2010’ların yeni trendi gençlik bilimkurguları oldu, buna şüphe yok. Neden böyle bir akımın içindeyiz, niye zaten bilimkurgu sinemasıyla içli dışlı genç seyircileri bir de bu tür filmlerle tavlamaya çalışıyorlar, inanın çok anlayamıyorum.

Öte yandan çok anlamam da gerekmez, arada kendini gösteren iyi işlerden keyif almaya bakmak belki de en iyisi. Bir süredir gerek ilginç adı, gerekse seyredene adrenalin pompalatan fragmanı ile gündemde yer edinmiş The Maze Runner, işte bu gençlik bilimkurgularının en taze örneklerinden. IMDB’de an itibariyle elinde bulundurduğu hayli yüksek puanı (7.6) karşılamasa da bu çiçeği burnunda yeni serinin pek çok bilimkurgu-aksiyon meraklısını tatmin edeceği rahatlıkla söylenebilir.

The Maze Runner hiçbir girizgahla uğraşmadan, bodoslama konuya giren filmlerden. Hafızasını tamamen yitirmiş genç kahramanımız (kısa zamanda adının Thomas olduğu öğreniyoruz) kendini devasa bir asansörün içinde bularak uyanır. Asansör bir sürü erzak ve araç gereçle beraber onu yemyeşil bir alanın ortasına çıkarır. Thomas’ı alanda kendi gibi bir dolu genç erkek karşılar. “Kayran” adı verilen bu mekan oldukça yüksek duvarlarla dört bir yanı çevrelenmiş geniş bir arazidir. “Kutu” adı verilen asansör Kayran’a her ay düzenli olarak erzak ve bir adet de erkek mahkum taşımaktadır. Buraya gelen mahkumların hepsinin ortak özellikleri ise erkek olmaları ve geçmişlerini hatırlamamalarıdır. Mahkumlar bir süre sonra Kayran’da kendilerini idame ettirecek hale gelmiş, iş kollarına ayrılarak bu yeşil hapishaneyi sahte bir cennet haline büründürmüşlerdir. Kayran bir hapishanedir ve her hapishane mahkumunda kaçıp kurtulma hissi doğurur. Kaçmak isteyenin ise yapabileceği tek şey vardır; hapishanenin girişindeki dev geçiti izleyerek kendini devasa bir labirentin içine atmak. Kahramanımız Thomas da işte tam bunu yapacak yapıda bir asi ruhtur.

03

Yazar James Dashner’in 2009 yılında yayınlanan aynı adlı kitabından uyarlanan The Maze Runner’ı, ortalama yetenekte bir Lost hayranının gaza gelip Woodkid’in Run Boy Run şarkısı eşliğinde bir gençlik bilimkurgusu yaratma çabası olarak özetleyebilirim. Cümlemdeki “ortalama yetenek” ibaresi beklentilerinizi düşürmesin, ben filmden gayet zevk aldım. The Maze Runner gerek gizem gerekse aksiyon ihtiyacını yerinde doyuran, sürükleyicilik konusunda sıkıntı yaşamayan bir film. Filmin tek ciddi problemi ise bundan fazlası olmaması. Türün bayrağını gururla taşıyan The Hunger Games gibi çok katmanlı okumalara açık, tekrar seyredilesi bir film bekliyorsanız The Maze Runner size bunu vermeyecektir. Ne var ki 113 dakikalık süresinde de sizi asla sıkıntıya sokmayacaktır. Hatta filmin görece kısır bir konuyu (bir sürü çocuğun dev bir labirentte koşturması) neredeyse iki saate yayacak kadar karakterle ve olayla süsleyebilmesine bile şaşırdım diyebilirim.  Film en büyük takdirimi ise neden eklendiğini anlamadığım Theresa karakterinin üzerinden ucuz romantizme gitmemesi ile kazandı. Ancak bu joker kartını şüphesiz devam filmlerine saklıyorlar.

15175426126_e9fe76922e_zAslında The Maze Runner’ı iyi bir aksiyon ama vasat bir film noktasına çeken bir büyük sıkıntı da kafalardaki bu devam filmi saplantısı. Film bir sürü bilinmezle karşımıza çıkıyor, bir dolu ana ve yan karakter ekledikçe ekliyor, ardından bunları bir şekilde harmanlıyor, sonra da “tamam, tatmin olmadığınız kısımlar var, ama biz devam filminde her şeyi açıklığa kavuşturacağız” tarzı bir noktaya geliyor. The Maze Runner’ın son on dakikası hikayesini bir şekilde bir sonuca ulaştırıyor; ancak bu sonun tek başına kimseyi tatmin etmeyeceği aşikar. Kapanış jeneriği girdiğinde elimizde bir dolu “esrarengiz büyük plan” ve her şeyin aslında bir amaç için gerçekleştiğine dair, yoğun determinist bir söylemden fazlası kalmıyor. Bu determizmin Lost’taki kadar yoğun ve seyirciyi paranoyaya hapseden cinsten olmadığını söyleyip içinizi ferahlatabilirim. Gene de şurası bir gerçek ki, devam filminin çekileceği kesinleşmeseydi The Maze Runner bu haliyle asla yeterli olmazdı.

Tüm bunlara rağmen filmin hem atmosferinden hem de aksiyon konusundaki cömertliğinden büyük keyif aldığımı tekrardan belirtmek isterim. Şu haliyle The Maze Runner seyircisinde serinin kitaplarını alma hissi uyandıracak bir heyecan yaratır mı bilemem (bu tarz bilimkurguları okumakla çok ilgilenmiyorum) ama kendisine ayrılan iki saatin hakkını vereceği kesin. Benzer pek çok filmde olduğu gibi The Maze Runner’da da bazı mantık hatalarını hoş görür, bir de filmin finaline çok bel bağlamazsanız eğlenmemeniz için hiçbir sebep yok.

Film bittikten sonra Run Boy Run dinleme aşkınız kabaracak, ona şüpheniz olmasın…

Öteki Sinema için yazan: Yigilante Kocagöz

blank

Misafir Koltuğu

Öteki Sinema ekibine henüz katılmamış ya da başka sitelerde yazan dostlarımız her fırsatta harika yazılarla sitemize destek veriyor. Size de okuması ve paylaşması kalıyor...

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

blank

Öteki'den Haber Al

Buna da Bir Bak!

blank

John Carpenter’s They Live (1988)

They Live; hem yapım tarihi, hem yapısı, hem de konusuyla

Doomsday (2008)

30 milyon dolar bütçeli Doomsday insanın elindeki her şeyi kumarda