Yazının geneli spoiler (sürprizbozan) içerebilir.
Hal (José Gras), bir kız arkadaşı ile birlikte eğlenmek için dışarı çıkarlar. Yolda Nazi kılıklı bir motosiklet çetesi tarafından taciz edilirler. Yaşanan kovalamaca sırasında çete üyelerinden biri ölür. Çifti sıkıştan çete Hal’a dayak atarken genç kıza tecavüz ederler. Hal’ın kung-fu’cu arkadaş grubu çetenin barındığı yeri basar. Buna karşılık çete de spor salonunu basar. Hal, yolda karşılaştığı genç bir kız ile birlikte zengin olan ailesini ziyarete gider. Çete de onları takip etmektedir.
Sık olmasa da karşımıza çıkan öyle filmler var ki; niteliği iyi veya kötü olsun, içerdiği kötülükle, klostrofobiyle, muğlaklıkla, nihilizm vb. ile sarsar bizi. Bir an önce bitse, güneşe çıksam, biraz oksijen alsam diye düşünürüz. Hatta bir an önce bir duş alıp “temizlenmek” isteriz. Ama gözümüzü de ekrandan alamayız. Texas Chainsaw Massacre, Funny Games, Seul Contre Tous, Haute Tension, I Spit On Your Grave, Happiness, Guinea Pig serisi, Dværgen gibi… Los Violadores ise, kağıt üzerinde benzeri bir his yaratsa da, onca kötülüğüne rağmen, daha fazla çamura bulanma isteği yaratan bir film. En azından benim için öyle…
Los Violadores bildiğiniz anlamda kötü bir film. Aslında çok çok daha kötüsü. O “çokları“ arttırsanız dahi bunu kaldırabilecek kadar kötü bir film. Her ayrıntısından kötünün, bayağının aktığı bir film. Kötü yönetim, kötü oyunculuk, kötü kurgu, kötü senaryo, kötü müzikler, kötü dublaj. İnsanı nefessiz, savunmasız bırakabilecek kadar kötü. Kötü filmleri sevenlerin kısa yoldan başvurabileceği savunma noktalarını geçersiz kılacak kadar kötü. Ve bir başyapıt sayılacak kadar kötü bir film. İstismar kelimesinin hakkını veren bir başyapıt.
Peki neredeyse her şeyin “yanlış” olduğu bir film “doğru” olabilir mi? Finali dahil sempati kurmanın imkansız olduğu bir kahraman, sevişmekten başka bir işlevi olmayan kız arkadaş(lar), dövüş konusunda yeteneksiz bir kung-fu takımı, rock’çı arkadaşlarımızın kabusu disko sahneleri (oysa ne güzel Krokus’la açılmıştı film), korkunç diyaloglar, karizma yoksunu kötüler (ama Stiletto bir numara, o ayrı)… İtalyan filmlerinin dublajından şikayet eden / dalga geçen arkadaşlarımız bu filme bir göz atsınlar. Kesinlikle fikirleri değişecek. (Bu kadar çok “kötü” dememe takılmayın. Elbette daha kötü filmler var. En azından görsel olarak. Fakat bu dublajı, diyalogları hangi filme koysanız yerlerde sürünür.)
Uzun sevişme sahneleri, birkaç yer hariç çok kanlı olmasa da gözünüzü alamayacağınız ölümleri, berbat konusu, gözden kaçamayacak cinsiyetçi tutumu, korkunç İngilizce dublajı ve zirve finali ile istismar sinemasını sevenlerin mutlaka edinmesi ve izlemesi gereken, müthiş ne kelime, önceden de dediğim gibi bir başyapıt Los Violadores. Ciddiye alınmaması gereken, ama ciddiye alındığında daha da eğlndiren bir film. Üzücü olan, yönetmen Paul Grau’nun filmografisinin iki filmle kısıtlı olması. (Diğeri, 1983 yapımı, Alp’lerde geçen erotik bir film: Sechs Schwedinnen Auf Der Alm) Büyük bir kayıp.
Seyir zevkini berbat etmemek için ayrıntı vermekten ısrarla kaçındığım filmin oyuncularıyla ilgili biraz bilgi verip konuyu kapatalım. Filmin baş karakteri, müthiş sevimsiz bulduğum (ki film bu yönden de kocaman bir artıyı hak ediyor.) José Gras’ı Bruno Mattei’nin muhteşem Virus (Hell Of The Living Dead) (1980) ve Fulci’nin fantastik Conquest (1983) filmlerindeki yan rolleriyle hatırlayabilirsiniz. Los Violadores’in son filmi olduğu, Stiletto (ahh, edepsiz #1) rolünde Peter Falk’ın Jess Franco’nun Frauengefängnis (Barbed Wire Dolls) (1975), Greta – Haus Ohne Männer (Ilsa, The Wicked Warden) (1977) ve Das Frauenhaus (Blue Rita) (1977) filmlerinde yer aldığını belirtelim.
Son söz: İlk 10 dakikaya göz atın. Geri kalan 67 dakikanın nasıl geçtiğini anlamayacaksınız. (Meali: Ben battım, siz de batın!)
Anıl “A:S:A” Seçkin (24 Mayıs 2010)
Like…. ;)
1 yıl kadar önce Cinemageddon’dan indirip izlemiştim. Gerçekten ilginç ve kendini izleten film… Keyifli bir istismar sineması örneği… Filmin cinsellik potansiyeli de yüksek.
Acı bir itiraf yapayım. Bu filmi “iyi-kötü” Tolga ile beraber yazmayı çok istemiştim. Sembolik (!) bir yazı olacaktı. Fakat kendi fikrim kendi basiretsizliğimin kurbanı oldu. Hala da Tolga’nın kalem… pardon tuşlarının benden daha çok yakışacağını düşünüyorum. :)
Harika bir şeye benziyor :)
İzlenecekler arasına alındı.