Çocukluğumda bir yazlık sinemada Yolların Savaşçısı ile başlayan Mad Max saplantım aradan geçen onlarca yıla rağmen hiçbir hayal kırıklığına uğramış değil. VHS döneminde WB logolu kasetler arasından itina ile seçtiğim ve ilk bölümünün piyasaya çıkması için 1989 yazını beklemek zorunda kaldığım bu üçlemeyi teknolojinin bizlere sunduğu her tür film formatı ile tekrardan yenilemekten zevk alıyorum.

mad_mx

Mad Max benim için bir çocukluk kahramanı olarak değil yaşam boyu onur ödülü vereceğim bir kahraman olarak yaşamaya devam etmektedir. Çocukken çok zevk alarak izleyip bugün sadece vakit kaybı olarak gördüğüm onlarca film ve kahramancık varken, Max’in kendine has özellikleri ve özellikle Rocker – Punk kötü adamları, kendine has ve bugünde varlığını korumaya devam eden moda yaklaşımları, her daim yarın içinde bir güzelliği içinde barındırabileceğini bana düşündürmekte…

Post apokaliptik bir çağa göz kırparken, son süratle tüm oburluğuyla benzin yakmaktan çekinmeyen 8 silindirli araçlar ve motosikletlerin vendetta temalarıyla süslenmiş macerasının perde arkasında ki notlarını Öteki Sinema sayfalarında sizlerle paylaşmak istiyorum;

Yönetmen George Miller’in ilk uzun metrajlı filmi Mad Max’in çekimleri 1978 yılı yaz mevsimi boyunca toplam 12 haftada tamamlandı. Yaz mevsimini güney yarımkürenin yaz mevsimi olarak hesaba katarak Aralık’tan Şubat’a kadar olan evrede ele almak gerekmektedir. Max’in karısının sayfiyede yüzdüğü sahneler Avustralya’nın Ocak ayında çekilmiştir.

Sayfiye ile mekânlar konusuna ufak bir giriş yaparken filmin lokasyon konusunda Melbourne şehrinin dışını kendisine mekan edindiğini belirtmek isterim. Sadece çete lideri Parmak Kesen’in tır ile çarpışarak öteki âlemi boyladığı sahne Sydney’in birkaç km dışında çekilmiştir.

Senaryosunun hazırlığı 1 yıla yakın bir zamanı almış ve 200.000 $ gibi ortalamanın altında sayılabilecek bir bütçeyle çekilebilmiştir. Bu maddi yetersizlikler sebebiyle filmde olması arzulanan kovalama sahnelerinin %20’si çekilememiştir. Ancak öncelikle MGM ve devam bölümlerinde Warner Bros gibi dünya devi firmaların himayesine girişi, bu post-apokaliptik intikam sürüşünün Amerikan Rüyasını yakalayabilecek başarıyı elde edişini sağlamıştır.

George Miller’in 1979 yılından kendisindeki ışığı hissettiği ve “onun büyük bir oyuncu olacağına inanıyorum” diyerek hakkını teslim ettiği Mel Gibson’un bu filmden kazancı 5000$ olmuştur. İlk filmi Summer City’den 250$ gibi bir gelir elde etmiş 22 yaşında ki bir gelecek vaat eden oyuncu adayı için büyük bir atılım!

Ayrıca filmin 3000$ lık bütçe ayırabildiği kostüm seçimi içerisinde gerçek deriden yapılmış tek kostümü giyen kişi olması da Gibson’a sağlanmış ek avantajlardan biri olarak sayılabilir. Bu kıyafetler 1980’li yıllarda Japon pazarının da ilgi odağı haline gelerek Mel Gibson’un aynı kıyafeti giyerek poz verdiği bir bira reklamı da çekilmiştir.

Bu ufak mutluluklar ve avantajların ileriye yönelik en büyük getirisi ise iki devam filmi ve dünya çapında 100 milyon dolarlık bir gişe başarısıdır.

ÇEKİM NOTLARI

İlkler konusunda kendi fantazyasını yaratmış bu filmden geride kalan dikkat çekici öğeler;

mad-max-21. Mad Max Avustralya sinemasının ilk geniş ekran çekilmiş filmidir.

2. Filmde rol alan oyuncular ve teknik ekibin %60’ının daha önceden hiçbir filmde yer almamıştır.

3.    Filmin başlangıcından itibaren polis telsizleri arasında ki diyaloglarla uzun zamandır süregelen bir tartışma olan Avustralya’nın dünyada polis teşkilatına telsiz-radyo sistemini ilk kullanan ülke olup olmadığını yeniden gündeme getirmiştir.

