Eastwood, geçtiğimiz haftalarda Amerikan Cumhuriyetçi Partisinin Ulusal kongresinde yaptığı acayip konuşmasıyla gündeme geldi. Konuşması esnasında, yanındaki sandalyede oturduğunu farz ettiği, hayali bir Obama’ya sorular yönelten Eastwood, kısa sürede sosyal medyada alay konusu haline geldi ve “Eastwooding” nam bir “mem”e dönüştü.
Her ne kadar Eastwood’un son dönemde yaptığı kimi filmler şiddetin ve savaşın doğasını sorgular nitelikte olup, bu anlamda belki de Demokrat Parti çizgisine daha yakın gibi görünse de, Eastwood’un ezeli bir muhafazakar ve Cumhuriyetçi Parti üyesi olduğu biliniyor. Eastwood, 60’larda, Sergio Leone’nin Dolar üçlemesindeki “adsız adam” tiplemesiyle ünlendikten sonra, 1970’lerde, İtalyan Vahşi Batısından, San Fransisco sokaklarına ışınlanarak, “Kirli” Harry Callahan karakteriyle muhafazakarlığın kitabını yazmaya girişmişti, malum.
Kirli Harry karakterinin ortaya çıktığı dönem, 1960’lar sonu ve 1970’ler Amerikan sinemasının dikkat çeken özelliklerinden biri, polisin bir baş karakter olarak suç temalı filmlerin merkezine yerleşmiş olmasıydı. 1970’lerden önce de tek tük kahramanı polis olan hikayelerle karşılaşılsa da, bu dönemden önceki filmlerde başrolde genelde gangsterleri ve özel dedektifleri görüyoruz. 1968’de Steve McQueen’in efsanevi karakteri Bullitt, siyah boğazlı kazağıyla San Fransisco sokaklarında adaleti sağlarken, 1971’de, Gene Hackman’ın canlandırdığı James “Popeye” Doyle, French Connection’da New York Polis Departmanını temsilen uyuşturucu tacirleriyle hesaplaşıyordu. Bu filmlerde genelde orta yaşlı, orta rütbeli, hayat yorgunu, çoklukla beyaz (anglo sakson) polisler, “çürümüş” ve çivisi çıkmış bir dünyaya düzen getirmeye çalışırlar.
Clint Eastwood’un 1971’de Don Siegel imzalı Dirty Harry filminde canlandırdığı, Harry Callahan karakteri bu furya içinde en çok sevilen polis karakterlerden biri olmuş, kült mertebesine erişmiş ve dört devam filminde daha boy göstermiştir. Demokrat adalet sisteminin suçluları fazla koruduğunu düşünen Kirli Harry, otoriteye ve üstlerine karşı alaycı/sinik (cynic) bir tavır sergiler. Suçlularla kendi yöntemleriyle, magnum tabancasının hedefinden şaşmayan namlusunun marifetiyle, savaşır. Bu yüzden başı her daim belaya girer, ama o aldırmadan bildiği yolda yürümeye devam eder.
Dirty Harry karakteri ve serisi sinema tarihinde belli bir polis karakterinin oturması adına önemli bir rol oynamıştır ve hala Hollywood sinemasında, televizyon dizilerinde, edebiyatta ve çizgi romanda bu polis arketipinin izlerini görmeye devam ediyoruz. Uluslaraşırı bir özellik kazanmış olan bu karakterin etkilerini görmek için, Türk sinemasında Komiser Cemil karakterinden veya daha yakın zamanlarda Behzat Ç.’den daha uzağa bakmaya gerek yok. Karısı ölmüş, ya da kendisinden boşanmış, melankolik, sert, huysuz, uzlaşmasız, üstleriyle daima çekişen polis tipi hala güçlü ve sağlıklı.
