Ben iyi çekilmiş kötü filmleri de severim. Genel olarak; düşük bütçeli, görece ‘daha az tanınan’ oyuncuları kullanan, gerek yapım, gerek dağıtım, gerekse gösterim süreçlerinin özü itibariyle “ikinci sınıf” diye nitelendirilen filmlere kabaca “B filmleri” diyebiliriz.
Senaryoları zayıf, kadroları zayıf, derme çatma şartlar altında var olma mücadelesi vermiş, genellikle de bu mücadeleyi kaybetmiş ve tarih olmuş yüzlerce, binlerce hatta onbinlerce B filmi vardır. B filmlerinin bir kısmı da, benim “iyi çekilmiş kötü filmler” olarak değerlendirdiğim filmler. Hatta bazı B filmler tüm prodüksiyon zaaflarına rağmen düpedüz iyi filmlerdir, haklarını teslim etmek lazım.
Öteden beri; B filmlerini küçümseme eğilimi vardır, hâlâ da var, ama Allahtan son yıllarda bu filmleri belirli konseptler altında toplayıp, yeniden değerleyen akımlar ortaya çıkmaya başladı, bizler de, sinemaseverler olarak, onlarca, yüzlerce küçük hazinenin farkına varmış olduk. Genellikle B filmlerden oluşan İtalyan İstismar Sineması’nın “giallo” adı verilen son derece güzide bir alt-türü var. İşte demin bahsettiğim hazinelerin iki üç düzinesi bu giallo yığınında sizleri bekliyor. Onları çekip çıkarmak da bizim işimiz.
Giallo’lar; İtalyan suç sinemasının kendine has bir alt-türü kabul edilebilir. İtalyan seri-cinayet sineması; grotesk karakterleri, kendine has abartılı şiddeti, tuhaf hikayeleri ve bambaşka bir sinemasal duyunun eseri olarak sinema tarihinde kendine has bir yer edinebildi. Bu filmlerin tamamına yakını B filmi statüsündedir. Hatta Dario Argento gelene kadar, A tipi bir giallonun varlığından söz etmek kolay değil. Gialloların çoğu, çok kısa sürede alelacele çekilen, düşük bütçeli filmlerdir. Görüntü ve ses kalitelerinde belirgin zaaflar vardır. Giallo’lar, çekim sürelerinin kısalığı nedeniyle ara sıra bazı meşhur artistleri de kadrolarına katabilmişlerdir ama genellikle oyuncuları ikinci sınıf oyunculardır.
Şimdi bu giallo denen türün zirvesinde; gerek filmlerindeki kalite, gerekse eşsiz anlatım biçimleriyle Dario Argento ile kendine has stili ve kural-koyucu filmleriyle Mario Bava durur. Onların hemen arkasından ise Lucio Fulci, Sergio Martino ve Umberto Lenzi gelirler. Bu beşinin hemen hemen tüm giallolarını tavsiye ederim zira bugüne kadar çekilmiş ‘en iyi giallolar’ın yarısının altında bu beş önemli yönetmenin imzası vardır. B filmleriyle tanınan birçok İtalyan yönetmen, 1960’larda ve 70’lerde en azından bir-iki giallo çekmiştir. Luciano Ercoli, Duccio Tessari, Aldo Lado, Massimo Dallamano ilk aklıma gelenler. Sadece tek bir giallo çekmiş o da iyi bir giallo olan yönetmenler de mevcut. Pupi Avati, Antonio Margheriti gibi…
B filmleri yığınının ciddi bir kısmı de korku filmleri (horror film) türü içindedir. Korku filmleri ‘şablon filmler’ kapsamına girer ve görece çok daha düşük prodüksiyon maaliyetlerine sahiptir. Korku geleneğini 1950’lerde başlatan İtalyan korku sineması sağlam temellere dayanıyor, onlarca seçkin ve yaratıcı örnek vermek mümkün. Şahsi kanaatimce bu alanın en büyük ismi Lucio Fulci’dir (başlı başına bir araştırma konusu olan bu büyük yönetmene ileride detaylıca değineceğim). Michele Soavi, Antonio Margheriti, Mario Bava’nın oğlu Lamberto Bava, Pupi Avati, Riccardo Freda ilk aklıma gelenler.
