Marilyn Monroe (1926-1962)

Norma Jeane Mortensen. Bazıları sarışın severdi bir zamanlar, dolgun dudaklardan çıkan hafif ve çarpık bir tebessüme kapılıp giderlerdi beyazperde dalgalandıkça. Bazıları beyaz bir elbiseye tav oldular mazgaldan çıkan dumanla havalanan, bazıları pırlantalara boğdu onu çünkü “Pırlanta kızların en iyi dostuydu.”, bazıları aptaldır sarışınlar dedi yüksek perdeden lakin için için hayran kaldı o kadına ve çokta çözülememişti kim olduğu görüldüğü ilk andan trajik ölümüne kadar. Sinema dünyaya bir efsane verdi. Seksi, alımlı, özgür, savruk ama her daim hanımefendi… Marilyn Monroe…

blank

“Hollywood öyle bir yerdir ki; bir öpücük için size 1000 dolar öderler, ama ruhunuzu satın almak için 50 cent verirler. Bunu biliyorum çünkü ilk teklifi reddederek defalarca 50 cent’e razı oldum.”

“Devasa alanı, elektrik akımı gibi bir heyecan sarmıştı. Duvarlar kahkaha ve alkışlarla titreşiyordu. Uzun koridorlardan birinin sonundaki kapalı kapının arkasında bir kadın oturmuş, tek başına bambaşka bir deneyim yaşıyordu. Daha birkaç dakika önce seyirci ve sahne arkası teknisyenlerinden oluşan kalabalığın içinden kendinden emin gülümsemesi ve gösterişli tavırlarıyla süzülüp yürümüştü oysa. Şimdiyse bir sahne görevlisinden istediği içeceği beklerken endişeyle titriyordu. “Benimle alay ediyorlar!” dedi ona bir bardak New York şehir musluğu suyu uzatan görevliye. “Dinle.” Ama adam ona söyleneni yapamayacak kadar büyülenmişti. Kadının gözlerini onun gözlerine dikişi… Onunla konuşması… Onun Marilyn Monroe’nun ta kendisi oluşu… Tüm bunlar adamı sersemletmişti. Adam daha bir saat önce ABD Başkanı’yla el sıkışmış olsa da unutamayacağı an bu andı.”

Della Monroe’nun kızı Gladys Baker 1 Haziran 1926 sabahı karmakarışık hayatının üçüncü meyvesini babasız ve parasız olarak Los Angeles County USC Tıp Merkezinin ücretsiz hasta koğuşunda doğurdu. Utanıyordu. Utanıyordu çünkü o devirlerde babasız bir çocuğu dünyaya getirmek anlayışla karşılanan bir durum değildi. Yaşadığı onca savruk ilişki onu bu duruma sokmuştu. Lakin o diğerlerinin düşüncelerine inat kızının babasının kim olduğunu biliyordu. Her ne kadar babası olduğunu düşündüğü adam bile bu durumu kabul etmese de. Sonuç olarak o Haziran bir pırlantayla başladı aslında. Annesi ve büyük annesinin dengesizliğini benliğinin derinliklerinde taşıyarak doğdu Norma Jeane Mortenson (annesinin doğum kayıtlarına bilerek yanlış yazdığı soyadıyla Mortensen).

Annesi doğum sonrası depresyonuyla birleştirdiği anne yadigârı dengesizliği ile bebeğine bakamayacak hale geldiğinde bu porselen bebeklere benzeyen mavi gözlü, kıvırcık sarı saçlı güzel bebeğe o zamanlarda bakıma muhtaç çocuklara sahip çıkan katı kuralları olan Ida Bolender ve ailesi sahip çıktı. Yoksulluk ve zor şartlarda büyüyen Marilyn çocukluğunun bu yıllarını her daim sıkıntılı günler olarak andı. Oysaki Ida’ya göre o çok mutlu ve keyifli bir çocuk olarak büyümüştü. Evdeki diğer çocuklar gibi koşup oynamış, ağaçlara tırmanmış, çamurlara bulanmıştı. Ida onun kendisi gibi güçlü bir insan olmasını istiyordu. Belki de gelecekte yaşayacağı sıkıntıları önceden sezmişti. Norma Jeane’nin kaderini yaşayan çocukların kırılgan olmak gibi bir lüksleri yoktu. Fakat Norma bazen fazlasıyla hassas olabiliyor duygularını kontrol edemiyordu. Kobalt mavisi o kocaman gözler bazen çok fazla acı biriktiriyordu. Bu durum Ida’yı ona karşı sert olmaya itiyordu.

