Bir filmi beğendiğim zaman başkalarının ne düşündüğünü önemsemem, hislerime ve sezgilerime güvenirim. Longlegs’i (Cambaz, 2024) çok beğendim, kimin ne dediği umurumda değil. İlkin çok merak ettiğim için Cambaz’ı iyi olmayan bir versiyondan seyretmiştim ama görüntü çalışmasının hakkını veremeyeceğimi düşündüğüm için yazmadım. Şimdi ses ve görüntü bloklarının taş gibi olduğu bir versiyondan seyrettim, gönül ferahlığıyla yazabilirim: Cambaz görsel açıdan uzun zamandır seyrettiğim en yetkin korku filmlerinden biri. Evet, senaryosunda tatmin edici olmayan detaylar mevcut ama filmin ses kuşağı ve görüntü çalışması muazzam.
Filmi yazıp yöneten Osgood Perkins’in ustalığı mizansenleri inşa ederken ortaya çıkıyor. Burada mizansen derken sesi de buna dahil ettiğimin bilinmesini isterim. Filmin açılış sahnesinden başlayarak ana kahramanımız Lee Harker’ın kadraja alındığı çoğu sahneye müthiş bir izolasyon hissi hâkim. Perkins ve görüntü yönetmeni Andres Arochi bunu gördüğüm kadarıyla iki şekilde yapıyor. Bir, karakteri kadrajın içinde iyiden iyiye küçülterek veya önemsizleştirerek/silikleştirerek; iki, çerçevede her zaman karanlık, şüpheli veya muğlak imgeler bırakarak… Bu tercihler aşağı yukarı tüm sahnelerde kendini gösteriyor. Açılış sahnesini inceleyelim.
1970’li yıllarda Oregon’dayız. İki katlı eve yaklaşmakta olan bir araba var. Perkins aracı kullanan şahsı uzaktan ya da yakından göstermekten itinayla kaçınıyor. Sanki sürücüsüz bir araba gelip oraya park etmiş gibi. Arabanın içinden eve bir bakış atıyoruz. Takip eden planda evdeki küçük kıza geçtiğimizde pencerenin dibinde oturup kâğıda bir şeyler çizdiğini görüyoruz. Pencerenin hemen önü aydınlık ama kadrajın tamamını incelediğimizde şunu görüyoruz, Perkins kızın arkasını (odanın çerçeveye giren kısmını) bariz bir şekilde karanlıkta bırakıyor. Ekranın sol tarafı büyük ölçüde karanlıkta. Ekranın en sağında pervaz ve duvar var, orası da iyice karartılmış. Zaten küçük kızı bilinçli bir şekilde karanlığın ortasında resmediyor Perkins. Aydınlığın geldiği tarafa baktığında gördüğü şey de hayatını karartacak olan şeytani bir figürü taşıyan bir otomobil oluyor. Tabii bunu sonra öğreneceğiz.
Kız sıkıca giyinip yanına aldığı fotoğraf makinesiyle evden çıkıyor ve geldiğini fark ettiği otomobile doğru ilerliyor. Karlarla kaplı çam ağaçlarının çevrelediği ara yolda park hâlinde duran otomobilin sağ ön koltuğunda karanlık bir silüet görüyoruz. Öylece kımıldamaksızın duruyor. Şoför koltuğu ise boş. Küçük kız arabaya doğru giderken kendi evinin arkasından bir ses geldiğini işitiyor ve oraya yöneliyor. Yüzünü görmediğimiz uzun saçlı bir şahıs karşılıyor onu. Çok daha sonra bu karakteri kısmen görme/gösterme işinin şipşak fotoğraf makinesinin kadrajıyla bir ilgisi olduğunu anlayacağız ama şimdilik bilmiyoruz. Adamın çenesini, gövdesini kısmen görüyoruz, sesini duyuyoruz ama yüzünü görmüyoruz. Sanki küçük bir çocuğun uzun boylu birine attığı bakış gibi. Sonra bir saniyeliğine Longlegs’i/Cambazı göreceğiz, o da bize yetecek. Tüyler ürpertici bir an.
