Son 30 yılda denizlerdeki balık nüfusunun %30’u aşırı avlanma sebebiyle tükendi. Böyle giderse 40 yıl sonra balık dediğimiz şeyi kitaplarda/tabletlerde göreceğiz!

10047 cut214x328 Öteki Vizyon: İsyan, 205: Korku Odası, Ölüm Uykusu Vizyondakiler Vizyondaki Korku Filmleri Ölüm Uykusu isyan 205 Korku OdasıKonuyla ne ilgisi var? Bu “son 30 yıl” dediğimiz şey sanırım her konudaki oburluğumuzu ve tüketme hızımızı göstermesi açısından önemli. 80’lerin başından beri hızlı bir yükseliş gösteren ve giderek artan sayıda film üreten “eğlence sineması” artık hikayeyi kuruttu, tüketti ve teknik alaverelerle, dalaverelerle göz boyar hale geldi. Hollywood izleyiciyi oyalamak için her şeyi yaptı. Yeniden çevrimler, çizgi roman uyarlamaları, ithal Avrupa, Uzakdoğu hikayeleri… Ama yetmiyor işte! Her yıl gösterime çıkan yüzlerce film o ya da bu şekilde başka filmlerden esinleniyor.

Bazen de bu esinlenme hadisesi tıpkı “İsyan” da olduğu gibi bildiğin çalma şeklinde gerçekleşiyor. Neden mi bahsediyorum?

Filmin konusu şöyle: Her şeye gücü yeten ulu ABD hükümeti uzayda bir hapishane inşa etmiş, adı MS One… Seyirci burada ilk sorusunu sorar: beş para etmez mahkûmlar için bu çaba niye? Cevap: onların üzerinde gözden uzak deneyler yapmak için… Bu yüksek güvenlikli hapishaneyi başkanın kızı ziyaret ediyor, o sırada psikopat bir mahkûm sayesinde isyan çıkıyor ve mahkûmlar yönetimi ele geçiriyor. Başkanın kızı da ellerinde ama ne kadar değerli bir kart olduğunun farkında değiller. Bu kadar çetrefilli bir meseleyi çözecek tek bir kişi vardır, o da haksız bir komployla içeri atılmış ajan Snow!

80’lerin çocukları şimdi koca adam oldu ama inanın onlar (yani biz) çok şanslıydılar. Okuduğunuz bu konunun neredeyse aynısı olan ve gerçekten sıkı bir film izlediler. Bu işlerin ustası John Carpenter’dan, Escape from New York / New York’tan Kaçış…

New York’tan Kaçış’ da, ABD ve Sovyetler arasındaki son savaşın ardından artan suç oranları yüzünden suçlular hapishanelere sığmayınca, hükümet savaşta harap olmuş Manhattan adasını yüksek güvenlikli bir hapishaneye çeviriyordu. Air Force One’da buradan geçerken adaya düşünce başkan bir güzel esir alınıyordu ve onu kurtarmak eski asker, yeni suçlu “Snake” Plissken’e düşüyordu. Ödülü: özgürlüğü…

Neredeyse aynı hikaye… Ama “orada başkanmış, burada başkanın kızı söz konusu” diyenler için geliyor. 15 yıl sonra gelen devam filmi Escape from LA’de kurtarılması gereken kişi başkanın kızıydı!

blank

Snow: Snake… Peki, aradan geçen onca yıl ve sinemanın artan teknolojik başarımına rağmen neden elimizde videoda bile izlerken sıkılıp yarısında vazgeçeceğimiz bir film var? Ruh… Ruhu öldürürseniz geriye ne kalır?

80’lerde stüdyo baskısından henüz bunalmamış yönetmenler dar bütçelerle de olsa istedikleri filmleri çekebiliyorlardı, Irkçılık, cinsiyetçilik, politik duyarlılık bu kadar kafaya takılmıyordu. Şimdi her şey o kadar ince dilimlenmiş, öylesine hesaplarla kotarılmış ki, film yapmaktan ürün çıkarmaya geçtiğimiz süreçte artık bize huzur yok!

