4 Kasım 1919’da New York City, Bronx’ta dünyaya gelen Martin Henry Balsam sinemaseverlerin görse hemen tanıyacağı ama adını hatırlamakta güçlük çekeceği aktörlerden. Onu bilmiyor olmanız imkânsız, çünkü Alfred Hitchcock’un o muhteşem Sapık (Psycho, 1960) filminde bıçaklandıktan sonra merdivenlerden düşen ve yerde göğsüne atılan hunharca darbelerle öldürülen Dedektif Milton Arbogast, Balsam’ın ta kendisidir. Ama dediğim gibi, Martin Balsam’ın adını ilk görüşte hatırlamanız güç. Tabii bunda Balsam’ın kendini hiçbir zaman ön plana çıkarmak istemeyişinin payı büyük.
Bu öyle bir aktör ki, kendisine başrol teklif edildiğinde, senaryoda daha ilginç bir yan karakter varsa -ekran süresi ne kadar kısa olursa olsun- onu canlandırmak isteyen, hatta bunda ısrar eden tuhaf bir aktör. Hayatı boyunca star olmaktan kaçınmış büyük bir aktörden bahsediyoruz. Broadway’de bir dönem (The Rose Tattoo, Camino Real) öyle bir fırtına estirmiş ki tiyatro eleştirmeni Earl Wilson ona efsanevi aktör John Barrymore’dan esinlenip “Bronx’lu Barrymore” lakabını takmış. O da tiyatroya hiç sırtını dönmemiş, muhteşem film rollerini sırf sahneye çıkamam diye reddetmiş, çok daha küçük TV filmi ve dizisi rollerini sahneye çıkmasına mâni olmadığı için kabul etmeyi gelenek hâline getirmiş biri. Sezon boyunca hem Broadway’de hem de off-Broadway’de oyunlar oynayan, bununla da kalmayıp yazları ayrı bir tiyatro kumpanyasıyla sahne alan tam bir tiyatro âşığı. Bütün bunlara rağmen, birazdan oynadığı filmleri saydığımda şaşıracağınıza eminim, zaten Oscar’lı ve Tony ödüllü bir aktörden bahsediyoruz.
Martin Balsam’ın lisenin tiyatro kulübünde başladığı yolculuk, çok geçmeden Manhattan’daki devrimci The New School’un tiyatro bölümüne katılmasıyla yeni bir aşamaya geçiyor ve 1941 yılında profesyonel oluyor. İkinci Dünya Savaşı’nda askere alınıyor, döndüğünde New York’taki Radio City Music Hall’da temizlikçi ve garson olarak işe giriyor. 1947 yılında, o sıralar Elia Kazan ve Lee Strasberg’in başında bulunduğu Actors Studio’ya giren Balsam, bir anda kendini devler liginde buluyor. Küçük rollerle başladığı tiyatro kariyerine 1950’lerden itibaren başroller oynayarak devam ediyor.
Balsam 246 bölümünde oynadığı Valiant Lady’den sonra bir daha asla uzun soluklu TV sözleşmesi yapmamaya yemin ediyor, yıllar sonra arkadaşı Carroll O’Connor’ı kırmadığı için bol ödüllü Archie Bunker’s Place’de 45 bölüm görev alana kadar da bu sözünü tutuyor. Sahneye çıkmasına engel olmadığı sürece televizyon dizilerinde konuk oyuncu olarak bir-iki bölüm oynamaya devam ediyor.
İlk başlarda sinemaya soğuk bakan bir aktör Balsam. 1944 yılındaki Winged Victory filminde figüranlık yaptıktan sonra, stüdyoda çekilen TV dizi ve filmlerinde rol almasına rağmen 10 yıl sinema setlerine dönmüyor. 1954’te Elia Kazan’ın Rıhtımlar Üstünde (On the Waterfront, 1954) filminde kısa bir gözükmüşlüğü var ama ilk kez dikkatleri üstüne çekmesine vesile olan film, üçüncü uzun metrajı olan, Sidney Lumet’in mahkeme draması şaheseri 12 Öfkeli Adam (12 Angry Men, 1957). Duygusal bir olay anlattığını zannederken sinema tarihinin en acımasız, en ruhsuz insanlarından birinin portresini çiziveren monoloğa imza atan 1 Numaralı Jüri rolünde Balsam’ı seyrediyoruz.
Aynı yıl Actors Studio’dan arkadaşı Karl Malden’in yönettiği Time Limit’te (1957) ilk büyük rolünü oynayan Balsam yavaştan sinemaya ısınmaya başlamıştır. Seher Yıldızı (Marjorie Morningstar, 1958), Paddy Chayevsky’nin kendi oyunundan senaryolaştırdığı Gece Yarısı (Middle of the Night, 1959) ve Rod Steiger’lı Al Capone’dan (1959) sonra ona göz aşinalığı kazandıran en önemli film çıkagelir: Psycho (1960).
