seyfried) oyunculuk açısından çok iyi olduğunu söyleyebilirim. Bu başarıda, Amanda Seyfried’ın daha önce Mamma Mia’da rol almasının katkısı büyüktür. Eponine’i canlandıran Samantha Barks’ın, Sefillerin 25. Yıldönümü konserinde yine aynı karakteri oynaması bu oyuncunun da etkili performansının nedenlerinden biri…
Romanın Jean Valjean’dan sonra ikinci karakteri olan Javert’e hayat veren Russel Crowe ise, Les Misérables’ın sevmediğim tarafı oldu. Çünkü Crowe, her ne kadar başarılı bir oyuncu olsa da müzikal için gerekli özelliklere ve en önemlisi yeterli bir ses tonuna sahip değil. Diğer oyuncuların yanında epey sıkıntı yaşadığı ve bunun rol yapma yeteneğine yansıdığı bir gerçek. Birçok sahnede yönetmen, Crowe’un bu açığını görselliğe önem vererek kapatmaya çalışmışsa da pek başarılı olduğu söylenemez.
Romanla birebir örtüşmese de oldukça etkileyici bir final sahnesine sahip olan LesMisérables’ın diğer bir handikabı ise süresiydi. Geçmiş uyarlamalara baktığımızda daha kısasüreye sahip olmasına rağmen, müzikal oluşu sebebiyle çoğu yerde sıkıcı hale gelebiliyor ve seyircisini filmden uzaklaştırabiliyor. Ancak yine de her şeye rağmen özellikle filmin ikinci yarısında, 1830’ların Fransa’sına değinilen yerlerde Gavroche’un sınıfsal farklılıklar ve özgürlük adına söyledikleri oldukça güzel ve önemli detaylardı. Çünkü söz konusu dönemde,1789 Devrimi sonrası kurulan cumhuriyet yıkıldı ve monarşinin geri gelmesiyle yaşanan olayların sonucunda Fransa’da 1830 Devrimi yaşandı. Roman, işte bu devrim sonrasında ortaya çıkan kaos sürecine, cumhuriyetçi gençlerin mücadelesine büyük önem verir. Filmde izlediğimiz iç savaş bölümleri, Devrim sonrası başka bir hanedana mensup kral LouisPhilippe iktidarına tepkiyi yansıtır; Victor Hugo’nun demokrat ve cumhuriyetçi tavrının bir sonucudur. Nitekim yıllar sonra ikinci kez kurulan cumhuriyetin de yıkılmasıyla Victor Hugo Fransa’dan kaçacak ve yeni cumhuriyet kuruluna dek ülkesine dönmeyecektir…
Tom Hooper’ın King’s Speech ile yakaladığı başarıyı devam ettireceğinin bir kanıtı olan Les Miserables, Sefiller’in en iyi uyarlamaları arasında yer almayı da hak ediyor. Fakat esere bağlılık açısından baktığımızda en iyisi olmadığı su götürmez bir gerçek…
Harika bir yazı olmuş Başak. Ellerine sağlık :)
Güzel yazı olmuş,elinize sağlık ancak size göre en iyi Sefiller uyarlaması hangisi? Polemik için sormuyorum sadece meraktan.
Öncelikle teşekkür ederim. Ben en çok 1982 yapımı Sefiller’i beğendim. Romana daha sadık kaldığını düşünüyorum çünkü. Bulabilirseniz 1934 ve 1958 de gayet iyiydi, tavsiye ederim.