Yakın dönem korku yönetmenlerine kabaca göz attığımızda potansiyelinin çok altında kaldığını düşündüğüm iki isim öne çıkar; Alexandre Aja ve Marcus Nispel. Bambaşka yollara sapan iki yönetmenin birçok ortak noktası bulunuyor ama sanırım en çok dikkat çekeni ‘remake’lerin yönetmeni olarak anılmaları. Bu sene makûs ‘remake’ (yeniden çevrim) zincirini kırmaya teşebbüs eden Nispel, ismi sürekli değişen yeni korkusunu tamamladı: Exeter.
Marcus Nispel, 1963 yılında Frankfurt’ta dünyaya geldi. Reklamcılık sektöründe sanat yönetmeni olarak çalışırken, 1984’te kazandığı Fulbright bursuyla Amerika’ya geldi. Yönetmenlik kariyerine video klipler çekerek başlayan Nispel, ilk olarak dönemin popüler gruplarından C&C Music Factory ile çalıştı. Sonrasında aralıksız reklam filmleri ve video klipler çekmeye devam etti. Bugüne kadar binin üzerinde reklam filmi çeken Nispel, sektörün önemli müşterilerinin hemen hepsiyle çalıştı ve sayısız ödül kazandı. Listelerde bir numara olan 15’ten fazla parçaya video klip çeken Nispel’in beraber çalıştığı müzisyenler arasında Puff Daddy, No Doubt, the Fugees, George Michael, Janet Jackson, Elton John, Billy Joel, Aretha Franklin, Cher, Mariah Carey, K.D. Lang, Bette Midler, Bryan Adams ve Gloria Estefan gibi isimler bulunuyor. Video klip alanında da birçok ödül alarak kendini ispat eden yetenekli yönetmen, 2003 yılında ilk uzun metrajlı filmini yönetmek üzere New Line Cinema ve Platinum Dunes ile anlaştı.
1974 tarihli kült korku filmi The Texas Chainsaw Massacre’ın yeniden çevrimiyle sinemaya merhaba diyen Nispel, eleştirmenlerin çoğundan negatif yorumlar alsa da o senenin en çok kazanan filmine imza attı. (Yaklaşık 9 milyon dolarlık bütçesine karşılık 110 milyon dolara yakın hasılat elde etti.) Bir başka deyişle yeniden çevrim furyasının alevlenmesine önayak oldu da denebilir. Texas Chainsaw’dan sonra birçok korku klasiği yeniden çevrildi. Nispel’in versiyonu ilk filme büyük oranda sadık kalıyordu kalmasına ama kan ve şiddetin aşırıya kaçtığı birçok sahneye de ev sahipliği yapıyordu. Zaten negatif eleştirilerin büyük bir kısmı buradan vurmaya çalışıyordu. Benim bu yeniden çevrimle çok fazla problemim yok ama gereksiz bir çaba olduğunu da düşünmüyor değilim. Gerçi keselerini ağzına kadar dolduran yapımcılar eminim ki benimle aynı görüşte değillerdir.
Alman asıllı yönetmen, hemen ertesi sene ünlü korku yazarı Dean R. Koontz’un Frankenstein projesini filme çekti. Yapımcıları arasında Martin Scorsese’in de olduğu televizyon filmi, aslında Koontz’un kafasında şekillenen bir dizi için pilot bölüm olarak düşünülüyordu. Ancak istenen başarı elde edilemedi ve dizi projesi iptal oldu. Klasik hikâyeyi modernleştirerek yeniden ele alan Koontz, dizi için tasarladıklarını geliştirerek beş kitaptan oluşan bir seri roman yazdı. 2005-2011 arası yayımlanan romanların isimleri sırasıyla şu şekildeydi: Frankenstein: Prodigal Son, Frankenstein: City of Night, Frankenstein: Dead and Alive, Frankenstein: Lost Souls ve Frankenstein: The Dead Town.