*** SPOILER ***
Bu anlamda Dirty Harry serisinin 1973 tarihli ikinci filmi Magnum Force’un bu arketipi sorgulayan hikayesi, akımın içinde önemli bir yer tutmakta. Serinin ilk filminde, Scorpio adlı bir seri katilin peşine düşen Harry, ikinci filmde daha “içeriden” bir düşmanla karşı karşıya kalır. San Fransisco’da, hukukun zayıf noktalarından faydalanıp yakayı kurtaran çeşitli suçlular, polis gibi giyinmiş bir katil tarafından öldürülmektedir. Bu “katil”in aslında, polis teşkilatının yeni ve genç üyelerinden bir grup olduğu ortaya çıkar. Grubun başında ise, Harry’nin üstü olan Teğmen Briggs vardır.
Magnum Force, başarılı bir devam filmidir, hatta kimi izleyicilere göre, ilk filmden daha başarılıdır. Film, iki saatlik süresi yüzünden yer yer biraz sarkar. İlk filmdeki formüle uyarak, Harry’nin karakterini izleyiciye tanıtmak adına, senaryoya hizmet etmeyen bazı sahneler eklenmiştir. İlk filmdeki banka soygunu sahnesi, “kendini şanslı hissediyor musun, punk?” repliğiyle kült statüsü kazanmışsa da, Magnum Force’da benzer bir işlev gören uçak kaçırma sahnesi, eğlenceli olmakla birlikte, biraz gereksiz kaçmıştır. Son yirmi dakikadaki kovalamaca ve aksiyon sahneleri ise bu türün klasikleri arasındadır ve uzunluğuna rağmen sıkılmadan izlenecek niteliktedir.
Fakat filmi tür filmlerinden biraz ayrıksı bir yere koyan niteliği, merceği türün artık kalıplaşmaya başlayan ana karakterine çevirmesi ve onun sınırlarını keşfetmeye çabalamasıdır. Callahan ve bu suikast grubu arasındaki ilişki, ortaya ilginç bir çatışma çıkarır ve bizim de kahraman olarak bellediğimiz Harry’nin felsefesini sorgulamızı sağlar. Filmin başlarında Harry, bu genç polisleri teşkilatın geleceği açısından umut verici bulduğunu belli eder. Yaptıkları hedef vurma tatbikatında onların yeteneklerinden etkilendiğini söyler. İleride onlarla birlikte çalışmak istediğini söyler. Teğmen Briggs ise, bu grubun sürpriz bir üyesi olarak ortaya çıkar. Zira, Harry’yle sürekli olarak çekişen Briggs, silahını kılıfında hiç çekmemiş olmakla övünmektedir. Harry, buna karşılık klasik repliklerinden birini söyler: “İnsanın sınırlarını bilmesi iyidir.” Briggs ve çetesi Harry’yi de aralarına dahil etmek isterler. Onlar da, Harry gibi sistemin çalışmadığını düşünmekte ve suçlulara karşı hem polis, hem yargıç, hem de infazcı rolünü üstlenmek istemektedirler. Bu durumda onlarla Harry’yi ayıran şey nedir?
Harry Briggs’e şöyle der: “Bu kahrolası düzenden ben de nefret ediyorum, ama birisi gelip mantıklı bir değişiklik önerene kadar ona bağlı kalacağım”. Harry, adalet sisteminin bozuk olduğunu bilir, ama onu canı pahasına korumaya da yeminlidir. Film anlatısında, Briggs ve çetesinin “kötü” olduğu ayrıca, insanları Harry gibi “bire bir” ve “adil” bir dövüşte değil, sinsice, beklemedikleri bir şekilde öldürmeleri ve arada kendilerini korumak için masum insanları da öldürmekten kaçınmamalarıdır.
Final sahnesinde, Harry tek başına her biri özel kuvvetlerden çıkmış olan bu genç polisleri bir bir alt eder. Böylece deneyimin, gençlikten daha üstün olduğu da vurgulanmış olur. Her ne kadar suikast çetesi Harry’nin neslinin artık tükendiğini/devrinin kapandığını iddia etseler de, hadlerinin bildirilmesine karşı yapabilecekleri bir şey yoktur.
Her ne kadar Harry ve suikast çetesi, suçlulara karşı benzer hisler besleseler de, Harry, muhafazakar ideolojisi çerçevesinde, değişikliğe çok iyi gözle bakmaz. Düzenin devamını ve Amerikan değerlerini korumak adına yapması gerekeni yapar.