Fransız tarihinin en popüler kişiliklerinden biri olan Marie Antoinette deyince, sizin de aklınıza ilk olarak “ekmek bulamıyorlarsa pasta yesinler” cümlesi geliyordur. Paris’te yaşanan kıtlık döneminde söylenen bu cümle, kraliçenin lükse ve şatafata düşkün yaşamı sebebiyle kendisine mal edilir. 16. Louis ile yaşadığı mutsuz evliliği ve uçarı halleri yüzünden yaşadığı dönemlerde de sık sık dedikoduların ve iftiraların hedefi olan Marie Antoinette’in ilgi çekici yaşamı iki kez sinemaya, defalarca da televizyona uyarlandı. 1938 yılında Norma Shearer ile efsaneleşen biyografisinden sonra bahtsız kraliçe bu kez de Sofia Coppola imzasıyla karşımızda; ama bu kez biraz daha farklı…
Öteki Sinema için yazan: Başak Bıçak
Hitler döneminde bir Yahudi olarak yaşadığı korku sebebiyle eşi ile birlikte intiharı seçen Avusturyalı meşhur yazar Stefan Zweig’ın, kendisi gibi Avusturyalı olan Marie Antoinette’in biyografisi, kraliçe üzerine yazılmış en güzel kitaplardan biridir. Bu kitaptan esinlenilerek W.S. Van Dyke tarafından çekilen ve Norma Sherar’ın oyunculuğuyla Oscar’a aday olduğu filmden sonra Sofia Coppola sıra dışı bir Marie Antoinette biyografisine imza atmış. Öncelikle Fransız tarihçi Evelyn Lever’nin kraliçe üzerine yazdığı biyografinin haklarını satın alan Coppola, ABD’de daha popüler olan Antonia Fraser’ın yazdığı kitabı keşfedince, filmini bu eser üzerine kurmaya karar vermiş. Zweig’ın, Marie Antoinette’in yaşamını ve kişiliğini derinlemesine incelediği eserini okumaya reddeden yönetmen, bu yolla daha insani ve seyircinin gözünde daha sevimli bir Marie Antoinette portresi çizmiş. Hatta çoğu yerde Marie Antoinette’i haklı bulup, yaptığı hataları normal karşılayabiliyorsunuz. Zaten film Marie Antoinette’in son dönemlerine hiç değinmeden, sadece gençlik yıllarına odaklanıyor ve Zweig’daki gibi kraliçenin ölüme yaklaştığı süreçteki olgunlaşmış, büyümüş halini görmeniz mümkün olmuyor. Küçük yaşta evlenen, mutsuz bir evlilik yaşayan ve bu nedenle kendisini eğlenceye veren uçarı ama bir o kadar da sevimli bir kraliçeyi izliyoruz bu filmde ancak, madalyonun öteki yüzü de var…
Bir kere Marie Antoinette’in kumar, eğlence ve lüks tutkusu çok normalleştiriliyor ancak bu durum, kraliçeyi ileriki yıllarda giyotine gönderen halkın, nefretini körükleyen en önemli sebeplerden biri. Ayrıca bir iki sekans dışında, Fransızların onu nasıl gördüğünü anlatan bir ipucu yok. Sadece onun tarafından bakarak ve yaşamını “sevimlileştirerek” gerçek Marie Antoinette’i anlamamız zorlaşıyor bana kalırsa. Çünkü Fransızlar yaşadıkları ekonomik bunalımın, Amerikan bağımsızlık savaşına yaptıkları yardım yüzünden daha da içinden çıkılamaz hale gelmesine rağmen kraliçenin yaşantısından ödün vermemesi sebebiyle, kendisine korkunç bir öfke duyuyorlar. Gazeteler, dergiler kendisini en kötü ve uygunsuz şekillerde resmediyorlar ve Marie Antoinette bunları hiç umursamadan eğlenceli hayatına devam ediyor. Fakat şu da var ki kraliçe, son yıllarında daha önce hiç önemsemediği siyasetle ucundan kıyından da olsa ilgilenmeye başlarken, yaşam tarzını da tamamen değiştiriyor. Yani karşımızda aslında iki Marie Antoinette portresi var ve biz bunu hem yarım olarak görüyoruz hem de gereğinden fazla güzelleştirilmiş olarak…
Peki, bu durum filmi izleyen herkes açısından sorun teşkil eder mi? Elbette hayır. Çünkü bu detaylara rağmen Marie Antoinette, görselliğiyle bir kadın yönetmenin elinden çıktığını belli eden güzel bir film. Kostümler, özel izinle çekim yapılan Versailles sarayı muhteşemliği, film için tasarlanan ayakkabılar ve meşhur Fransız pastanesi Ladurée’nin enfes yiyecekleri… Müthiş bir atmosfer, elinizi uzatsanız dokunabilecekmişsiniz hissi veren renkler… Zaten film, En İyi Kostüm Tasarımı dalında Oscar’ı kazanarak bu konuda ne kadar iyi olduğunu da kanıtlıyor. Filmin müzik seçimleri ise, böyle bir dönem filmi için hayli ilginç. Afrika tam tamlarını duyduğunu zaman bana hak vereceksiniz!
Fransız Devrimi’nin olduğu gün, günlüğüne “bugün kayda değer bir şey yok” yazan 16. Louis’nin, donuk, utangaç, asosyal, cinsel açıdan soğuk yapısını canlandıran Jason Schwartzman’ı ise çok başarılı bulduğumu söylemeliyim. Kirsten Dunst da, Marie Antoinette karakterinde oldukça iyiydi ama ben aktristin performansını Melancholia’da daha çok etkileyici bulmuştum. Marie Antoinette, 2006’nın Top 10 listesinde üçüncü sırada yer alan ve epey beğeni toplayan bir film olmasına rağmen, bir o kadar da eleştirilen bir film. Bence izleyin ve kararı siz verin derim…