“Norma Jeane adına istediği tek şey, kendisi gibi güçlü olmasıydı” diyor Nancy Jeffrey. “Onun gibi zor bir hayat süreceğini başından beri biliyordu. Ailesinden gelen yanının ona yardımcı olamayacağını, hatta onun zaafı olabileceği öngörebiliyordu. Bu yüzden onu şımartmıyordu. Kendi deyimiyle; “O benden daha zorlu rakiplerle karşılaşacak, bu kadarını şimdiden anlayabiliyorum. Ayaklarının üstünde durmayı öğrenmeli. Şu an benden nefret edebilir ama güçlü olacak. Güzel bir hayatı olacak, derdi.”

Norma Bolender’ler ile birlikte bazen zorlu olsa da güzel bir hayat sürüyordu ta ki annesi Gladys ile karşılaşana kadar. Gladys başlangıçta çocuğunun onlarla güvende olduğunu düşünse de değişen ruh durumu çocuğunu geri almaya hatta bunun için kapılara dayanıp zorluk çıkarmaya kadar gidecekti. Kapıya dayanıp da saldırganlaştığı o günlerden birinde kendi kızının en büyük kâbusu olacaktı. Fakat asıl sıkıntılar ve Norma için Bolender’ler ile yolun sonu, çok sevdiği köpeği Tippy’nin trafik kazasında ölmesi ile başladı. Norma inatla onun komşuları tarafından tırmıkla öldürdüğünü iddia edecek ve gerçekle hayal dünyası arasındaki gidiş gelişini gözler önüne serecekti. Bu olay Ida’ya evlat edinme düşüncesini bile unutturacak ve Norma annesi ile birlikte yeni bir maceraya doğru yelken açacaktı. Ida mecburi kararını bildirdiğinde Norma ilk terk edilişini yaşadı. Küçük bir bavulla kapının önüne konulmak onun çocuk yüreğine istenmiyorsun tohumlarını ekti. Gerçek annesi ile arabaya bindiğinde ev denen kavramı ilk kez sorguladı ve hayatı boyunca da bunu sorgulamaya devam etti. İnsanlara kendini sevdirmenin bir yolunu bulmalıydı. Eğer bulabilirse terk edilmeyecekti!

Gladys kızı ile yaşamaya başladığında her şey yolunda gibiydi. Gladys’in yakın arkadaşı Grace Atchinson’da onları hiç yalnız bırakmıyordu. Başlangıçta çok eğleniyorlardı. Fakat Gladys’in kâbusu sesler ve görüntüler geri dönmeye başladığında her şey değişti. Marilyn o günleri şu şekilde özetleyecekti; “Bana sürekli sessiz olmamı söylüyordu. Kapıyı kapatma hatta yastığımın sesi bile onu germeye yetiyordu.”

Gladys’te ki değişiklikler arkadaşını da rahatsız etmeye başlamıştı ve sonunda beklenen o teşhis bir kez daha Norma Jeane’i yollara sürükleyecekti. Annesi şizofrendi. Ida gelişen olayları takip ediyor ve Norma’yı tekrar geri almak istiyordu. Fakat annesinin Ida’ya olan nefreti bunun gerçekleştirmesini mümkün kılmadı. Bu kez Norma’nın küçük bavulu Grace Atchinson’un evinde açılacaktı. Yıl 1934’tü. Grace Norma’yı çok seviyor ve onda farklı bir ışık olduğunu bir gün çok ünlü bir Hollywood yıldızı olacağını düşünüyordu. Onu sürekli filmlere götürüyor. Güzelce giydiriyor ve ona sürekli en sevdiği film yıldızı Jean Harlow’dan bahsediyordu. Norma’da bu hayale kapılmış bir gün Jean Harlow gibi olacağına inanmıştı. Bu görü zamanı geldiğinde fazlasıyla gerçek olacaktı. Öyle ki jean Harlow son filmi Saratoga’da başrolü Clark Gable’la paylaşıyordu. Marilyn’da son filmi Uygunsuzlar’da(The Misfits) Clark Gable ile oynadı. Bu film güzel yıldızın tamamlayabildiği son filmi idi…

“Grace teyze bana kimsenin söylemediği şeyler söylerdi. Beni oturtur, ellerimi tutup bana bir şeyler anlatırdı. Kendimi kimsenin yemediği bir somun ekmek gibi hissederdim.”

