blank

Sinemardin festivalinin davetlisi olarak geçen hafta sonunu Mardin’de geçirdik. Bol fotoğraflı, az filmli ve sıcaklığın tavan yaptığı bir gezi oldu. Öncelikle http://www.sinemardin.com.tr‘den de görebileceğiniz gibi filmlerin çoğu zaten sinema eleştirmenleri tarafından çok önceden izlenmişti. Ancak Mardin gibi tarihi geçmişi olan bir yere gitme fırsatı tabii ki es geçilmemişti ve bir çok sinemacı, yazar ve gazeteci festivalde yerini aldı.

Öteki Sinema için yazan: Masis Üşenmez

Yedincisi düzenlenen Sinemardin’de her sene bir tema seçiliyor ve bu seneki tema “sokak”tı. Tabii benim gibi sokak fotoğrafçılığını seven biri için güzel bir haberdi bu ama sokakla ilgili festivalde ne yapıldı derseniz benim gözüme hiç bir şey çarpmadı.

Murat Kızılca ile uçaktan indiğimiz anda zaten sıcağın sorun olacağını anlamıştık. Ancak başka bir sorun da otelimizin şehre oldukça uzak bir noktada bulunuyor olması idi.

İlk gün şehri bile göremeyeceğiz diyorduk ki imdadımıza program açılışı yetişti. Bizim otelle şehir arasında kalan Hilton’da başlayan açılışta Murathan Mungan’ın konuşması damgasını vurdu. Mardin’in ilk sinemasını açan ve sinemaya katkıda bulunan emekçilere de plaket sunuldu.

blank

Daha sonrasında SERÇELERİN ŞARKISI / Song of Sparrows’un açık hava gösterimi için Mardin’e geçtik. İranlı yönetmen Majid Majidi’nin de katıldığı gösterim Mardinliler tarafından oldukça yoğun bir ilgiyle karşılaştı. Biz de sonunda gece de olsa gerçek Mardin’e ayak basmış olduk.

Ertesi sabah yoğun Mardin güneşi altında uyanarak hemen Majidi’nin basın toplantısı için yola çıktık. Çeşitli aksaklıklarla oldukça geç başlayan toplantı sırf basının yönetmene olan saygısından dolayı iptal olmadı. Uzun bir bekleyişten sonra gelen Majidi yeni filmi ile ilgili soruları içtenlikle yanıtladı. Bıçak sırtı bir konuya el atan Majidi, Hz. Muhammed’in hayatının bir bölümünü beyazperdeye aktaracak. 50 milyon dolar bütçe belirlediği projede çocukluktan başlayacak hikaye anladığımız kadar Peygamberliğini ilan ettiği zamana kadarki kısmı kapsıyor. Ancak tercümanın yetersizliğinden konuya da çok vakıf olamadık. Kafamızda çeşitli soru işaretleri kaldı. Majidi İslam’da peygamberi betimlemenin aslında yasak olmadığını belirtse de yine de filminde yüzünü göstermeyeceğini, sesinin ise 14 yaşına kadarki bölümde duyulabileceğini söyledi.

blankYüz göstermeme bana göre sinema için büyük bir açmaz, zor bir seçim. Ama tabii Ben Hur’da Hz.İsa’nın göründüğü az sayıdaki sahnede bu tarz bir çekim başarıyla uygulanmış, gerilimi de arttırmıştı. Tabii buradaki kilit nokta “az sayıdaki sahne”. Umarız Majidi gibi hayatını sinemaya adamış bir insan da bu proje yüzünden tepki toplamaz.

Bu tartışmayı geçecek olursak Majidi esas meselesinin yanlış tanıtılan Müslümanlığın güler yüzünü, barış dini olmasını ve mesajını tüm insanlığa anlatabilmek olduğunun üzerinde durdu. Umarız ki yaratacağı eser bu yolda atılmış güzel bir adım olur.

