Bu nasıl bir film böyle!!!

Geçen gün tersninja.com’da yapılan çeşitli “en iyi 10 film” listelerine göz atarken Murat Tolga Şen abimizin yaptığı “en iyi 10 uzay korku” listesinde bir de baktım ki hiç adını duymadığım Lifeforce diye bir film var. Hem de yönetmeni Tobe Hooper! Hemen ne yapıp edip bu filmi izlemeliyim dedim ve bu sabah sonunda bu filmi izleme şansına sahip oldum (Cinemageddon ve Tolga Spud Demirtaş sağolsun). Film için muhteşem mi desem, biraz sıkıcı mı desem, akla hayale gelmeyecek bir senaryo mu desem… ne diyeceğimi bilemediğim için zaten “Bu nasıl bir film böyle” diye çiğ bir cümleyle başladım yazıma. Öyle veya böyle bu film nasıl daha çok adını duyurmamış hayret ettim. Türkiye’de, Amerika’da, İngiltere’de hiçbir DVD’cide falan hiçbiryerde rastlamadım Lifeforce’a. Halbuki hayal gücünün sınırlarını zorlayan ve oldukça ustaca kotarılmış bir korku-bilimkurgu fantazyası var karşımızda…

4681131020aBir kere kesinlikle izlenmesi gereken bir film olduğunu belirtmeliyim Lifeforce’un. Filmin beni en çok etkileyen yönü ise animatronicleri ve makyajlar oldu. Lifeforce’un makyajları harika! Bugüne kadar gördüğünüz hiçbirşeye benzemiyor. Çok pahalı da değil ama çok emek harcanmış olduğu belli. Çok emek harcanmanın da ötesinde, filme çok uymuş. İlk cesedin ayaklandığı sahne hakikaten muhteşem bir korku anı yaşatıyor izleyenlere. Cesetlere bakmak, ürpermek için yetiyor zaten.

Filmin konusu şöyle; “Halley” kuyruklu yıldızı dünyaya yaklaşırken bir uzay gemisi, bu kuyruklu yıldızı önceden incelemek üzere bir görevlendirilir. Kuyruklu yıldızı inceleyen ekip, meteorun hemen ön kısmında organik bir uzay gemisi gibi birşey keşfederler. Bu uzay gemisinin içine araştırma için giren ekip, beraberlerinde dünyaya korkunç bir kabus getireceklerdir. Birbiri ardına içlerinden yaşam enerjileri çekilerek öldürülen kurbanların hikayesi vampirlere kadar gidecektir!…

Aslında film ilk bir saati itibariyle Species (1995) filmine yüzde yüz paralel gidiyor. Öyle ki herhalde Species’in yazarları fikri bu filmden almış diye düşünmeden edemedim. Ancak Species’deki ciddiyet ve gerilimin aksine, Lifeforce, ilerledikçe biraz sıkıcılaşıyor. Yine de yer yer insanın ağzını açık bırakan olaylar gerçekleşmiyor değil. Hayal gücü olarak Lifeforce bambaşka bir kafada, adeta vites değiştirip uçuyor finale doğru! (Londraki kaos sahnelerine bayılmakla beraber bu uzaydan gelen vampirlerin yok edilme yöntemini pek beğenmedim)

Herhalde Tobe Hooper’ın Poltergeist‘tan (1982) sonra yönetmenlik koltuğuna oturduğu en büyük bütçeli proje bu olsa gerek (Hatta belki de en büyüğü. Lifeforce’un bütçesi 25 milyon dolar olarak açıklanmış). Lifeforce’a şöyle bir bakınca aslında filmin son derece baş döndürücü bir şekilde başladığını ama daha sonra git gide biraz cıvıdığını görüyoruz. Olayın vampirlere bağlanması değil ama biraz ucuz bir şekilde bağlanması beni bu kanıya itti. Yoksa sonuna doğru iyice uçan senaryolara bayılırım. Şöyle içimden keşke bu filmin adı “Space Vampires” olsaymış diye geçirdim. Space Vampires filmin alternatif ismi. Bence Space Vampires, filme bu biraz fazlaca ciddi olan Lifeforce isminden daha çok yakışıyor. Wikipedya’da yazana göre de Hooper filmin adı Space Vampires olsun çok istiyormuş ama filmin adı sonradan yapımcılar tarafından Lifeforce olarak değiştirilmiş. (Bu arada filmin yazarı da filmi izledikten sonra büyük hayal kırıklığına uğramış ve filmden nefret etmiş.)

