EDEPSİZLİĞİN KAVŞAĞINDA BİR KOMEDİ KLASİĞİ
Şöyle bir kendimize soralım: Arkadaşlık, düşmanlık, seks, sadakat, aile, din, ırkçılık, cinsel yönelimler, daha da klişesi iyilik ve kötülük kavramlarının, bir komedi dizisine kaç değişik biçimde sokuşturulduğunu görebiliriz? Dahası bu kavramlar üzerinden işleyen esprilerin, kabak tadı vermeden tekrarlanabilme olasılığı tam olarak nedir? Eğer Louie gibi bir projenin arkasındaki isim Louis C.K. ise, söz konusu kavramların daha önceki hiçbir komedi dizisinde olmadığı kadar keyifli bir biçimde ele alındığını ve ortaya çıkan malzemenin hem rahatsız edici hem de bu rahatsız edicilikten dolayı gereğinden fazla eğlenceli olmasının da kaçınılmaz olduğunu söyleyebiliriz.
Sitcom konseptinin hem kendini tekrarladığı hem de içerik bakımından zayıfladığı şu günlerde Louie; televizyon komedileri adına aranan taze kan! Amerika’nın, dünyanın kalan kısmına neredeyse alametifarika kabilinden makyajlayıp pazarladığı “haklar” ve fırsatlar üzerinden; dahil olduğu sistemi baştan aşağı kuruma bulamaktan geri durmayan Louis C.K. özeleştiriye tolerans ya da sözüm ona eşitlik ve adalet kavramlarına da kallavi bir nanik yaparak, bütün bu laf salatasını, sözde kendi “kaybedenliği” üzerinden harmanlayarak ağzında geveliyor.
Peki kimdir bu Louie? Nasıl olur da, doğrudanlığı ve fütursuz dürüstlüğü sebebi ile etrafındaki insanları sinir krizine sokarken; izleyicinin takdirini kazanır? Onun tespitleri, kendi gündelik hayatımızda karşılaştığımız absürt durumların biraz daha abartılı halinden fazlası değilse; ya da başımıza gelen bütün felaketleri tıpkı onun gibi ortalama düzeyde bir ağırbaşlılık ile karşılayıp üstüne üstlük dalgasını geçebiliyorsak eğer, kendi dünyamızda onun kadar başarılı olmayı neden beceremiyoruz? Gerçi Louie’nin hüsranlardan sıyrılma biçimini “başarı” olarak değerlendirmek ne kadar doğru işte orası fazlasıyla tartışmaya açık!
Louie, 43 yaşında, orta yaş bunalımını üzerinden atmış gibi görünse de, getirileri ile hala cebelleşen, diğer taraftan da hayata karşı yenilgiyi kabul etmeye başlamış; kadınlar ile ilişkileri fazlasıyla karmaşık, iki çocuk sahibi, fazlasıyla bezgin bir komedyendir. Kendini ifade edebilmesinin en doğrudan yolu ise, haftada bir defa Komedi Kileri adı verilen barda yaptığı 15 dakikalık stand-up gösterilerdir. Bu gösterilerde Louie, ağırlıklı olarak kadınlar, babalık müessesesi, dini değerler ya da o meşhur Amerikan değerlerini kendisine malzeme yapar. Dizide, bir taraftan Louie’nin sivri sahne şovlarını izlerken, diğer taraftan da şovuna malzeme ettiği konuların benzerlerini, hayatından bir kesit olarak izleriz. Öyle ya! Louie, bütün mütevazılığine(!) rağmen kelimenin tam anlamıyla bir bela mıknatısıdır. Çoğunlukla found footage tadında izlediğimiz bu kısımlar, Louie’nin şovunu besleyen malzemeyi öyle ya da böyle kendisine sağlamaktadır.