Basın gösteriminden sonra kısa bir Mardin turu yapıp ara sokaklara attık kendimizi. Sıcaktan zaten fazla yol alamayıp sürekli dinlenmek gerekiyordu. Ne yazık ki Mardin’in tüm sokakları kazılmış ve büyük bir şantiye haline gelmiş. Yapılan yerler de beton taş karışımı tarihi dokuya pek uymuyor, pek hoşa gitmeyen bir durum. Eskiden yol, şimdi şantiye olan dar sokaklarda hoplaya zıplaya giderken kendimizi çarşıların içine attık. Mardin’de bulabileceğiniz şeyleri sıralamak gerekirse sabun, badem şekeri, süryani şarabı, gümüş, bakır işlemeli hediyelik eşyalar, büyük şehirde giyerseniz içeri alınmanıza neden olabilecek poşu diyebiliriz. Biz de her turist gibi bunların bir kısmını almadan edemedik. Çarşının içinde Asir diye yerel bir serinletiçi sıvı tükettik, tavsiye olunur. Zencefilli limonatanın çeşitli baharatlarla süslenmiş hali diyebilirim.

Yolumuzun üstündeki tüm camilere girdik, fotoğraflar çektik ama Ulu Camii’yi gördükten sonra diğerleri tüm ihtişamını kaybetti bir anda. Mardin’in tam göbeğinde bulunan beşgen biçimindeki camii turistler için mutlaka görülmesi gereken bir yer. Ancak içeride turist avcısı çocuklar sizi rahat bırakmayacaktır. Sürekli “Tarihini anlatalım mı? Minareyi tutar gibi yaparken fotoğrafınızı çekelim mi? Minaredeki yılan figürünün hikayesini anlatalım mı? Kapıda fotoğrafınızı çekelim mi? Mardin usulü poşu bağlayalım mı?” gibi soruları ardı ardına soruyorlar. Her adımda başka bir çocuk gelip aynı soruları baştan alıyor diyebilirim. Kurtulmanız biraz zor.

Ulu Camii’nin eskiden 2 minaresi varken 1885’deki depremde biri yıkılmış ve şu an üzerinde yılan figürü olan minare ayakta kalmış. Söylenceye göre eskiden buralarda yılan ve akrep sokması çok olurmuş, bu yüzden din adamları bir minareye akrep bir minareye yılan figürü yapmışlar ve bu tılsımlar şehri korumuş. Hala da yılan sokması yaşanmamış o tarihten beri.

blank

Buradan sonra artık yavaş yavaş Sinemardin Sineması’na doğru yol almanın vakti gelmişti. Yeraltı’nın gösterimi için kendimizi salona attık.

Yeraltı yönetmenin hayatında önemli bir yeri olan Dostoyevski’nin “Yeraltından Notlar” kitabından uyarlanmış. Diğer Zeki Demirkubuz uyarlamarı gibi tam bir uyarlama diyemeyiz tabii ki. Genel anlamda filmi beğendiğim. Özellikle yemek masası sahnesi filmin tepe noktasını oluştururken yönetmen ne kadar inkar etse de geçmişiyle, dostlarıyla bir hesaplaşmasını görmüş oluyoruz. Özellikle yeraltı bölümünde fahişeye gittiği sahnedeki ilginç gölge oyunları da oldukça etkileyici olmuş. Bana Bram Stoker’s Dracula (1992) filmini anımsattı bu sahne.

Zeki Demirkubuz da oyuncusu Nergis Öztürk ile birlikte filmden sonra gelerek seyircilerin sorularını yanıtladı. İlk başta seyircilerden Barda gibi ilgisiz konularda sorular gelirken daha sonra biraz daha Demirkubuz filmleri ile ilgili sorular başladı. Yeraltı Zeki Demirkubuz filmografisinde bana göre çok üstte bir yerde değilse de yine de yılın en iyi Türk filmlerinden biri olduğu aşikar. Ancak Nuri Bilge Ceylan’a yaptığı göndermeleri gene kabul etmeyen yönetmen filmde adı geçen “Ankara Sıkıntısı” romanının “Paris Sıkıntısı”na gönderme olduğunu açıkladı.

