Mumblecore + Korku = Mumblegore
Öteki Sinema’da daha önce ‘mumblecore’ sinema akımından ve bu akıma ait önemli filmlerin bazılarından bahsetmiştik. Uzunca bir dönem Amerikan Bağımsız Sineması’nda lokomotif işlevi gören ‘mumblecore’, farklı türlerin kalıplarını kendi kuralları içerisinde eriterek yeni melez yapılanmalar denemeye devam ediyor. They Look Like People da korku ile ‘mumblecore’ bileşiminin en son örneklerinden biri.
They Look Like People, ilginç ama bir parça yanıltıcı olma potansiyelindeki bir sahne ile açılıyor. Wyatt isimli genç adam, sonradan nişanlısı olduğunu öğrendiğimiz genç kadınla beraber yatakta yatmaktadır. Gözleri açıktır. Bakışlarından tedirgin olduğu hissedilir. Genç kadın yatakta kendine doğru dönerken gözlerini (sanki korkudan) kapatır. Yavaşça tekrar gözlerini araladığında, genç kadının karanlıkta kalan yüzüne bakar ve hafif ışık alan ağzının, çenesiyle beraber normalden fazla biçimde aşağı doğru sarktığını görür.
En Son Ne Zaman Gerçekten Sevdiğiniz Birine Sarıldınız?
Sırt çantasını kaptığı gibi apar topar şehre geldiği anlaşılan Wyatt, çocukluk arkadaşı Christian’ı bulur. Bundan sonra ‘mumblecore’ kalıplarına riayet eden bir yapı içerisinde devam eden filmin merkezinde beraber vakit geçirmeye başlayan iki arkadaş var.
Christian, günlük yaşam, iş ve aşk ilişkileri gibi insana dair başlıklarla yakından ilgili ‘mumblecore’ tarafını temsil ederken Wyatt ise melez yapılanmanın “korku” tarafında yer alıyor. They Look Like People’ın bir kefesinde Christian’ın sürdüğü şehir hayatının bilindik problemleri yer alıyor. Nişanlısından ayrılan genç adam, işe gidip gelirken, kişisel gelişim programlarında sıkça dikte edilen özgüven temalı cümlelerin kaydını kulaklıktan dinliyor ve her daim özgüvenini tazeleme ihtiyacı duyuyor. İşyerinde kendinden üst kademede görevli bir kadına âşık oluyor ama ona yaklaşmak için bir internet sitesinden bulduğu “patronunuza nasıl çıkma teklif edersiniz” başlıklı makaledeki direktifleri uyguluyor. Her sabah spor salonuna gidiyor ve fiziksel görüntüsünün her şeyden önemli olduğunu düşünüyor. Yani Christian, hemen her metropolde bulunan, ev ile iş arasında gidip gelmek dışında pek fazla sosyalleşme şansı bulamayan, sosyalleşmeyi de bol gürültülü eğlence mekânlarına gidip vakit öldürmek ya da çiftleşecek birini bulmak olarak kodlayan, sanal arkadaşlıklarla avunan ama aslında yapayalnız insanlardan biri sadece.
Wyatt ise daha küçük bir kasabadan kaçarak şehre gelmiş biri. Christian gibi takıntıları yok belki ama o da insan gibi görünen ama aslında insanların bedenlerini ele geçirip onların yerine geçen şeytani varlıkların (ya da belki uzaylıların) dünyayı ele geçirmeye hazırlandığına inanıyor. Genelde bu tip filmlerde başkarakterin akli dengesi ile tehdidin gerçekliği arasında bir denge kurulur ve git geller yaratacak sürpriz gelişmeler ile seyirci tongaya düşürülmeye çalışılır. They Look Like People da zaman zaman bu kalıptan faydalanıyor ama bütün filmi bunun üzerine kurmuyor tabii ki. Daha çok Wyatt ile Christian’ın tamamen farklı kulvarlarda yer alıyormuş gibi görünen problemlerinin benzerliğinden dem vuruyor.
İnsana Benziyorlar
Terazinin bir kefesine şehir hayatının artık kanıksanmış yıpratıcı problemlerini koyan film, diğer kefeye de şizofreni gibi akıl hastalıklarını (ya da Wyatt’ın inandıklarının gerçek olduğunu varsayarsak kötücül varlıklar tarafından işgal edilme korkusunu) koyuyor ve ilginç bir karşılaştırmaya gidiyor. Evet, film çok fazla yeni bir şey söylemiyor belki ama ‘mumblecore’ ile diğer türlerin bileşiminden oluşan melez yapılanmalar adına ilginç bir örnek olma adına önemli bir mesafe kaydediyor.
Perry Blackshear, çok düşük bütçeli ilk filmini sadece yazıp yönetmekle kalmamış, aynı zamanda montajını, görüntü yönetmenliğini ve yapımcılığını da üstlenmiş. Yani elimizde kelimenin tam anlamıyla bağımsız bir film var.
Sanırım daha önce Öteki Sinema’da yer alan The One I Love veya Cold Weather incelemelerindeki son paragrafı buraya da almakta hiçbir sıkıntı yok: They Look Like People, Amerikan Bağımsız Sineması’nın haşarı çocuğu ‘mumblecore’a aşina bünyeleri fazlasıyla hoşnut kılacaktır. Ancak akıma mesafeli yaklaşanların canını bir hayli sıkabileceğini de söylemek lazım.
Öteki Sinema için yazan: Murat Kızılca