4. Film boyunca tüketilen benzin miktarının 57.000 litre olduğu söylenmektedir. Araçların kilometre sayaç toplamı da 170.000 km civarındadır.

5. Film komşu ülkede Yeni Zelanda’da ilk kez yasaklanmış Avustralya filmi olup motosiklet çetesinin genç sevgililerin ateş kırmızısı arabasına yapılan toptan saldırı sahnesinin makaslanmasıyla beraber gösterime girebilmiştir.

6. Film süresince ortalama 120 km ile seyreden motosikletlerin çekimleri 130km ile seyreden kamyonetlerin ardında yerleştirilmiş kamera ile sağlanmıştır. Koltuğumuzda rahatça yayılırken bir an için bile olsa dikkatimizi çekmesi gereken öğelerden biri motosikletlerin hız ibrelerinin gerçek rakamları göstermesidir.

7. Filmin Amerika pazarı için hazırlanmış İngilizce versiyonunda tüm sanatçılar kendi sesleriyle kendilerine dublaj yapmıştır.

Zaten pasaportunda İngiltere Kraliçesinin teminatını taşıyan bir ülkenin bir diğer Anadil İngilizce memleketi Amerika pazarı için yeniden dublaja gitmesinin sebebi ne olabilir?

Bu durum kıtalararası argolar ve gündelik konuşma zeminlerinin her ne kadar anadil aynı olsa da kendi bölgesinin özelliklerine göre değişmesidir. Örneğin Azeri Televizyasının Türkçesiyle, Türkiye kanallarının Türkçesi arasında ki farklarla bu konuyu basitçe anlayabiliriz;

Avustralya argosunun kendine özgü kelime oyunlarından küçük örneklerin en dikkat çekicisi “Turkey” olsa gerek. Elbette ki yıllardır yurtdışında süregelen “Hindi değil Türkiye” konulu tartışmalara güney yarımkürede yeni bir boyut katacak bu argo deyim Turkey sözcüğünün Avustralya argosunda “sersem” olarak kullanılması. Bu konu hakkında diğer bazı örnekler için;

Roots : Lanet
Walloper: Süprüntü
Scrubber: Fahişe
Amber Fluid: Bira
Pash: French Kiss’in Avustralya versiyonu

Peki B film ve fantastik özellikleri bir araya getiren böyle bir çalışmanın kamera hataları yokmudur?

Elbetteki bu hatalardan akıllarda en çok yer edecek olanı filme Max’ten önce giriş yapan motorlu devriye Goose’un Gece Sürücüsünün peşinden kovalamacaya katılırken motorsikletiyle geçirdiği kazadır. Kaza esnasında sol bacağı motorun altında kalan adamımızın film boyunca sağ bacağında alçıyla dolaşması nasıl bir gaflettir anlamak güç.

Max’in bir numaralı kankası Jim Goose’u canlandıran Steve Bisley, Mel Gibson’un ilk filmi Summer City’den de rol arkadaşıdır. Film boyunca Kawasaki motosikletlerden ödün vermeyen kahramanımız KZ 1000 serisinin reklamına katkıda bulunmaktadır.

MODİFİYELER

Elbette ki motosiklet konusunda sadece Goose’un bu konuda bir uzman olduğunu söylemek hata olacaktır. Çünkü Max’in hayatını cehenneme çeviren motorize çetenin tüm üyeleri bu konuda daha büyük uzmanlardır.

Kawasaki’nin filmden haftalar önce tamamladığı modifiye modellerin çekimler başlayana dek özellikle motor çetesi üyelerince test edilmiş ve tüm değişikler çekimlerden önce tamamlanmıştır. Çeteler konusuna değinmişken Parmak Kesen ve ekibinin fırlama çocuğu Johnny Boy haricinde tüm çete üyeleri gerçek hayatta “Vigilantes” isimli bir motorlu çete grubunun üyelerinden oluşmaktadır.

darkonepromo

Filmin çekimleri boyunca komün bir yaşam biçimini benimseyerek birbirlerinden ve set sahasından ayrılmayan çete üyeleri, yollara çıktığı zaman Avustralya polisi tarafından enselenerek hapse atılmaktan da bu şekilde kurtulmuşlardır. Böyle bir çetenin acımasız lideri Parmak Kesen’e hayat veren Hugh Keays Byrne’nin gerçek hayatta bir Sheakspeare yorumcusu olduğunu yazmanın bu satırı okuyanlara nasıl bir duygu yaşatacağını bilemiyorum.