Yeraltı’nın gösteriminden sonra filmin sol kısmının beyazperde dışında oynamasından, gösterim kalitesindeki problemlerden dolayı başka filme gitmeme kararı aldık. Böylece merak ettiğimiz Tepenin Ardı da başka bir bahara kaldı.

Son gün ise yine güneşten kaçıp şehrin girmediğimiz yukarı bölümüne bakmakla geçti. Özellikle bu tarafta iki büyük kilise var. Meryem Ana açık değildi ama Kırklar Kilisesi’nin en azından bahçesine girilebiliyor. Şehrin kiliseleri dev duvarlarla çevrilmiş ve yerini bilmeyen için bulması oldukça zor.

Günü basının diğer bir bölümünün kaldığı Artuklu otelin terasında günbatımını seyrederek geçirdik. Bizim modern-doğulu kırması otoban kenarı otelimizden sonra Artuklu vahada bir cennet gibiydi. Kalmak için tercih edilebilir. Sonrasında ise Şahin Tepesi diye şehiri tepeden seyredebildiğiniz bir restoranda araç ve şehir ışıklarını seyredip demlenerek noktaladık. Buraya da mutlaka uğramanızı öneririm ilginç bir deneyim olacaktır.

Böylece bu güzel gece ile gezimizi de noktalamış olduk. Mardin hala turistle bozulmamış ancak özellikle çocuklarda bir paragözlük hakim. Ara sokaklarda para ver diye üzerinize koşturmalarından bunu sezdim. Ama özellikle yaşlıların anlatacakları çok hikayeler var aceleniz olmadan her gördüğünüz Mardinliye bir selam verip hikayelerini dinlemenizi öneririm.

Sinemardin’e gelince, teknik imkansızlıklar, yaşanan aksaklıklar, gecikmeler, bir kısım basının nedense daha eşit olması gibi problemler bir yana iyi niyetle yapılan, hem Mardin’i tanıtıcı etkisi olan hem de yerel halka göremeyecekleri filmleri sinemada seyretme şansı veren bir festival. Umarız daha da güçlenerek ileriki yıllarda ses getirir.

blank

blank

Masis Üşenmez

1979 İstanbul doğumlu yazar ilk sinema deneyimini Superman ve Star Wars’la yaşayıp kendini çizgi roman ve bilim kurgu dünyasına atar. 2006 yılında "Öteki Sinema" kadrosuna katılır ve sitenin gelişiminde önemli rol üstlenir. Halen Öteki Sinema'da editörlük ve Cinedergi'de yazarlık yapmaktadır.

1 Comment Bir yanıt yazın

  1. ‎”Sinemardin Film Festivali”ni Takip Eden Mahmut Çelik Arkadaşımızın Mesajını Değişiklik Yapmadan Yayınlıyoruz;

    Sinemardin Film Festıvali’nde halk oylamasında “Çöp” belgeseli ikinci, “Dom” belgeseli ise 3. olmuştur. Halk oylaması sonucu birinci olan “Goristan” belgeselinin yönetmeni Mardinli olduğu için yarışmaya akrabalarını getirerek birinci olmuştur. Bu durum festival yönetimi tarafından da kabul edilmiştir ve bundan dolayı da ödül töreni iptal edilmiştir…

    Bu sene gerçekleştirilen yarışma bölümü tam bir fiyasko ile sonuçlanmıştır. Yönetmen arkadaşlarımızın tüm uyarılarına rağmen önlem almayan festival yönetimini, kamuoyundan ve genç yönetmenlerden özür dilemeye davet ediyoruz…
    Festival Yönetiminin alınacak yeni bir kararla adaleti sağlayacağını ümit ediyoruz…
    Erciyes Film Atölyesi (EFA)
    https://www.facebook.com/eruefa?ref=tn_tnmn

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

blank

Öteki'den Haber Al

Buna da Bir Bak!

blank

!f 2018’in Öteki Filmleri

Her sene olduğu gibi bu sene de Öteki filmleri ayıkladığımız

Güdümlü Politika ya da Tanımsız Kaygı: Altın Koza Ödülleri

Kucaklama politikası her ne kadar sevecen ve realist görünse de