Louie, kara mizah anlayışımızı da eşelemekten geri durmayan bir illettir. Bu hali ile diziyi, doksanlı yılların ince işçilik ürünü sitcomları ile günümüz kara mizah anlayışının başarılı bir harmanı olarak düşünebiliriz. Bu gün Louie için etiket arayışına girişen kitle için,”Seinfield’den bu yana yapılmış en başarılı komedilerden biri” olarak değerlendirilse de, format ve içerik açısından her iki yapımın da arasında uçurumlar var. Diğer taraftan, Amerika Birleşik Devletleri’nin politik yaklaşımlarını tiye almakla kalmayan, ayarı biraz kurcalanmış liberal mevkileri de hiçe sayan bir komedinin, kendisini ilk sezonun dışına taşıyabilmesi bile başlı başına dikkate değer!
Jon Steward’a göre New York tandanslı stand-up komedyenleri, iş rol yapmaya geldiğinde, gösterilerindeki esnekliği yakalamakta zorlanırlar. Louis C.K., iyi bir oyunculuğun yanı sıra, anlatılan gündelik hikayelerinin buluntu belgesel tonuna yakın olması sebebi ile de “bir komedyenin gündelik hayatı” klişesinin bile keyifli hikayelere evrilmesini sağlıyor. Zamanında bazı takipçileri tarafından “fazla sert” bulunduğu için bir kısım Amerikalılardan tepki gören stand-up şovlarını, dizinin bu günkü sıçrayışının habercileri olarak nitelemek hiç de yanlış olmaz!
Yabancılaşma mevzusu, normal şartlar altında neredeyse trajik bir biçimde bulamaç haline getirilebilecekken, Louis C.K.’nın çenebaz kelamları arasında fazlasıyla komik ama bir o kadar da yüzeysellikten uzak bir hal alıyor. Belki de bu sebeple Louie’nin dolaysız tespitlerini şaşırtıcı derecede samimi buluyoruz.
Louis C.K. neredeyse projenin arkasında yer alan tek isim. Gerçekten de usta işi diyaloglara ve 20 dakika gibi bir süreye yayıldığında, ne insanı bayan ne de eksik kalan bir olay örgüsüne sahip draje mevzular anlatma konusunda C.K.’nın kalem oynatma yeteneğinin başarısı tartışılmaz. Bununla birlikte hem oyunculuğu hem de yönetmenliği alnının akı ile kotaran Louis; mikro bir ekip ile son yıllarda karşımıza çıkan en önemli komedi programlarından birine imza atıyor. Bütün bunlarla birlikte Louie’nin yan karakterlerini de dikkate almak gerekir. Öncelikle hiçbir karakter Louie’nin edepsizliğini ya da sivriliğini aratmıyor ya da onun altında ezilmiyor. Alışılmış “tek adam” komedilerinin aksine, Louie’nin zenginliğini arttıran en önemli etkenlerden biri yan karakterlerinin zenginliği. Louie’nin yine kendisi gibi orta yaşı aşmış komedyen arkadaşı Nick (Nick DiPaolo), ancak Louie gibi bir adamın katlanabileceği türden bir doktor olan Ben (Ricky Gervais), sinir sahibi ve saplantılı erkek kardeş Rob (Robert Kelly) ya da Louie’nin çılgın terapisti, bu komedi karnavalının akla ilk gelen önemli karakterleri… Tabi bunun dışında dizide konuk oyuncu olarak görünen isimleri de burada ayrıca açık etmemek lazım…
Sözün özü, Louie, gülmekten diyaframınızın patlamasına, dalağınızın şişmesine vesile olacak kadar “güldürü” odaklı bir dizi değil. Fakat son yıllarda, altı bu kadar doldurulmuş bir mizah içeriğine sahip; aynı zamanda bu derece cesur olmayı başarabilen televizyon komedilerine de pek sık rastlamadığımız bir gerçek! Bu bakımdan Louie; hem televizyon dizilerinin kendini tekrar eden çıkmazı için bir nefes açıcı, hem de irtifa kaybetmeye başlayan Amerikan mizahını diriltecek türden sihirli bir iksir diyebilirim…