lifforza

Zaten Tobe Hooper ve yapımcı şirket Cannon arasında süregelen kavgalar sonucu Hooper’ın kariyeri malesef neredeyse yerle bir olmuş. Texas Chainsaw Massacre (1973) ile sinema tarihini yerinden oynatan bir çıkış yapan Hooper, Spielberg’in yapımcılığında Poltergeist ile Hollywood’un en büyük korku markalarından biri olmak üzereyken Cannon şirketi ile 3 filmlik bir anlaşma yapıyor. İlk film Lifeforce, ikincisi Invaders from Mars (1986) ve üçüncüsü Texas Chainsaw Massacre 2 (1986). Lifeforce’un piyasada çok iyi iş yapmamasından sonra Cannon yapımcıları Menhem Golan ve Yoram Globus sonraki filmlerde adeta Hooper’a hayatı zindan ediyorlar (hatırlıyorum, Texas Chainsaw 2’nin DVD’sindeki extralarda oyuncularla yapılan röportajlardan birinde bir aktris bunu üzerine basa basa söylüyordu) Ve akabinde Hooper’ın kariyeri TV dizileri ve Crocodile (2000) ve Toolbox Murders (2003) gibi süper zayıf filmlere doğru yuvarlanıp gidiyor. Büyük ustanın tekrar dirilişini hala bekliyoruz!

Her ne kadar stüdyonun gazabına uğramış ve projede emeği geçen kimse tarafından yeterince sevilip sahiplenilmemiş, adeta hilkat garibesi bir üvey evlat gibi piyasalar tarafından da unutulmuş bir film olsa da, Lifeforce’un kült statüsüne ulaştığının ve filmin dünya üzerinde birçok hayranı bulunan özel bir film olduğunun altını çizmek gerek. (Bakınız: filmin hayranı; Murat Tolga Şen!)

blank

Can Evrenol

University of Kent’ten “Sanat Tarihi” ve “Film Theory”mezunu. Bahçeşehir Üniversitesi’nde seçmeli sinema dersi vermekte. MEHTAP ve OMEGA VATAN isminde iki kısa romanı var. Yeni sinema filmi SAYARA (2024) çok yakında!

13 Comments Bir yanıt yazın

  1. 1987’nin yağmurlu bir kış gecesiydi. Yaşam Savaşı – Uzaylı Vampirler filmi sonunda yaşadığım şehrin Garnizon sinemasına gelmişti. Tek salonlu sinemada filmler Perşembe günü değişir, şehrin liseli gençleri olarak bizler de Cuma akşamları sinemaya gider, film izleme bahanesine bolca gırgır, şamata yapar, flört eder, sosyalleşirdik. Ama Lifeforce dikkatle ve rahatsız edilmeden izlenmesi gereken bir film olduğunun mesajlarını bana afişiyle vermişti. Hızlı bir karar verdim. Bu filmi sinemada in cin top oynadığı Perşembe gecesinde seyretmeli bu deneyimi mutlaka yaşamalıydım. 10 yaşındaki erkek kardeşimi çabucak örgütleyip, bilet, kola, mısır paralarını da denkleştirdikten sonra koşar adımlarla sinemanın yolunu tuttuk. İyice ıslanmış olarak içeri girdiğimizde “gelecek hafta” fragmanları dönmeye başlamıştı bile… Hemen montlarımızı çıkarıp kuru olan iç taraflarını tersyüz edip üst üste koyarak kardeşim için rahat ve yüksek bir koltuk yaptım. karanlıkta çıkıp fragmanlar bitmeden iki kola da kapıp dönüverdim ve Lifeforce başladı…