Grace teyzesi Norma Jeane ne kadar severse sevsin yaptığı son evlilik Norma’nın tekrar yollara düşmesine sebep olacaktı. Küçük bavul bu kez de kimsesizler evinde açıldı. Norma bir kez daha terk edilmişti. Kimsesizler Evindeki o günlerinden bahsederken hapishane hayatı yaşadığını, çok fazla çalıştırıldığını ve kendini çok yalnız hissettiğini anlatacaktı biyografisinde. Grace ise onu oraya bırakmanın vicdan azabıyla her hafta sonu Marilyn’i ziyaret edecekti. Onu tekrar yanına almanın planlarını yapmaya başlamıştı. Annesi hastaneden çıkacak durumda olmadığı için Grace yine de Norma’nın tek şansıydı. Yanına aldı da, ta ki kocası şehir dışında bir iş edinene kadar. Norma onlarla gelemezdi! Önünde iki seçenek vardı güzel yıldızın ya evlenecek ya da kimsesizler evine geri dönecekti. Evlenmeyi tercih etti, 16 yaşındaydı.

Annesi ise tüm bu olanları hastanede kaçma planları yaparak izliyordu. Yeni bir iddiası vardı Marilyn’in babası konusunda. Kafasında sesler azalacağına netleşmiş ve artmıştı, çaresiz kadının. Bu arada Marilyn zorunlu evliliğini güzelleştirmenin yolları arıyordu. Bir de heyecan yaşıyordu, kız kardeşi Berniece’yi bulmanın heyecanını… Marliyn Radioplane’de çalışmaya da başlamıştı ve bu iş kapısı onun aynı zamanda şöhrete açılan ilk kapısı da olacaktı. Yıl 1944’dü gösterdiğinde ordu eğitim programı için film yapan bir askeri birim fotoğraf çekimi için içinde Norma Jeane’nin de olduğu birkaç kadına poz vermelerini teklif etti. Verilen her poz Norma Jeane’yi Marliyn Monroe olma yoluna bir adım daha yaklaştıracaktı. Gri bol pantolon ve yeşil bir bluzun içindeki genç ve güzel kadın flaş her patladığında parlak bir geleceğe göz kırpıyordu.

İnsan hayatında bazı anlar vardır. Öyle anlardır ki onlar saatin sarkacı her sallandığında tüm hayatı değişir insanın. Her saniye bir başkasını doğurur ve önünde geniş bir kapı açılır bazen. İşte bu çekimlerde onun için öyleydi. David Conover’in de içinde olduğu fotoğrafçıların çektiği o resimler Norma Jeane’nin sonu, Marliyn Monroe’nin başlangıcı olacaktı. O çekimlerden sonra genç kadın fotoğrafçılar arasında bir anda popüler oldu. 1946 ilkbaharında otuzdan fazla derginin kapağında onun gülümsemesi vardı. Bu şöhret zamanla dedikodulara da sebep oldu. Monroe bu pozlar için fotoğrafçılarla yakın ilişki kuruyordu bazı çevrelere göre. Şöhret dedikodu bedelini ödetmeye başlamıştı. Fakat o halinden memnundu, çünkü objektifler için yaratılmıştı adeta. Verdiği her pozu saatlerce inceliyor ve beğenmediği pozlarında neyi yanlış yaptığını bilmek istiyordu. Ayrıca fotoğrafçılıkla ilgili sorular da sormaya başlamıştı.

“Beni parayla satın almaya çalışan adamlar midemi bulandırıyordu. Onlardan bir sürü vardı ve tekliflerini reddetmem fiyatımı daha da yükseltiyordu.”

Onun kendini kabul ettirme isteği bu pozlar sayesinde içinden çıkmış gülümsemesine ve bedenine yayılmaya başlamıştı. Yeterince güzel olursa ve işini düzgün yaparsa insanlar onu daha çok severler ve kabul ederlerdi belki. Belki o zaman o küçük bavul açılmamak üzere kapanırdı. İşler onun için yolunda giderken bu durumu kabul edemeyen bir adam vardı. Kocası Jim Dougherty… Norma yaptığı işin özellikle kocası tarafından kabul edilmesini ve takdir görmesini içten içe beklerken Jim günün birinde “Ya ben ya da modellik! “ diyecekti. O ise bu sözlerin üzerine Menajeri’nin tavsiyesi üzerine kestane rengi saçlarını düzleştirdi ve altın sarısına boyattı. Her kadının depresyona girdiğinde ilk yaptırdığı şeyi yapmıştı aslında. Değişiklik bununla da bitmedi. Akıl hastanesinden çıkan annesini yanına aldı. Üstelik Jim bunu da onaylamamıştı. Bazı günler ailevi sıkıntıları ve içinde gittikçe büyüyen güvensizlik duygusu onu karanlığa itiyor ve depresif bir hale bürünüyordu. Bu günlerin sonucunda söylediği sözleri ise sanki geleceğine attığı imzaydı.