Görüldüğü gibi, giallo çekmiş yönetmenler korku filmleri de çekmişlerdir. Dario Argento da çok önemli korku filmleri çekmiştir ama onunkiler çok daha büyük bütçelerle yapılmış A sınıfı filmlerdir. B tipi İtalyan korku sinemasının zirvelerinden biri Lucio Fulci ise, bir diğeri de Mario Bava’dır. Bava, türe köklü değişiklikler getirmiş bir öncüdür. İtalyan korku filmleri için de -tıpkı giallo’larda olduğu gibi- en önemli ilk 3 yönetmen; Dario Argento, Mario Bava ve Lucio Fulci’dir diyebilirim. Tabii, bu benim görüşüm.
Hem İtalyan korku sinemasının hem de ‘giallo’ alt-türünün en büyük yönetmenlerinden Argento hâlâ hayatta. Sinemasal yolculuğu devam ediyor, serüveni bittiği zaman onu da değerlendireceğim. Lucio Fulci bir başka yazımın konusu olacak, söz veriyorum. Bugünkü konuğumuz, B filmlerin kralı Mario Bava.
Mario Bava; düşük bütçelerle harikalar yaratmış bir yaratıcı-yönetmen. İtalyan usulü western filmi, korku filmi, macera filmi, komedi filmi, kılıç-kalkan filmi… Hepsini denemiş. İstismar sineması kapsamında seçkin yapıtlar ortaya koyduğu genel kabul görmüş, önemli bir yönetmen. Öldükten uzun yıllar sonra bile tür sinemasına dalan hemen herkesin bir şekilde karşısına çıkan müthiş bir yetenek.
Mario Bava aslında bir görüntü yönetmeni, Mario Monicelli-Steno ikilisi, Fabrizi gibi yönetmenlerin altında iyi işler çıkarıyor. Rosselini ve De Sica ile de çalışmışlığı var. Görüntü yönetmenliğinden geliyor ama bu işi asla bırakmıyor, tüm filmlerinde kontrol yine onda. Filmlerindeki renklendirme ve ışıklandırma konusundaki stilize ustalığın, olağanüstü fotoğrafların, kusursuz çerçevelemelerin kökeninde bu yatıyor. Bava; kısa, keskin ve vurucu sahneler çekiyor. Gereksiz sahnelerden kaçınan, sadece hikayeye hizmet eden ekonomik bir yönetim uyguluyor. Akılda kalıcı müzikleri, sürekli kavisler çizen hikayeleriyle bütünleşiyor. Kurguları her daim ritmik ve sürükleyici. İyi bir Bava filmi izlerken asla sıkılmazsınız, ne kast ettiğimi anlamak için “Rabid Dogs” (Cani arrabbiati, 1974) adlı filmini tavsiye ederim. Burada kurgudan gücünü alan kovalamaca; mükemmel bir müzikle birleşip, şaşırtıcı finaline kadar sizi oturduğunuz yere mıhlayacaktır.
Aslında Bava’nın bir yönetmen olarak sinemasal yolculuğu uzun sayılmaz. On küsür yıl içinde tek başına çektiği film sayısı 20 küsur kadar. İşe; şablon/formül (filone) filmlerle başlıyor, kariyeri boyunca da devam ediyor. Kılıç-sandalet (swords-and-sandal), Avrupa-westerni (İtalyan usulü western), James Bond taklitleri. Bava çok kısa sürelerde ve sınırlı bütçelerle, bir operatör gibi çalıştığı, anahtar-teslim bir sürü film çekiyor. “Yavru ile Katip” serisi için de film çekiyor, daha önceki iyi bir filminden, “Lisa and the Devil”den (Lisa e il diavolo, 1973) kesme biçmeler, yeni çekilen ek-sahnelerle ve yeni bir kurguyla uyduruk bir “Exorcist” taklidi de…
Ama Mario Bava’yı Mario Bava yapan filmler gialloları ile korku filmleridir. Özellikle bu filmlerde yarattığı benzersiz atmosferle tanınır. Onun “Planet of the Vampires” (Terrore nello spazio, 1965) gibi “Hatchet for the Honeymoon” (Il rosso segno della follia, 1970) gibi görece zayıf filmleri bile izleyici üzerinde derin etkiler bırakabilir. Mario Bava’nın optik efektler ve görsel hileler konusundaki deneyimi babasından miras kalmıştır. Mario Bava’nın babası, Eugenio Bava, Tim Lucas’ın deyimiyle “İtalyan özel efekt görüntülerinin” de babasıdır. “Quo Vadis?” (1913) ve “Cabiria” (1914) gibi erken dönem İtalyan başyapıtlarında görev almıştır. Eugenio Bava; özel efekt uzmanı ve kameraman olarak görev yapar. Mario Bava, babasının yanında staj yapar, babasının asistanı olur. Önce kameraman olarak görev alır daha sonra da görüntü yönetmenliğine yükselir. 1960’a kadar kadar yirmi küsur filmde görüntü yönetmenliği yapar. Deyim yerindeyse, pişer. Mario Bava, ilk uzun metrajı “Black Sunday”i (La Maschera del demonio, 1960) çektiğinde tam 46 yaşındadır.
