İfadesizliği ve oyunculuk konusundaki fazlasıyla kısıtlı becerileri dillere destan olsa da Keanu Reeves, ellerinin kalan diğer parmaklarında münferit maharetler taşıyan ve bu bakımdan da hak ettiği takdirin pek azını görebilmiş güzel bir insandır. Kendi besteleri de bulunan ve Dogstar ile Becky adlı rock gruplarında tınısal icraatına devam eden Reeves; Man Of Tai Chi ile birlikte, The Matrix döneminde aldığı kallavi miktardaki dövüş dersini çöpe atmama derdine düştüğü, dolu dizgin bir aksiyon filminin yönetmenliğine soyunmuş oldu.
Reeves, aynı zamanda -her ne kadar belli etmese de- sinema tarihinin en talihsiz aktörlerinden biridir. Tam Hollywood cenahında yeniden ivme kazanmaya başladığı dönemde kız arkadaşı Jennifer Syme, ölü bir kız çocuğu dünyaya getirmiş, akabinde de Marilyn Manson’ın düzenlediği bir partinin ardından geçirdiği trafik kazası sonrası hayatını kaybetmişti. Bütün bunlar, aktörün The Matrix ile yeniden şahlandığı günlerde gerçekleşmişti üstelik! Fakat aktör, bütün bu olayları atlatsa da, 2000’li yıllar boyunca mimik fakiri performanslarıyla nam salmış ve birbiri ardına patlattığı kötüler kötüsü oyunculuklarıyla bol bol mizah malzemesi haline gelmişti. Yine de The Matrix, Reeves’in bir şekilde devler ligine transfer olmasını sağladı. Süreç içerisinde, belki de bu ifadesizliğinin ekmeğini fazlasıyla yediği The Lake House, A Scanner Darkly, The Day the Earth Stood Still gibi yapımlarda yer almakla birlikte, Henry’s Crime gibisinden tatlı (ve tabi niteliği fazlasıyla tartışmalı) sürprizlerle ve Generation Umm… gibi ultra utanç kaynaklarıyla orta yaş dönemini doldurmaya başladı!
Man Of Tai Chi, Reeves için bir yeniden doğuş değil belki ama onun oyunculuk konusundaki görmezden gelinemez kusurlarını; koreografi söz konusu olduğunda eline sazı aldığında bırakmak bilmediği mükemmeliyetçi tutumuyla dengelediği bir mecra en azından! Kendisi de bu gerçeği kabullenmiş olacak ki, yine yakın zamanda görücüye çıkacak olan, yönetmenliğini piyasanın çaylaklarından biri olan Carl Rinsch’in üstlendiği 47 Ronin ile birlikte, bol dövüş koreografili suları kulaçlamaya ve bildiği akıntılarda ıslanmaya devam edecek gibi görünüyor.
Man Of Tai Chi, tahmin edeceğiniz üzere, uzunca bir süre sonu gelmeyecekmiş gibi gözüken 80’ler ruh çağırma seanslarının gevrek bir örneği. Dolayısıyla da oldukça basit ve dolambaçsız bir hikâyeye sahip. Ana karakterimiz Chen Lin-Hu, her ne kadar Tai Chi’yi saf bir öğreti olarak benimsese de, sahip olduğu yeteneği ve birikimi, göz önünde bulunabilmek için kullanma eğilimine sahiptir. Hu’nun ustası Yang, öğrencisinin bu yönelimini fark eder ve içindeki karanlığı dengelemesi gerektiğini söyler. Fakat moto-kuryelik yapan Hu; Donaka Mark adındaki ultra zengin ve motivasyonunun temelinde sadece ego manyaklığın yattığı ensesi kalın bir dövüş sanatları ustasının; bol sıfırlı teklifine hayır diyemez! Fakat bu karanlık yer altı dövüşü gösterilerine elini kaptıran, ne yazık ki kolunu kurtaramamaktadır.
Hem Donaka Mark’ın insanı kıkırdatan kötücüllüğü, hem de Hu’nun maddi sıkıntıları bahane ederek ve dövüş sanatlarının ideolojik yapısına sırt çevirerek para karşılığında dövüşlere katılması; üzerine yaşadığı derin pişmanlığı da hesaba dahil ettiğimizde, buram buram 80’ler kokan bir fatura çıkarıyor karşımıza! Ama zaten mesele içerik değil! Yani en azından hikâyeye dair öyle astronomik beklentilerimiz yok! Filmin dinamosu, neredeyse 40 dakikaya tekabül eden kemiksiz aksiyon sahneleri. Hele ki şu günlerde koreografi konusunu hızlı kesmelerle oldubittiye getiren ‘koftigen’ Hollywood mahsulleri düşünüldüğünde, Reeves’in soyunduğu iş, az buz bir iş değil hani!
Gel gelelim Reeves, ultra manyak Donaka suretinde yine o bildik kötü oyunculuğunu sergiliyor. Üstelik kariyerinde ilk defa saf kötü bir karakteri ete kemiğe büründürerek yapıyor bunu! Yapıyor yapmasına ama en az The Matrix serisinde takındığı ve zaman zaman Wachowskigillere kök söktüren mükemmeliyetçi tutum; filminin görüntü armonisine de buram buram siniyor. Oldukça başarılı ve yer yer de abartılı bir görüntü işçiliği var Man Of Tai Chi’nin… Bu bağlamda, makyajı uzunca bir süre akmayan bir dövüş filmi izliyoruz.
Filmin esas adamı Tiger Hu Chen ise, daha çok ikinci sınıf dövüş filmlerinde karşımıza çıkan bir dövüş sanatları ustası. Kendisini The Matrix: Reloaded’da Merovingian’ın gotik mekânında Neo’dan hunharca dayak yiyen ve dövüş sırasında içi geçen, beyaz kostümlü figüran olarak hatırlayabilirsiniz. Birkaç orta kıvamdaki dövüş filminin ardından, Chen’in yeteneklerini adam akıllı görebildiğimiz ilk film diyebiliriz Man Of Tai Chi için…
Uzun lafın kısası, Man of Tai Chi, dövüş sanatları konusundaki kafa karıştırıcı kelamlarıyla bu disipline hayatını vermiş ustaları bir miktar kızdıracak bir yapım. Diğer taraftan eğlence sektörüne dair kırmadan geçiren, dokunmadan titreten birkaç cümle sarf etmeyi de ihmal etmiyor. Ayrıca Sengoku Basara 3 ve Devil May Cry 4 gibi video oyunlar için kalem sallamış olan Michael G. Cooney’in de ilk uzun metraj senaryosu The Man Of Tai Chi… Daha doğru bir tabirle Reeves kamera arkasında, Chen kamera önünde, Cooney de kâğıt üzerinde ilk ciddi sınavını vermiş. Ortaya çıkan sonuç ise bu kadar “ilk”i bünyesinde barındıran bir dövüş filmi için tatmin edici gibi gözüküyor.