Martin Balsam 1960’larda fırtına gibi eser. 1961’de Audrey Hepburn’lü klasik Breakfast at Tiffany’s’de (Çılgınlar Kraliçesi, 1961), ertesi yıl Gregory Peck ve Robert Mitchum’lu Cape Fear’da (Korkusuzlar, 1962) oynar. 1963 yılında ölene kadar karısı olacak olan üçüncü eşi Irene Miller’la evlenir. 1964’te John Frankenheimer’ın Soğuk Savaş klasiği Seven Days in May (Heyecanlı Günler) ve dev kadrolu Edward Dmytryk draması The Carpetbaggers (Korkunç İhtiras) filmlerinde rol alır. 1965 yılında The Bedford Incident (1965) ve A Thousand Clowns (1965) gibi iki sağlam filmde oynayan Balsam, A Thousand Clowns’taki rolüyle En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu dalında Oscar’a uzanır. Ama bu Balsam’ı şımartmaz.
Vittorio De Sica’nın Peter Sellers’lı komedisi Caccia alla volpe (After the Fox / Sevimli Mahkûm, 1966) ve Paul Newman’ın kovboy filmi Hombre’de (Asi Kabadayı, 1967) oynar. 1968 yılında Broadway’de sahnelenen “You Know I Can’t Hear You When the Water’s Running” adlı oyundaki rolüyle ABD’deki en prestijli tiyatro ödülü kabul edilen Tony’ye uzanır.
Frank Perry’nin yönettiği Trilogy (1969), Dustin Hoffman’ın döktürdüğü bol ödüllü Kızılderili filmi Little Big Man (Küçük Dev Adam, 1970), kült savaş klasiği Catch-22 (Madde 22, 1970), en çarpıcı Pearl Harbor filmlerinden Tora! Tora! Tora! (1970) ve kimsenin benim kadar beğenmediği Sidney Lumet macerası The Anderson Tapes (Korkunç Soygun, 1971) ile yoluna bomba gibi devam eder.
1972 yılında Martin Balsam’ın hayatını değiştirecek olan film çıkagelir. Quién sabe? (İstiklal Fedailer, 1967) adlı westernle haklı bir şöhret elde eden yönetmen Damiano Damiani, Avrupa suç sineması (Eurocrime) alt türünde çekeceği Confessione di un commissario di polizia al procuratore della repubblica (Confessions of a Police Captain, 1971) adlı film için Ben Gazzara’ya teklif götürür. Gazzara teklifi geri çevrince rol Balsam’a gider. Film acayip gişe yapar ve zaten bir İtalya âşığı olan Balsam’a bu güzel ülkede ikinci bir sinema kariyeri yapma imkânı verir, yıllar sonra İtalya’da ölecektir.
Martin Balsam İtalya’da Il vero e il falso (1972) ve Imputazione di omicidio per uno studente (1972) adında iki güzel suç filminde daha oynar. Anayurdunda da işler yolunda gidiyordur. Bir yandan Charles Bronson’lu The Stone Killer (Taş Yürekli Katil, 1973) ve heyecan dolu The Taking of Pelham One Two Three (Korkunç Soygun, 1974) gibi filmler çekerken, bir yandan da Summer Wishes, Winter Dreams (1973) ve Murder on the Orient Express (Şark Ekspresinde Cinayet, 1974) gibi hayli prestijli, bol ödüllü filmlerde boy göstermeye devam eder.
Cipolla Colt (1975) gibi düşük bütçeli Avrupa filmleriyle All the President’s Men (Başkanın Bütün Adamları, 1976) gibi sükseli Hollywood filmleri peşi sıra gidiyordur. Balsam her seferinde farklı bir karaktere can verip, son derece renkli bir filmografi inşa etmeye başlamıştır. Farklı türlere de sıçramaya başlar. The Exorcist (1973) sonrası dönemin öne çıkan korkularından The Sentinel (1977), Balsam’ın rol aldığı ilginç filmlerden biridir. Bu arada tiyatroya devam ediyordur. 1977 yılında Cold Storage adlı oyundaki rolüyle Obie ödülünü kazanır.
