Mavi Notalarla Yazılmış Bir Aşk Şiiri: La La Land (2016)

8 Ocak 2017

Bu yıl, hepimiz için zor bir seneydi. Ülkece yaşadığımız kayıplar, felaketler, toplumsal olaylar derken pek çok üzüntü yaşadık. Şimdi yeni yılı, biraz yorgun, biraz hüzünlü fakat hiç kaybetmediğimiz umudumuzla karşılıyoruz. Çünkü her şeye rağmen 2016 bizi, sinemanın hemen her türünde fevkalade eserlerle buluşturdu ve en azından bir parça mutluluk hakkı tanıdı. Le Tout Nouveau Testament, Arrival, Frantz, Nocturnal Animals ve son olarak La La Land… Evet, 2016’nın bize son sürprizi bu hafta gösterime giren La La Land şahanesi…

La La Land’i izledikten sonra fark ettim ki, sinemada pür romantizm izlemeyeli ne kadar uzun zaman olmuş. Her hafta karşılaştığımız, çoğu yerli, yavan aşk hikâyelerinden sonra bu denli sinemaya âşık bir filmi izlemek yılın soğuk günlerinde içimizi ısıttı, kalbimize mutluluk verdi. Mevsimler boyu ilerleyen hikâyesiyle, beş mevsimi birden yaşattı bizlere. Başkarakterleri Mia (Emma Stone) ve Sebastian (Ryan Gosling) ile birlikte kışında hüzünlendirdi, baharında heyecanlandırıp, yazında eğlendirdi. Birbirlerini tanıdıkları mevsimin kış olması boşuna değildi; olağanca karamsarlıklarına inat, aşklarıyla getirdiler ilkbaharı, ilk tartışmalarıyla sonbahar oldu kalplerinde…

blank

Bir aşkın “beş mevsimiydi” La La Land… Ancak bu salt kişilerin birbirine duyduğu aşkın çok ötesindeydi. Kimi zaman mesleğimize, kimi zaman müziğe, kimi zaman da sinemaya hissedilen bir aşktı. Mia ve Sebastian’ın aşkları, aşklarının mevsimleri tam da bu sebeple hem sinemanın ilk dönemlerine duyduğumuz özlemi dindirdi, hem de “hangi aşk”ın daha mühim olduğunu sorgulattı. Sahi, aşk neydi? Asya’yla İlyas’ınki gibi emek mi yoksa Mia ile Sebastian’ınki gibi hayaller mi?

Whiplash (2014) ile tanıdığımız Damien Chazelle, aslında ilk filmi Guy and Madeline on a Park Bench (2009) ile müzikle olan yolculuğunu öykülemeye başlamıştı. Fakat La La Land’de yalnızca müzikten, meslek sevgisinden, kariyer hedeflerinden, hırslardan, tutkudan bahsetmiyor; bunların yanına müthiş bir sinema sevgisi de ekliyor. Çünkü aslında anlatmak istediği “sinema”. Caz aşığı Sebastian ve oyuncu Mia ile film setlerinin tam ortasında, müzik ve filmin büyük aşklarını anlatıyor bize yönetmen. Biri müziği, biri filmi temsil eden karakterleriyle sinemaya, müzikal tercihiyle de onun ilk dönemlerine mavi notalarla bir aşk şiiri yazıyor. La La Land’in, afişinin ve genel renk skalasının mavi olması da “mavi notalara” aşkından yine…

blank

Sinemanın müzikal çağlarına özlemini dile getirirken, modern müzikallere referans veren bir açılış sekansıyla başlatıyor ve her sahnede biraz daha nostalji dozunu arttırıyor. Greasevari  (1978) bir girişten, ilk danslarında sergiledikleri Fred Astaire – Ginger Rogers halleriyle Hollywood’un müzikallerinde tarihi bir yolculuğa çıkarıyor. Afişte de boy göstererek ikonikleşen ilk dansları büyüleyici fakat Griffith Gözlemevi’nde yaptıkları vals ve yaratılan atmosfer tam manasıyla bir “rüya”ydı. Kimsenin uyanmak istemediği, izleyen herkesi yıldızların arasında hissettiren bir hayal…

Bu yüzden finalde tek bir sonla uğurlamıyor izleyicisini La La Land. Sonsuz aşkın tarifine uygun biçimde, son’suz bırakıyor. Sebastian’ın çaldığı notalar kulağımızda, sinemaya yeniden, yeniden âşık oluyoruz.

La La Land şüphesiz Damien Chazelle’in en iyi filmi, Ryan Gosling ve Emma Stone’un ise en etkileyici performansları… Fakat ondan da öte son yılların en romantik düşü… Senenin bu son hediyesini kaçırmayın. Mutlu ve sinema dolu bir yıl olsun!

Başak Bıçak – basakbicak@gmail.com

blank

Başak Bıçak

1987 yılında İzmir'de doğdu. İzmir Özel Tevfik Fikret Lisesi ve Dokuz Eylül Üniversitesi Tarih bölümünden mezun olduktan sonra Türkiye Cumhuriyeti Tarihi üzerine yüksek lisans yaptı. Bilhassa Fransız Devrimi olmak üzere Avrupa Tarihi üzerine uzmanlaştı.

Sinema özel tutkusu ve 2012 yılından bu yana filmler üzerine yazılar yazıyor. Akşam Gazetesi, Film Arası Dergisi ve Cinedergi yazarı... Dans, seyahat, fotoğraf ve şarap meraklısı...

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

blank

Öteki'den Haber Al

Buna da Bir Bak!

blank

Sherlock Holmes: A Game of Shadows (2011)

Sherlock Holmes’dan James Bond benzeri bir erken dönem İngiliz aksiyon
blank

Passion (2012)

Negatif yönleri olsa da usta yönetmenin elinden çıkmış bu entrika