Motosikletler kadar araçlar konusunda da modifiye işlemlerinden taviz vermeyen yapım ekibinin günümüzden birkaç yıl sonrasının arabalarının görsel sunumları için günümüzün varolan markalarını kaynaştırmayı seçmişlerdir. Öyle ki bir Mersedes ve Holden’ın karışımından oluşan ilginç spor arabalar, Ford’un çekicilerden polis araçlarına önlenemez hegamonyası bu modifikasyonların en göze çarpan öğelerindendir.

Max’in efsanevi V8 motorlu Interceptor’u bu gün neler yapıyor diye merak ediyorsanız Londra’ya kadar gidip Yıldızların Araçları Müzesini (Cars of Stars Motor Muzeum) gezebilir ve aracın hala orada sergilendiğini görebilirsiniz.

MÜZİKLER

mixingmadmax1980’li yıllar boyunca Yeşilçam’da özellikle Tecavüzcü Coşkun’un muhtelif taarruz sahnelerinin vazgeçilmez öğelerinden birisi olan Mad Max müzikleri toplam 4 hafta gibi kısa bir sürede bestelenerek kaydedilmiş ve Brian May’e Avustralyada yılın en başarılı müzisyeni ödülünü kazandırmıştır. Bu hızlı hikâyenin bir dier ilginç öğeside May’in 4 haftanın 3’ünü şiddetli bronşit sebebiyle hastalıkla mücadele ederek geçirmesidir.

Mad Max’in müziklerini bu kadar özel kılan öğe nedir? Bu sorunun cevabı bir John Carpenter veya Cannibal Holocaust tecrübesiyle verilebilir. Örneğin Cannibal Holocaustta ortalıkta her şey süt liman gözükürken gaipten gelen “biuv biuv” sesleriyle başlayan müzikal tema birkaç saniye içinde hiçte hoş olmayan şeyleri göreceğine dair seyirciyi bilgilendirmektedir. Bu denklemden yola çıkarak Mad Max’in geren yaylıları da seyirciye aynı hisleri yaşatmaktadır.

Yazan: Gökay GELGEÇ – Yojimbooo

2310381020a1

2310371020a1

2310361020a1

2310351020a1

2310391020a1

blank

Misafir Koltuğu

Öteki Sinema ekibine henüz katılmamış ya da başka sitelerde yazan dostlarımız her fırsatta harika yazılarla sitemize destek veriyor. Size de okuması ve paylaşması kalıyor...

6 Comments Leave a Reply

  1. ahahahaha
    “Örneğin Cannibal Holocaustta ortalıkta her şey süt liman gözükürken gaipten gelen “biuv biuv” sesleriyle başlayan müzikal tema birkaç saniye içinde hiçte hoş olmayan şeyleri göreceğine dair seyirciyi bilgilendirmektedir”

    biuv biuv seslerini duydum adeta sunu okurken.

    Cok guzel bir yazi olmus. Tesekkurler
    Mad Max forever!

  2. Mad Max candır. Mel Gibson’ın en iyi rolü, keşke hep böyle tiplerle devam etseydi kariyerine. Sevgili Gökay, değerli yazını bizlerle paylaştığın için teşekkürler.

  3. Çocukken izleyip de beni etkilemiş bir kaç filmden bir tanesidir Mad Max.Bu enfes yazı için de ayrıca teşekkürler.

  4. Arkadaşlar yorumlarınızın ardından şunu eklemek istedim ki;

    Mad Max’i çocukluğumuzdan yetişkinliğe bir cep anısı olarak taşıyorum ama Efendi Humungus’u artık Rahmetli Reis Humungus olarak müebbet saygıyla içimde yaşatıyorum :)

    Gökay

  5. bu arada ne alaka ise italyancası mad max degil interseptor bu filmin..

    ortalama bir italyana mad max dersen suratına bön bön bakar :D

  6. Mel Gibsonu yaratan film.Gerçi Gallipoli2de izlemiştik kendisini.Devam filmleri ilk filmin gölgesinde kalır kuralının istisnasıdır.Mad Max 2 serinin en iyi filmidir.Ama Mad Max 3 de en kötüsü olmuştur.Avustralya sinemasının en iyi ve çığır açan filmidir.En çok taklidi olan filmlerden.

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

blank

Öteki'den Haber Al

Buna da Bir Bak!

blank

Efsane Değilmiş: I Am Legend (2007)

Aslında bir vampir öyküsü olan I am Legend, filmin kabusunu
blank

The Last Man On Earth (1964)

The Last Man On Earth güzel bir film olmanın yanı