Seyirci de doydu artık bu genizden konuşan maço karakterlere… O yüzden şiddeti ne kadar yükseltseniz de, efektleri ne kadar fiyakalı yapsanız da hepsi eninde sonunda kuru bir gürültüden fazlası değil.

İsyan bildik numaraları aynen tekrar ediyor. Arızalı, kimseye Eyvallahı olmayan bir anti kahraman, kurtarılmaya muhtaç ve de çok güzel bir kadın ki kendisi finalde hep kahramanın ödülü olur. Çok zeki, hapse düşmese başkan olacak kadar yetenekli bir suçlu ve onun finale kadar sinir bozacak şekilde kurgulanmış deli adamı, bir nevi köpeği… Üstüne konulmuş hiçbir şey yok, öyle bir çaba olduğunu dahi sanmıyorum. Sakın yörüngedeki bir uydu hapishanede geçen hikayeye kanıp bir bilimkurgu izleyeceğinizi sanmayın. Bu sadece göz boyayıcı bir set… Biraz da işi farklılaştırma, iyice taklitçi durumuna düşmeme endişesi.

İsyan, eski, iyi bir filmin iyi olmayan taklidi… Masallarda ejderhayı öldürüp kralın kızını kapıyordunuz, günümüzde o ejderhaların yerini psikopat suçlular aldı. Film, hiçbir anında orijinal ve sürükleyici değil. Aşırı miktarda Escape from New York, biraz The Last Boy Scout, biraz da Die Hard ama 80’ler avantürlerini özleyenler boşuna umutlanmasın. Yine o filmleri seyretseniz daha iyi.

blank

Murat Tolga Şen

Murat Tolga Şen, sinema eleştirmeni, senarist ve oyuncudur. Öteki Sinema'nın kurucusudur ve OFCS (Online Film Critics Society) üyesidir. 2012-2023 yılları arasında Medyaradar sitesinde TV sektörüne dair eleştiriler kaleme almış, 2014-2016 sezonunda Okan Bayülgen’in Dada Dandinista adlı programının yazı grubunu yönetmiştir. Ayrıca 2017-2019 yılları arasında Antalya Sinema Derneği’nin danışmanlığını yapmış ve 2014-2023 yılları arasında Eğlenceli Cinayetler Kumpanyası’nda oyunculuk yapmıştır. Şen, "Bir Notanın Hikayesi" adlı belgeselin senaryo yazarı ve "Bir İz - Madımak" belgeselinin danışmanıdır. Yazılarına Beyazperde ve Öteki Sinema'da devam etmektedir.

1 Comment Bir yanıt yazın

  1. Bazen taklitlerin ya da remake’lerin de işe yaradığını düşünüyorum,keza bu filmin öykündüğü diğer filmleri hiç seyretmemiş olan eşim filmi çok beğenmişti,belki referans filmleri seyretmiş olsaydı o da beğenmeyecekti.Bu vesile ile eski filmlerini tekrar tekrar vizyona sokan G.Lucas’a teşekkür etmek isterim,sayesinde çocuklarım da o filmleri sinemada seyredecekler.
    Filmin geneli için bir şey diyemeyeceğim ama psikopat kardeşi oynayan aktör bence çok iyi oynuyordu,performansı çok çok iyiydi,hiç göze batmayan bir oyunculuk çıkarıyordu.

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

blank

Öteki'den Haber Al

Buna da Bir Bak!

blank

Ses Çıkartırsan Ölürsün: A Quiet Place (2018)

Bu filmi izlemeye girerken patlamış mısır falan almayı aklınızdan bile
blank

How to Talk to Girls at Parties (2017)

How to Talk to Girls at Parties, kural tanımaz punkçılarla