Osgood Perkins ve Andres Arochi’nin tüm filme yaydığı o depresif atmosferi incelemeye devam edelim ama bunun için öncelikle filmi parçalara ayırmamız gerekiyor. Ben filmi tekrar seyredip tüm filmi çekim yapılan yerin kronolojik olarak değiştiği kabaca 35 sahneye ayırdım. Açılış sahnesi hariç, aynı sahnede plan büyük ölçüde değişmişse analiz kolaylığı olması açısından onu iki küçük sahneye ayırmayı tercih ettim (örneğin Lee Harker’ın Longlegs’i sorguladığı kısmı ayrı bir sahne, Lee’nin sorgu odasının hemen önündeki koridorda Carrie Anne’in intihar ettiğini öğrendiği kısmı ayrı bir sahne olarak değerlendirdim). Ama plan değişmemişse anlık geriye-dönüşleri (flashback) ayrı bir sahne olarak ele almadım.
Yönetmen filmini kendi içinde 3 ayrı bölüme ayırmış. İlk bölüm 9 ayrı sahneden oluşuyor, ikinci bölüm 22 sahneden, üçüncü bölüm de 4 ayrı sahneden mürekkep. Filmde geriye-dönüşler (flashback) ve kısa/anlık anımsamalar (şeytani varlığı temsil eden birbirine dolanmış kırmızı yılanlar) var.
Ana karakterimiz Lee Harker (soyadı bariz bir şekilde Drakula romanındaki Jonathan Harker’a gönderme). Harker’ın bilinçli bir şekilde karanlık tarafından kuşatıldığını gördüğümüz 10 ayrı sahne (Sahne 1, 3, 5, 7, 9, 12, 14, 16, 21 ve sahne 29) var. Evet, on. Bunların tamamında Harker karanlık bir haleyle çevrilmiş gibi. Perkins onu büyük ölçüde aydınlıktan izole edilmiş hâlde sunuyor. Ne zaman ki filmin 32. sahnesinde Lee’nin annesi Ruth Harker kızına benzeyen oyuncak bebeğin (doll) kafasını uçuruyor ve Cambaz’ın karanlık sanatının cisimleşmiş hâli olan küre parçalanıyor ve yere düşüp bayılmadan hemen önce Lee’nin başının üstünde küçük bir duman bulutunun havaya karışıp dağıldığını görüyorsunuz. İşte o noktadan itibaren yönetmen Lee Harker’ı koyu karanlığın tehditkâr baskısı altında göstermeyi bırakıyor. O sahneye kadar hep düşle gerçek arası muğlak bir Araf’ta kalan Harker’ın özgürleştiğini anlıyorsunuz. Onun yaşama güdüsünü tetikleyen psişik güçlerin aslında şeytani bir yardım olduğu bu sahnede netleşiyor. Hemen akabinde gelen sahne daha ilginç…
33. sahnedeki flashback’te karanlığın asıl kaynağını gösteren dehşet verici bir imgelem var. Küçük Lee Harker yatağında oturmaktayken arkasında birdenbire şeytanın silüeti beliriyor. Kan dondurucu bir kare.
34. sahneye geldiğimizde Longlegs’in aslında onca zaman nerede yaşadığını öğreniyoruz. Telefonda işittiklerimiz Longlegs’i (2024) basit bir büyü/voodoo filminden çıkarıp tümüyle satanist bir ritüel filmine evriltiyor. Karanlıklar lordunun, uşağı Cambaz’ın arkasında olduğu bu sahnede netleşiyor.
Gelelim 35’inci ve son sahneye… Ruby’nin doğum gününe gidildiğinde bu sefer doğum günü çocuğu korkunç bir karanlık tarafından kafakola alınmış gibi gösteriliyor. İşte o zaman 18. (ruh ve sinir hastalıkları hastanesi) ve 19. sahnelerdeki (Camera ailesinin çiftlik evi) kuşatıcı karanlığın tümüyle Carrie Anne’e ait olduğunu anlıyorsunuz. Bu karanlık, Şeytan’a tapan Cambaz’ın küresinden kaynaklanıyor. Perkins film boyunca hikâyesini destekleyen görsel dili bu şekilde buluşlarla inşa ediyor. Filmi ikinci kez seyrettiğimde ilgili sahneleri durdurup ışık kaynaklarının yerlerini anlamaya (tahmin etmeye) çalıştım. Bu aydınlatma trüklerine dayalı bilinçli sinematografik tercihin, yer yer farklı çerçeve oranlarına geçilmesiyle birlikte filmde açık ara en çok sevdiğim şey olduğunu söylemeliyim. Sinema işte budur. Hail Osgood Perkins!