    Film bitip eve dönerken ben o zamana kadar hayatımda gördüğüm en iyi animatroniclere ve makyajlara beynimin içinde tekrardan yolculuk yapıyor bir yandan da çırılçıplak Matilda May’in inanılmaz güzelliğinin aşkının sarhoşluğunu yaşıyordum. Evdekilere “filmde çıplak kadın vardı! sevişiyolardıı!” demesinden çok korktuğum kardeşimin ağzından çıkan sözcüklerle rahatladım. “abi bu şimdiye kadar izlediğim en iyi filmdi!” Evet, kesinlikle öyleydi!

    1987’nin yağmurlu bir kış gecesiydi…

  2. teşekkürler can. yazı içinde.
    bu arada CG bu aralar beni gerçekten deli ediyor. 22 rip ve 81 upload yaptım (upload hızı çok düşük ve upload alışkanlığı olmayan bir ülkede). 20 rip in yeterli olduğu “team” üyeliği için başvurdum ama abuk nedenlerden dolayı sürekli terfim erteleniyor. bu yazıyı okuyan üyeler varsa CG forum sayfasında “No Users Allowed Club” başlığı altında açacağınız bir başlıkta beni desteklemenizi istiyorum bu yüzden elimde olan ve hiç bir yerde bulamayacağınız (xvidheaven dahil) bad seed filminin türk versiyonu kötü tohum, serdarın asi kabadayısı ve bir kaç sürpriz filmi bekletiyorum.

    türkiye’nin avrupa birliğine girmesinden daha zormuş bu olay. “hep destek tam destek” :)))))

  3. Ne yapmamız gerekeiyorsa yapalım ya, Bimskalabim rulez the CG!

  4. Çok teşekkürler Can, dikkatlerimizi bu filme çektiğin için. Zira ben bu filmi ilk kez duyuyorum. Fragmanı izledikten ve yazını okuduktan sonra, üstüne Murat’ın çektiği cilayı da gördükten sonra filmi merak etmemek elde değil. Ayrıca “Space Vampires” ismi seçilseymiş, bence de daha şık olurmuş. Filmin “ötekiliğini” desteklerdi mutlaka.