“Evet, bende özel bir şeyler vardı ve ben bunun ne olduğunu biliyordum. Ben koca boş yatak odasında elinde boş bir uyku hapı şişesiyle ölü bulabilecekleri türden bir kızdım. Ama henüz her şey siyah değildi. Genç ve sağlıklıyken Pazartesi günü intihar etmeyi planlayıp Salı günü yine kahkahalarla gülebilirsiniz.”

Kocasıyla olan mücadelesi 1946 yılının Mayıs ayında sona erdi Norma için. Ona Şangay’da görevliyken bir ayrılık mektubu gönderdi. Boşanmak istiyordu ve süreci başlatmak için Las Vegas’a gitmişti. Jim mektubu aldığında çok öfkelendi. Önce Norma için askeriyeden bağlanan eş aylığını kesti. Fakat içindeki öfke dinmedi. Norma bu evlilikle çok şey kazanmıştı, o ise gittikçe dibe çökmüştü. “Hayır!” dedi genç adam. O bu evlilikten o kadar kolay kurtulamayacaktı. Genç kadın kararlıydı. Önünde engel kalsın istemiyordu. Menajeri bu arada boş durmuyor ve onu Hollywood için hazırlıyordu. Emmeline Snively genç kadın için olanakları araştırmaya başlamıştı bile. Olaylar film şeridi gibi genç kadının önünden akıp giderken 20th Century Fox adına yeni yetenekler arayan Ben Lyon’la bir görüşme ayarlandı. 17 Temmuz 1946…

Görüşme sonunda Norma kendini yeni Betty Grable filmi “Mother Wore Tights” in setinde buldu. O sıralar Fox Henry Fonda, Betty Grable, Anne Baxter, Gene Tierney gibi yıldızlarla çalışıyordu. Norma Jeane’nin sessiz deneme çekimini görüntü yönetmeni Leon Shamroy üstlendi. Sonrasında o anı şöyle değerlendirecekti;

“Bu kız yeni Jean Harlow olacak diye düşündüm. Doğal güzelliği ve hafif mahcubiyeti ona esrarengiz bir hava veriyordu. İçim ürpermişti. Sessiz sinema döneminden beri ilk kez böyle birini görüyordum. Gloria Swanson gibi eşsiz bir güzelliği, Jean Harlow gibi bir seksapeli vardı. Deneme çekimindeki her kareden seks fışkırıyordu. Ses bandına ihtiyaç yoktu. Bu etkiyi sırf görsellikle yaratabiliyordu. Bize istenen her duyguyu verebileceğini gösterdi.”

Herkes bu büyülü kadının etkisine girmişti. Bir kişi hariç, Fox’un başkanı Darryl Zanuck… Gerçi Marilyn ona bir servet kazandırırken bile Zanuck ondan etkilenmeyecekti. Fakat o günlerde kontrat imzalayabilecek potansiyele sahip olduğunu söyleyebildi. Hafta da 75 dolar kazanacaktı. Ve artık onun için Norma Jeane Dougherty olma dönemi sona ermişti. O artık Marilyn Monroe’ydu. Ben Lyon’un önerdiği bu isme başta sıcak bakmadı fakat Lyon o kadar hevesliydi ki kabul etti.

“Pekâlâ, galiba artık Marilyn Monroe’yum!”

Devam edecek…

Marilyn Monroe – Bölüm 2

blank

Melahat Yılmaz Özberk

1981 Ankara doğumlu... Anadolu Üniversitesi Türk dili ve Edebiyatı bölümünde okuyor. Gölge- e Dergi ve Öteki Sinema’da çeşitli film eleştirileri ve hikâyeler yazıyor. Tek dileği yazacak sözlerinin bitmemesi ve bunları sayfalara dökebilmek…

3 Comments Leave a Reply

  1. ne kadar güzel bir yazı ellerinize sağlık… Aslında bu siteyi ilk defa okuyorum. Kızım bu güzel, talihsiz kadını sevdiğimi bildiği için yazıyı gösterdi. İlgiyle okudum. Devamını bekliyorum. Sevgiler, saygılar.

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

blank

Öteki'den Haber Al

Buna da Bir Bak!

blank

32 Kısım Tekmili Birden: James Bond Açılış Jenerikleri

James Bond filmlerinin bir başka markalaşmış özelliği de açılış jenerikleri.
blank

Müziksiz Saf Sinema

Bir düşünceye göre, müziğin insanda uyandırdığı duyguların yardımı olmadan, aynı