Notlar
Not 1: Nicolas Cage’in canlandırdığı, Şeytan’a tapan ve dini bütün aileleri katleden seri katil Cambaz’ı (Longlegs) dış görünüşü yüzünden trans birey olarak değerlendiren ve bu nedenle filme nefret kusanlar var, bu konuda haksızlık ettiklerini düşünüyorum. Filmin yönetmeni Osgood Perkins verdiği röportajlarda yazdığı orijinal senaryoda Dale Ferdinand Kobble’ın (Longlegs / Cambaz) çok sevdiği bir glam rock yıldızına benzemek için geçirdiği çeşitli ameliyatlardan sonra işler ters gittiği için bu hâle geldiğini defalarca ifade etti. Bu konuyu netleştiren sahneyi çekmemişler ama gerek Cambaz’ın odasındaki duvarlar gerek dinlediği müzikler ve söylediği şarkılar gerekse açılıştaki şarkı sözleri bu iddiasını destekliyor gibi. Perkins’in T. Rex hayranı olduğunu zaten biliyoruz, soundtrack’ten de glam rock düşkünlüğü anlaşılıyor. Ben bu filmi onun babası Anthony Perkins’le hesaplaşması olarak görenlerden değilim.
Not 2: Filmle ilgili “Telefon hattı kesikse Ruth Harker polisi nasıl aramış oluyor?” diye bir eleştiriyle çok karşılaştım. Ruth Harker polisi Cambaz’ın geldiği ilk gün (13 Ocak 1974), yani doğum gününden bir gün önce (“Almost Birthday Girl”) aramış, Cambaz eve Lee’nin doğum gününde (“Dokuzuncu yaş günümü hatırlıyor musun?”) tekrar geliyor. Kadın o gece eline telefonu tekrar alıyor ama hat kesilmiş. Bu yanlış anlaşılma Lee annesiyle konuşurken (onu çaktırmadan sorgularken) doğum gününü kastettiği için yaşanıyor gibi geldi bana.
Not 3: Cambaz’ın telefonla evi aradığı sahneden ve filmin finalindeki ilave plandan anladığımız kadarıyla Cambaz her şeyi önceden hesaplamış. Ruth Harker kızına benzeyen oyuncak bebeğin başını bu yüzden uçurmuş olabilir. Ruth bıçağı çektiğinde aslında kızını değil, Ruby’yi öldürme amacı güdüyor (“Kızdan uzaklaş!”). Muhtemelen Cambaz kilise müdavimi inançlı aileleri ortadan kaldırdığı seri cinayetlerin örüntüsüyle inşa ettiği ters pentagram nihayet tamamlanacağı için hem Carrie Anne’in hem de “Yedinci Kadın”ın (“The Seventh She”) ölmesini istedi, sırf bu yüzden evi aradı (“Ruby hanımın doğum günü partisine geç kaldın.”). Filmin Lee Harker’ı katatonik hâldeki Ruby’yle belirsiz bir geleceğin loşluğuna bırakan bu muğlak finaline ayrıca bayıldım.
Not 4: Yazıda Nicolas Cage’in oyunculuğuna değinmedim, aşağı yukarı herkes iyi oynamış ama Cage bir başka… Usta aktör onca vasat film arasında bir yolunu bulup Mandy (2018), Pig (Domuz, 2021), Dream Scenario (2023) ve Longlegs’te olduğu gibi sıra dışı bir performans ortaya koyabiliyor. Ben kısacık ekran süresine rağmen Cambaz’da olağanüstü bir oyun verdiğini düşünenlerdenim ve işin ilginci, Cage 100’ü aşkın uzun metrajda oynamış çok üretken bir aktör olmasına rağmen ilk kez bir “seri katili” canlandırıyormuş. Şahsen tek bir cinayet bile işlemediği düşünüldüğünde durum daha da tuhaflaşıyor. Unutulmaz bir performans.