Masum Değiliz Hiçbirimiz!
Sabahın erken saatlerinde karısının doğurmak üzere olduğunu haber alan komiser Sergey Sobolev, yatağından kalkıp arabasına biner ve hastaneye doğru yola çıkar. Yoğun kar yağışından buzlanmış yola aldırmadan süratini arttırır. Bir otobüs durağının önündeki yaya geçidinden karşıya geçmekte olan küçük bir çocuğu görür ama duramaz ve çocuğa çarpıp öldürür. Ne yapacağını bilemeyen Sobolev, yolun kenarındaki anneyi arabasına kilitler ve mesai arkadaşları Pavel Korshunov ile Anatoly Merkulov’u arar. Olay yerine gelen arkadaşları ile beraber kazanın üzerini örtmeye karar verirler.
Mayor, 1981 doğumlu Rus sinemacı Yuriy Bykov’un izlediğim ilk filmi ama son olmayacak, diğer filmleri Zhit (2010) ve Durak’ı (2014) da ilk fırsatta izleyeceğim. Şunu en baştan söyleyelim; Mayor, son zamanlarda izlediklerim arasında, derdini en kısa yoldan dosdoğru anlatan, basit ama her sahnesiyle dolu dolu bir film.
Geçtiğimiz sene 33. İstanbul Film Festivali’nin Yeni Bir Bakış bölümünde de gösterilen Mayor, acı bir trafik kazası sonrası basit gibi görünen bir ikilem ile başlıyor. Sobolev, yüzde yüz hatalı olduğu bir trafik kazası sonucu bir çocuğun ölümüne sebebiyet verir. Önünde iki seçenek vardır; ya kendini, korumakla yükümlü olduğu hukuk sistemine teslim edip gerekli olan cezayı alacaktır ya da devletin kendine verdiği yetkileri lehine kullanarak herhangi bir ceza almadan günlük yaşamına devam edecektir. İş arkadaşlarının baskısı ve amirinin kesin direktifleri ile kafası bulanan Sobolev, kazanın üzerini örtmeye razı olur. Etrafındaki herkes olayın doğal akışı buymuş gibi suçu örtbas etmeye yardımcı olurken Sobolev derin bir vicdan muhasebesine girişir.
Senaryoyu da yazan Bykov, aralara herhangi bir süslemeye ihtiyaç duymayan, derdini direkt anlatan öyle diyaloglar yerleştirmiş ki etkilenmemek mümkün değil. Sobolev göstermelik olarak nezarethanede kalırken, Korshunov evrak işlerini halledip mesai arkadaşının yanına gelir. İşlemleri tamamladığının müjdesini verecektir ama Sobolev huzursuzdur, birbirlerine bağırarak tartışmaya başlarlar. O sırada aynı odada uyumaya çalışan basit bir suçlu olması muhtemel biri uyanarak aslında karmaşıkmış gibi görünen dilemmaya açıklık getirir: “Beyler, kesin sesinizi! Başımı ağrıtıyorsunuz. Burası mahkeme salonu değil! Suçlu isen, hapishanede kal. Eğer değilsen, hayatına geri dön. Hapishaneye gitmek ülkemizde zor değil. Eğer çocuğu hala görüyorsan, o zaman uyu! Belki geçer.”
Sobolev ve Korshunov, çoktan çürümüş olan sisteme isteseler de istemeseler de kalın zincirlerle sıkı sıkıya bağlı iki memurdur. Karakol binasını gördüğümüz andan itibaren her sahnede çürümenin ve kokuşmuşluğun izlerine fazlasıyla rastlarız. Karakol binasının fiziksel durumu, polis memurlarının amirleriyle ya da karakolda bulunan şüphelilerle diyalogları, Korshunov’un ölen çocuğun anne ve babası ile girdiği işkence üzerinden yürüyen imza pazarlığı, sistemin bütünüyle çürüyüp yok olduğunun altını kalınca çizer. Böyle bir ortamda vicdan sahibi olmayı başarmak mümkün görünmemektedir. Sobolev gibi bu gidişe dur demeyi deneyenler ise hem kendilerini, hem de etrafındakileri büyük bir ateşin içine atmayı göze almak zorundadır. Sistem, eski çürümüş düzen(sizliğ)ine geri dönebilmek için önüne çıkan herkesi ve her şeyi yutmaya hazır hantal ama kararlı bir makine gibidir.
Merkulov’un evinde geçen sahnede Sobolev, Merkulov ve ölen çocuğun annesi, izleyiciyi de tartışmanın içine davet eden (ve belki de umuda dair ne varsa yok eden) bir diyaloğa girer:
[box type=”shadow” align=”aligncenter” class=”” width=””]
Anne: “Ne tür bir insansın lan sen? Kendinle nasıl bu kadar barışıksın?”
Merkulov: “Senin yaptığın gibi. Senin kocan çocuğa çarpsaydı, polise gider miydin?”
–Sessizlik-
Merkulov: “Al işte! Hepimiz aynıyız. Ondan dolayı kapat çeneni.” [/box]
Rusya Kültür Bakanı Medinsky’nin artık Rusya’yı kötü gösteren filmleri desteklemeyeceklerini açıklamasının ardından önemli bir finans kaynağını kaybeden Yuriy Bykov, verdiği röportajlardan birinde bunun kendisine engel olmayacağını ve toplumun sesini duyurmayı amaçlayan bağımsız filmler yapmaya devam edeceğini söylemişti. Aynı röportajda kendi sinema anlayışına dair ipuçları barındıran şu sözler de Bykov’a ait: “Somut meseleler daha çok ilgimi çekiyor. Bazıları beni işin sanat kısmına çok eğilmemekle suçlayabilir ama benim çalışma şeklim bu. İşçi sınıfından oluşan bir çevrede büyüdüm ve beni işçilerin problemleri, entelektüellerin haklarına uygulanan baskılardan daha çok ilgilendiriyor. Tarkovsy’ye hayran değilim. Yaptığı iyi filmleri takdir ediyorum ama ben basit bir adamım, metaforları benim için fazla zor. Bir filmini asla ikinci kere izlemem. 1970’lerin Amerikan Sineması’na derin bir hayranlık besliyorum, özellikle Sidney Lumet’in işlerine. Dog Day Afternoon, benim için hala güçlü ve düşüncelerini açıkça ifade eden bir film. John Carpenter da hayran olduğum yönetmenlerden. Kariyeri tam olarak umduğu gibi şekillenmemiş olabilir ama erken dönem filmlerinin her biri, bağımsız film yapmanın simgesi gibi. İtiraf etmeliyim ki çoğunlukla filmlerimi izlemeyen kitleler hakkında filmler yapıyorum.”
Yuriy Bykov’un yazdığı, yönettiği, müziklerini bestelediği ve Korshunov rolünde oynadığı Mayor, sabahın erken saatlerinde altı yedi yaşlarında bir çocuğun ölümüne sebep olan bir komiserin, aynı günün akşamına kadar yaşadıklarını anlatıyor. Ufacık bir umut kırıntısı bile barındırmayan Mayor, kasvetli ve bütünüyle karanlık bir film. Ama işin garibi ülkemiz dahil olmak üzere dünya üzerindeki hemen bütün ülkelerde bir benzerini kolaylıkla tespit edebileceğimiz, kanıksanmış bir gerçekliğin kurgusundan ibaret. Fırsat bulursanız mutlaka izleyin.
Öteki Sinema için yazan: Murat Kızılca