Televizyonda aradığını bulamayan Nispel, ikinci sinema filmi Pathfinder’ı 2007 yılında yönetti. Nils Gaup’un yazıp yönettiği, 1987 yılı mahsulü Norveç yapımı Ofelas, 1988 Oscarlarında en iyi yabancı film adayları arasına girmeyi başarmıştı. Senaryoda birtakım radikal değişikliklere gidilse de Pathfinder için gönül rahatlığıyla Ofelas’ın yeniden çevrimi denebilir. 45 milyon dolarlık bütçeye sahip film, gişede umduğunu bulamadı ama DVD satışlarıyla maliyetini kurtarmayı da bildi. Eleştirmenler tarafından topa tutulan, yüksek dozda aksiyon içeren film, deyim yerindeyse yerin dibine sokuldu. Ama DVD macerası esnasında kendine has bir hayran kitlesi edindiğini de söylemek lazım.
Nispel, bir sonraki yönetmenlik denemesinde kült korkulardan bir diğerinin yeniden çevrimi için kamera arkasına geçti; Friday the 13th. Gösterime girdiği sene, o zamana kadar bir korku filminin açılış haftasında kazandığı en yüksek gişe rakamına ulaştı. Genel anlamda gişede de yüzü gülen film, maliyetini dörde beşe katlamayı başardı. Ancak eleştirmenler ile arasını bir türlü düzeltemeyen Nispel, bu filmiyle de eleştiri oklarının hedefi oldu. Aslında ilk filmin yeniden çevrimi değil de ilk dört filmin arasına bir yerlere konabilecek herhangi bir devam filmi gibi duran 2009 yılı mahsulü Friday the 13th, evet, seriye bir şey katmakta yetersiz kalıyor ama titiz görselliği ve hokey maskesi detayı ile çok da üzerine gidilecek bir ‘slasher’ değil.
2011 yılına geldiğimizde Marcus Nispel gene (evet, gene) bir yeniden çevrim için kolları sıvadı; Conan The Barbarian. Daha sonraları Game of Thrones sayesinde iyice ünlenecek olan Jason Momoa’nın Conan’ı canlandırması, çizgi romandaki karaktere bir hayli benzediği için artı bir tercihti belki ama kalan her şeyi berbat eden zayıf senaryo, Nispel’in eleştirmenler tarafından bir kez daha hedef tahtasının tam ortasına yerleştirilmesine neden oldu. Ancak bu sefer alışılanın aksine gişede umduğunu bulamayan Conan, tahrip gücü yüksek bir bomba gibi patladı. 90 milyon dolarlık bütçesine karşılık sadece 50 milyon dolar kadar bir hasılat elde edebildi.
Gelelim Nispel’in son korkusuna. İlk önce Blackmask olacağı duyurulan filmin ismi daha sonra Exeter olarak değiştirildi. İngiltere’de The Asylum ismiyle gösterilen film, Fransa’da Projet 666 ismiyle satışa çıktı. Ülkemizde ise Şeytanın Gecesi ismiyle 4 Eylül’de gösterime girdi. Nispel’in hikâyesinden Kirsten Elms’in senaryolaştırdığı bir şeytan çıkarma öyküsüne odaklanan Exeter’i, yönetmenin sinema kariyerini etkileyebilecek bir dönüm noktası olarak görebiliriz. Aynı zamanda yapımcıları arasında yer aldığı filmiyle 12 yıllık sinema kariyerinin ilk yeniden çevrim olmayan işine soyunuyor. Verdiği röportajlarda nihayet biraz hafiflediğini söyleyen Nispel, “Büyük bir stüdyoya bir ‘remake’ yaparken tabii ki birçok efendiniz oluyor, bunu kabullenerek o işleri kabul ettim. Exeter’de ise durum farklı. Başından sonuna kadar müdahil olduğum, senaryoya, para bulmaya yardımcı olduğum ilk film. Kesinlikle yeni bir tecrübe, kendimi daha bağımsız hissettiğim bir tecrübe” diye konuştu. Filmi izlemeden önceki duyumlarımız pek iştah açıcı değildi. Nitekim günümüz gençliğini doğru yerlerden yakalayan mizahi unsurları, çok doğru yerlerde çok doğru bir şekilde kullanan sahnelerin varlığına rağmen Exeter, dağınık senaryosuyla yönetmenin filmografisinde öne çıkan filmlerden biri olamayacak gibi görünüyor.
Murat Kızılca
Not: Daha önce CineDergi Eylül 2015 sayısında yayınlanmıştır.