Martin Balsam 1970’lerin ikinci yarısından itibaren TV filmlerinde çok daha dikkat çekici işler ortaya koymasına rağmen sinemada biraz geri planda kalmaya başlar. Bu tarihten itibaren rol aldığı TV filmleri içinde Peter Finch ve Charles Bronson’ı bir araya getiren Raid on Entebbe (Entebbe Baskını, 1976), Siege (1978), Nazi Kasabı Adolf Eichmann’ın yakalanmasını anlatan The House on Garibaldi Street (1979), Aunt Mary (Mary Teyze, 1979), I Want to Live (1983) ve Second Serve’ün (1986) öne çıktığını söyleyebiliriz. Sinemaya asla ara vermez.
Martin Balsam 1980’lerde Death Wish 3 (Öldürme Arzusu 3, 1985) ve The Delta Force (Zafer Topu, 1986) gibi kült filmlerde yer alır. Dario Argento ve George A. Romero’yu birer filmle bir araya getiren Due occhi diabolici (Ölümün Gözleri, 1990) antolojisinde Argento’nun yönettiği Edgar Allan Poe uyarlaması The Black Cat’te (Kara Kedi) rol alır. Martin Scorsese’nin Cape Fear yeniden çevrimi Korku Burnu’nda (1991) ilk filmde polis müdürünü oynayan Balsam’a yargıç rolü düşer.
Martin Balsam son 30 yılının önemli bir bölümünü 1970’lerde bir star olarak görülmeye başlandığı İtalya’da geçirmeye başlar ve 13 Şubat 1996’da Roma’daki bir otel odasında hayatını kaybeder. Öldüğünde 76 yaşındadır. Sahnede, televizyonda ve sinemada canlandırdığı yüzlerce karakterle arşivlerdeki ve belleklerdeki yerini alır. Actors Studio’da yıllarca ders veren, bir dönem Actors Studio’un yöneticisi olarak da görev alan Martin Balsam’ın aktris Joyce Van Patten’dan olan kızı Talia Balsam da bilindik bir oyuncudur, ilk eşi George Clooney, şimdiki eşiyse Mad Men dizisinden rol arkadaşı John Slattery’dir.
Şimdi size Martin Balsam’ın rol aldığı filmlerden bir seçki sunacağım. Martin Balsam’ın izleyemediğime en çok üzüldüğüm filmi Siege’dir ama başka bir TV filmini buraya ilave ediyorum. Aşağıdaki filmleri izleyip beğendiklerim arasından seçecek, listeyi kısa tutmak için etkileyici bir rolde gözükmediği iyi filmleri eleyeceğim. Aynı şekilde, başka bir seçkide yer verdiğim ya da vermeyi düşündüğüm (Seven Days in May, Al Capone, Little Big Man, Murder on the Orient Express gibi) bazı filmleri de eleyeceğim. Şimdiden iyi seyirler…
12 Angry Men (12 Öfkeli Adam, 1957)
“Sinema tarihinin en vicdanlı filmlerinden biri” şeklinde tarif edebileceğim kusursuz bir başyapıt. Savcıyı ve sanık avukatını hiç duymadığımız son derece özgün bir mahkeme draması. “Makul Şüphe” kavramının ne kadar önemli ve hayati olduğunun altını çizen bir insan hakları dersi. Tüm zamanların en iyi filmlerinden biri. Başta yönetmen Sidney Lumet olmak üzere tüm film ekibi, kariyerinin en iyi işlerinden birini ortaya koyuyor, bütün aktörler ve tabii ki Martin Balsam da öyle.
Psycho (Sapık, 1960)
Alfred Hitchcock’un Sapık filminin en ilginç özelliklerinden biri, ana karakter olduğunu zannettiğimiz iki ayrı kişiyi de kısa bir süre içinde öldürüp bizi ters köşe yapmasıdır. Duş sahnesi inanılmaz meşhur olduğu için Martin Balsam’ın canlandırdığı Dedektif Arbogast’ın ölümü ikinci plana atılır ama en az ilk cinayet kadar tüyler ürpertici bir sahnedir bu. Bunu da merdivenleri çıkana kadar dedektife olan inancımızı diri tutmayı başaran Balsam’a borçludur.
Breakfast at Tiffany’s (Çılgınlar Kraliçesi, 1961)
Blake Edwards’ın yönettiği Breakfast at Tiffany’s kült bir film ve elbette bu filmin %99’u Holly Golightly rolünde unutulmaz bir performans çizen Audrey Hepburn. Evet, Martin Balsam’ın rolü kısa ama ne rol! Martin Balsam O.J. Berman rolünde harikalar yaratmakla kalmıyor, izleyenlerin de kalbini çalıyor. Bu filmi izleyip de onun karakterini unutan görmedim.