  5. uzun zamandır arayıp bulamadığım, adını asla öğrenmemiş olduğum için aramakta da çok zorlandığım bi’filmdi bu. sene 88 yahut 89 olabilir belki de daha önce. edirne’de dayımın evindeyiz ailemle birlikte. küçüğüm ben. evet yahu baya küçüğüm. yemek yeniyor, gece çöküyor, çaylar içiliyor elmalar ve portakallar televizyon karşısında oturan bizlere servis ediliyor. dayım babama dönüp diyor ki: “abi çok acaip bi’ film var izlesek mi?” “hadi koy izleyelim!” cevabı üzerine kaset videoya giriyor ve film başlıyor. ben küçüğüm çok küçüğüm. arada televizyona dönüp şöyle bi’ bakıyorum sonra tekrar bambaşka bir şeyle meşgul olmaya devam ediyorum. belki bi’ oyuncak arabayla uğraşıyorum ya da kurşun askerleri katlediyorum emin değilim pek hatırlamıyorum. küçüğüm baya.
    kafamı televizyona çeviriyorum buz küpleri içinde çıplak kadınlar(?) görüyorum. cam küpler içinde de olailirler. çoğul değil tekil de olabilir. kadın\kadınlar çok emin değilim. çok küçüğüm daha. kitleniyorum televizyona hehe. sonrası yine karanlık. hatırlamıyorum. bir kadın görüyorum sonra yine. çok hızlı yaşlanıyor, yüzü buruşuyor, çürüyor belki ya da ben öyle sanıyorum, öyle algılıyorum. halının üzerinde uyuklarken ne güzel filmdi diyorum bir bok anlamamış olmama rağmen. aradan yıllar geçiyor, büyüyorum ve filmi hatırlıyorum zaman zaman.. arıyorum bulamıyorum; adını dahi bilmiyorum.
    ne güzel oldu yahu burda denk gelmek. yakalamışken bi’ film sorsam mı? yine adını dahi hatırlamadığım. türü nunsploitation olabilir yani bu kategoride çok aradım ama rastlayamadım. içine şeytan girmiş ya da şeytan tarafından kandırılmış kadın bir rahibe hatırlıyorum. evli ve yaşlı bir peder hatırlıyorum. peder’in evli oluşunun beni şaşırttığını hatırlıyorum katolik evangelist gii kavramlardan mezheplerden haberdar olmadığım yaşlardayım sene yine 88-90 arası sanırım. çırılçıplak bir şekilde çarmıha gerilmiş ellerine ayaklarına çiviler çakılan bir rahibe hatırlıyorum, bir şeytan çıkarma sahnesi olabilir bu. hmm çok bir şey hatırlamıyormuşum ama yine de bilen biri çıkar belki? ipucunu saptırmayı istememekle birlikte başroldeki rahibeyi ünlü bir oyuncu canlandırmış olabilir buarada..

  6. belki inammayacaksınız ama ben filmi balıkesir necatibey de öğrencilik yıllarımda sinemada ucuz bir porno filmin yanında izledim
    tobe hooper i arkadaşlarıma ne kadar önemsediğimi anlatamadım onlar daha çok zerrin doğanı önemsiyorlardı
    iyi ama sonu başı kadar incelikle getirilemmemiş aslında en sonu fena değil ortaları diyelim izleyin bence çok önemli bir film
    saygılarımla

  7. Lise 3 e giderken Kadıköy As sinemasında bu filmin orjinal afişini gördüğün anda vurulmuştum. Sonrasında aynı sinemada erotik bir filmle ‘devamlı’ olarak gösterime girdi. Ben de okulu kırıp birkaç arkadaşımla bu filme gittim. Öncesinde erotik filmi de birgüzel seyrettik. Filmden çok etkilenmiştik. O yaşta filmi düşük tempolu bulmuştuk ama sonuna doğru cehennemi andıran atmosferine bayılmıştım. Mathilda May’a ise hepimiz aşık olmuştuk. Efektler harikaydı ve çok etkilenmiştim.
    Bu yazı bana da ilaç gibi geldi çok teşekkürler.
    Aynı sezonda gösterime girmiş olan Sam Raimi’nin Crime Wave veya Walter Hill’in Streets of Fire filmini de bu sayfalarda görmek çok güzel olurdu. Saygılar.

  8. 80’lerde rahmetli Aksaray Kristal’de ve kocamustafapaşa’da yine adını hatırlamadığım bir sinemada yılbaşı akşamı kardeşimle izlemiştik bu filmi.1995 yılında nedense 1 hafta gösterildi tekrarı.onada bir Beyoğlu fitaş’da bir arkadaşımı sürüklemiştim.şimdi son 10 dakikasının bozuk olduğu bir dvd’si mevcut elimde.görselliği ve bir tv mini serisini andıran anlatımı ilginçtir.güzeller güzeli mathilde may ve star trek the newt generation’un Jean luc picard’ı patrick stewart bile var.

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

blank

Öteki'den Haber Al

Buna da Bir Bak!

blank

These Final Hours (2013)

These Final Hours, The Walking Dead video oyunundan Adventure Time
blank

The Martian / Marslı (2015)

The Martian, tıpkı Disney menşeli Zor Saatler (The Finest Hours)