Mario Bava 1960-1977 yılları arasında yirmi küsur uzun-metraj film çeker. 1977 yılındaki “Schock” adlı film son filmi olur. 1980 yılında hayata gözlerini yumar. Ama yıllar geçtikçe, tüm dünyadaki hayran kitlesi genişler. Filmleri, en-iyi filmler listelerinin gediklisi olur. Özellikle korku sinemasına ve giallo türüne yaptığı benzersiz katkı, ilk günkü etkisini korumaktadır. Bava, İtalyan B Sineması’nın en büyük yönetmenlerinden biri (hatta bence en iyisi) olarak kalır.
Evet, Mario Bava’nın birçok filmine burun kıvıranlar, çeşitli (ve çoğu zaman haklı) sebeplerle ‘kötü’ olarak niteleyenler çıkacaktır ama en başta da belirttiğim gibi, ben ‘iyi çekilmiş kötü filmler’i de severim. Ben önereyim, meraklısı izlesin, kendisi karar versin. İşte, Mario Bava’nın birbirinden çok sevdiğim korku filmleri ve giallo’ları:
“Black Sunday” (La maschera del demonio, 1960)
İtalyan Korku Sineması’nın ilk önemli filmi Riccardo Freda’nın 1956 yılında üzerinde çalışmaya başladığı, 1957’de yılında tamamlayıp gösterime soktuğu “I vampiri” kabul edilir. Bu aynı zamanda ilk İtalyan vampir filmidir. Mario Bava, bu filmde Freda ile beraber çalışır, hatta bazı sahneleri Bava çeker. Bava’nın benzersiz gotik atmosferlerinde Freda etkisi yadsınamaz. Gotik korkuları seviyor musunuz? “Black Sunday”in (1960) açılışını izleyin yeter. Filmin devamını merak etmezseniz başka söyleyecek bir sözüm yok. Mario Bava’nın babası Eugenio Bava ile beraber tasarladığı maskeler, işkence aletleri gotik bir atmosfer yaratıyor. Hikaye zaten tüyler ürpertici. Açılış insanın kanını dondurmaya yetiyor. Film sert. Ve unutulmaz. “Black Sunday”, korku filmlerinin ağa babalarından…
“Black Sabbath” (I tre volti della paura, 1963)
“Black Sabbath” (1963) erken dönem korku üçlemelerinden. Her bir segment, edebiyattaki kısa korku hikayeleri tadında. Kısa, vurucu, etkili. Burada Bava’nın ekonomik yönetiminin ve farklı dönemlerde farklı coğrafyalarda geçen hikayelerin sahne tasarımındaki ustalığın altını çizmek lazım.
“Su Damlası” ve “Telefon” segmentlerinde olduğu gibi korku klişelerini koruyor, “Wurdalak” segmentinde olduğu gibi yeniliklere de imza atıyor. “Su Damlası” Çehov’dan, “Wurdalak” bölümü Tolstoy’dan uyarlama. Şahsi favorim, “Wurdalak” adlı vampirleri içeren bölümü.