The Carpetbaggers (Korkunç İhtiras, 1964)
Edward Dmytryk’in bu draması aslında çok tuttuğum bir film değil; George Peppard, Howard Hughes’ü andıran birini oynuyor ama inandırıcılıktan uzak hâl ve tavırları giderek bir karikatüre dönüşüyor. Ancak Balsam buradaki rolüyle National Board of Review’den (NBR) En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu ödülü kazandı, bu da Oscar adaylığına giden görünürlüğü sağladı.
A Thousand Clowns (1965)
“Velayeti kaybetme riski filmlerinin” kralı. Filmin uyarlandığı Herb Gardner oyunu, gelmiş geçmiş en iyi oyunlardan biri kabul ediliyor. Martin Balsam’a Akademi Ödülü’nü kazandıran rol bu filmde. Jason Robards da olağanüstü oynuyor.
After the Fox (Caccia alla volpe / Sevimli Mahkûm, 1966)
Vittorio De Sica’nın yönettiği Peter Sellers’ın döktürdüğü acayip matrak bir film. Neil Simon’ın ilk senaryosu. Sellers bariz bir şekilde Federico Fellini’yle dalga geçiyor. Balsam’ın sahneleri de çok komik. Böyle bir şeyi nadiren söylerim ama Sevimli Mahkûm’un filmi daha da komik yapan olağanüstü bir Türkçe dublajı vardır.
Catch-22 (Madde 22, 1970)
Joseph Heller’ın filme kaynak teşkil eden eseri bugün bir klasik kabul ediliyor, Mike Nichols’ın uyarlaması da hiç fena değil. Aslında Martin Balsam, Stacy Keach kovulduğu için bu role çağrılmış ama hiç sırıtmıyor. Kadro zaten şampiyonlar ligi gibi: Alan Arkin, Art Garfunkel, Bob Newhart, Anthony Perkins, Bob Balaban, Charles Grodin, Martin Sheen, Jon Voight, Orson Welles…
Tora! Tora! Tora! (1970)
Akira Kurosawa’nın kovulduğu film olarak bilinen Tora! Tora! Tora!, muhtemelen en meşhur Pearl Harbor filmlerinden biri, belki de en meşhuru. Geniş bütçeli çarpıcı bir savaş filmi. Martin Balsam da Amiral Kimmel rolünde güçlü bir performans ortaya koyuyor.
The Anderson Tapes (Korkunç Soygun, 1971)
Kim ne derse desin, ben Korkunç Soygun filmini seviyorum. Sidney Lumet bile sevmiyor ama ben seviyorum. Sean Connery filmi alıp götürüyor, ayrıca gerilim duygusu her daim yüksek. Karmaşık bir soygun planının hayata geçirilişini izlediğimiz The Anderson Tapes, Christopher Walken’ın da ilk sinema filmi.
Confessione di un commissario di polizia al procuratore della repubblica (Confessions of a Police Captain, 1971)
Martin Balsam Ben Gazzara’ya bu filmdeki rolü geri çevirdiği için şahsen teşekkür etmiş. Balsam’ın yılın bir bölümünü İtalya’da geçirmesini sağlayacak projelere giden yolu döşeyen film. Damiano Damiani’nin Confessions of a Police Captain’ı İtalya mafyasının ahtapota benzeyen kollarının nerelere uzandığına dair ciddi bir uyarı filmi.
Summer Wishes, Winter Dreams (1973)
Joanne Woodward’ın sinir krizinin eşiğindeki bir kadın rolünde oyunculuk gövde gösterisi yaptığı film, aynı zamanda Martin Balsam’a Yardımcı Erkek Oyuncu dalında Altın Küre adaylığı getirdi. Balsam’ın ne kadar güçlü bir dram aktörü olduğunu görmeniz için birebir.
The Taking of Pelham One Two Three (Korkunç Soygun, 1974)
İşte Quentin Tarantino’nun en sevdiği filmlerden biri, hatta o kadar çok seviyor ki Rezervuar Köpekleri’ndeki suçluların bir renkle adlandırılmaları fikrini aldığı film bu. Walter Matthau, Robert Shaw ve Martin Balsam… Üçü de müthiş.
Raid on Entebbe (Entebbe Baskını, 1976)
Irvin Kershner’in aksiyon filmlerini genel olarak severim. İsrailli komandoların kaçırılan yolcuları kurtarmak için Uganda’da düzenlediği kanlı operasyonu anlatan Entebbe Baskını teknik açıdan da iyi bir film. Charles Bronson, Martin Balsam, Peter Finch, John Saxon ve İdi Amin rolünde Yaphet Kotto… Herkes dört dörtlük. Aman diyeyim, Balsam’a En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu dalında Prime Time Emmy adaylığı getiren bu güzel filmin kesilmiş bir versiyonunu seyretmeyin, 145 dakikalık versiyonu bulun.
Öteki Sinema için yazan: Ertan Tunç