“The Girl Who Knew Too Much” (La ragazza che sapeva troppo, 1963)
Birçok otoriteye göre giallo türünü doğuran, genel kurallarını belirleyen ve çerçevesini çizen film. Bava’nın “The Girl Who Knew Too Much” (1963) ve “Hatchet for the Honeymoon”unda (1970) Hitchcock etkisi çok belirgindir. Halüsinasyonların hikaye içindeki işlevi, sıradışı kamera açıları ve Freudyen okumaya müsait yapısıyla benzersiz bir tat bırakırlar. “The Girl Who Knew Too Much” (1963) hakkındaki ilk yazım 2005 tarihli, orada da belirttiğim gibi, bu filmde, sinema tarihinin en korkunç eceliyle karşılaşırsınız. Sıradan bir ölüm, siyah beyaz kontrastının olası tüm sınırlarını zorlayan bir sinematografiyle, dehşet verici bir kurgu içinde verilir. Unutulmaz bir sahnedir. “The Girl Who Knew Too Much”ın hikayesi, Argento’nun ilk giallosu “The Bird with the Crystal Plumage”ının (1970) da fikir babalığını yapar.
“Whip and the Body” (La frusta e il corpo, 1963)
“Whip and the Body” (1963) gelmiş geçmiş en tuhaf filmlerden biri. Sınırları zorlayan, sado-mazoşist bir yolculuk. Sürprizlerle dolu hikaye, 19. yüzyılda, bir Baltık ülkesinde geçiyor.
Bir Kont’un oğlu, yıllar evvel terk ettiği topraklara geri dönüyor. Girift, karanlık, hastalıklı aile ilişkilerini tersyüz ediyor. Christopher Lee değişik bir portre çiziyor. Filmde herşey var: Şiddet, cinsellik, intikam, aşk, korku, nefret ve cinayet. “Whip and the Body”; hem sınıfsal, hem Freudyen hem de feminist okumalara müsait yapısıyla çok özel bir korku filmi.
“Blood and Black Lace” (Sei donne per l’assassino, 1964)
Resim eğitimi alan Mario Bava’nın görsel anlamda en güzel, en yaratıcı filmlerinden biri. Aynı zamanda bir giallo başyapıtı. “Blood and Black Lace”te birbirinden yaratıcı ve korkutucu, tüyler ürpertici bir dizi cinayet işleniyor. Dünyanın hemen her ülkesinde bu filmdeki eksantrik cinayet sahnelerini kopyalayan en az bir film vardır. Kamera açıları, ışıklandırma ve renklendirme kusursuz. Heyecan dolu bir anlatım, müthiş bir kurgu, sürpriz üstüne sürpriz. “Blood and Black Lace”, giallo türünün açık ara en seçkin örneklerinden ve bilinen ilk slasher’lardan…
“Kill Baby Kill” (Operazione paura, 1966)
“Kill Baby Kill” (1966), gotik sinema seven izleyicilerin asla kaçırmaması gereken bir film. Filmin; bilim ve otoritenin yerini doğaüstü güçlerin aldığını gösteren etkileyici bir senaryosu var. Dengeler sürekli değişiyor ve sade ama şaşırtıcı bir senaryoyla finale doğru sürükleniyor. Bava; Corman ve Hammer gotiklerini birkaç adım daha ileriye götürmeyi başarıyor. Hem intikam temalı klasik bir hayalet filmi, hem büyücülerin kapıştığı gotik bir korku filmi.
“Bay of Blood” (Reazione a catena, 1971)
Açıkçası ben Mario Bava’nın “Hatchet for the Honeymoon” (1970) filmini giallo kapsamında değerlendirmiyorum. Konseptin biraz dışında duran bir filmdir. Daha çok Bava’nın “Psycho”sudur diyebiliriz.
Bava’nın aynı yıl çektiği “5 Dolls for an August Moon ” (5 bambole per la luna d’agosto, 1970) ise gayet güzel bir giallodur. Ama bana Mario Bava’nın giallo başyapıtını sorarsanız, cevabım “Bay of Blood” olacaktır. “Blood and Black Lace”in bir tık önündedir. “Bay of Blood”, hem güçlü bir kapitalizm eleştirisi, hem sıkı ve kanlı bir slasher filmi hem de görsel anlamda doyurucu, olgun bir sinema şaheseridir. Giallo türünün tepe noktalarından…
KAYNAKLAR
Tohill, Cathall ve Pete Tombs, “Avrupa Seks ve Korku Sineması”, 2005. Kabalcı Yayınevi, İstanbul.
Tombs, Pete, “Fantastik Filmler”, 2004. Kabalcı Yayınevi, İstanbul.