Bir Annenin Aşk Adına Giriştiği Şiddetli İntikam
Yazı ve gösteri dünyasının temellerini oluşturan antik yunan tragedyaları insan doğasının vicdan, aşk, nefret gibi ruhsal öğeleriyle evrensel, zamanın toplumsal özelliklerini vurgulamalarıyla da yerel özellikler gösteren önemli saptamaları ile sanatın birçok alanına esin kaynağı ve kimileyin psikososyal bilimlerin de çalışma alanı olmuşlardır. Bu tragedyalardan, sonraları dramanın tüm türleri ürerler ve mesela Shakespeare’de Macbeth olarak yeniden hayat bulurlar. Bunların içerisinde en çok bilineni, son derece etkileyici ve trajik olanı bana göre Sofokles’in Kral Odip adlı eseridir. Her ne kadar başka bir yazı konusu olsa da Kral Ödip’ten şöylece bir bahsedip asıl konumuza doğru kanatlanalım. Odip’in fazlaca bilinmesinde, deyim yerindeyse popüler olmasında psikiyatrinin ve Freud’un önemli bir yeri vardır. Çünkü, “kaderine karşı” bir koşu içinde olan Odip, kahinlerin söylediği gibi alınyazısından kaçamaz ve babasını katleder, öldürmüş olduğunu bilmediği babasının yerine geçer, tanımadığı annesiyle evlendirilir ve ondan çocuk sahibi olur.
Kralı olduğu kent bir veba salgını ile eriyip biterken bunun sebebinin kendinden kaynaklanan bir lanet olduğunu öğrenir, olayların üzerine gittiğinde her şey gün yüzüne çıkar; annesi de onu bilmiştir, kendisini asar. Odip, annesini bulduğunda kahrolur ve hemen o anda gözlerini oyarak kör olur. Bu tragedya, dramatik yapısı ve etkileyici kişileri yanında, eski ve yeni tüm toplumların cinsel kültürleriyle bağdaşmayan anne-erkek çocuk arasındaki lanetli ilişkiye değinmesi nedeniyle de önemlidir, ancak ve nedense babasını katleden çocuk veya çocuğunu öldürmeye teşebbüs eden (infantisid) tarafları fazla da irdelenme miştir. Sonuçta, Freud ile psiko(pato)lojik terminolojide ensest ilişkiler bölümünde Odip kompleksi adıyla yer alır.
Hemen hemen aynı döneme denk gelen bir zaman diliminde yazılarak günümüze ulaşan diğer önemli bir eser de karmaşık ilişkilerin, tutkulu insanların anlatıldığı, Büyücü Medea’nın intikamın doruğuna ulaştığı bir başka tutku, aşk ve iktidar öyküsüdür. Euripides‘in bu kanlı öyküsünde; Colchis’in akıllı ve güzel, yetkin büyü gücüne sahip prensesi Medea‘yı tanırız önce. Ardından güç adına Altın Boynuzu çalmak için Colchis’e gelen Argonotların lideri yakışıklı ve güçlü Jason‘la karşılaşırız. Altın boynuzu almak için çok uğraşan Jason, zaman içerisinde Medea’nın kendisine aşık olmasıyla bu isteğine kolayca kavuşur. iki aşık altın boynuzla kaçarlarken, Medea, yanlarına aldıkları erkek kardeşi Absirtis’i öldürerek parçalara ayırır ve peşlerine düşmüş olan kral babasının askerlerinin bu parçaları toplayarak vakit kaybetmesi sonucunda paçayı sıyırarak Argo’ya ulaşır ve lolcus’a yola çıkarlar.
Kaderin çizdiği yol sonucunda Medea ve Jason, Corinth’e yerleşirler, burada Medea aşkına iki erkek çocuk verir. Birlikte mutlu giden hayatları, Corinth kralı Kreon‘un iktidarını güçlü Jason’a bırakmak istemesi ve bu nedenle kızı Glauce ile evlendirmek istemesi sonucunda artık karanlık bir yola girmek üzeredir. Jason, hala Medea’yı sevdiğini ancak Kent krallığın devamı ve çocuklarının geleceği için bu öneriyi geri çevirmeyeceğini söyler, bu daha önceden tutkuları için kolayca katil olabileceğini gösteren Medea’nın tekrar karanlık ve lanetli, kanlı bir yola girmesine neden olacaktır. Medea’nın ruhundaki kötülük tetiklenmiştir.
Düğün günü Glauce’ye güya çeyiz olarak bir urba gönderir, Glauce, büyük bir saflık ve iyi niyetle elbiseyi giyer ve çok kısa bir süre sonra elbiseden kaynaklanan bir zehirle acılar içerisinde ölür. Kral babası duygusal Kreon, kızının ölümüyle çılgına döner, kendini kaybeder ve yüksekten düşerek ölür. Medea’nın derin bir nefrete dönüşen aşkı (ki, bir yerde şöyle seslenir Jason’a: Ben, güzel ve varlıklı Medea, senin için Jason, doğduğum toprakları terk ettim; ben, Jason, senin için öz kardeşimi katlettim, ben, kral babamı acılar içerisinde koyarak sana kaçtım. Sebebi ne olursa olsun beni böylece bırakmanı hak etmiyorum). Vicdanını yok eden, içindeki tüm karanlıklar harekete geçmiş olan Medea’nın ruhu ölümlere doymaz, Jason’a daha fazla acı vermek için iki erkek çocuğunu birden kendisi de acılar içerisinde kıvranırken, boğarak katleder ve cesetlerini Jason’ın önüne koyar. Ve ilginçtir, tüm bu ölümlerden sonra yaşamına devam etmek üzere Atina kralı, Aegeus‘a sığınır.
Odip’te olduğu gibi insana ait duyguların, vicdan, aşk, nefret, sevgi ve intikamın oldukça komplike ilişkiler içerisinde dönemin toplumsal yaşam tarzına uyarlanarak kişileştirildiği ve sorgulandığı bu eser Sofokles’inki kadar popüler olmasa da aslında gündelik hayatımızda ebeveyn şiddeti olarak özellikle 3.sayfa haberlerinde sanki az da olmayan bir şekilde karşımıza çıkar görünmektedir. Nefrete dönen aşkı yüzünden çocuklarını katleden bir anne öç almak duygusunun ve intikam denilen eylemin doruklarından başka nerede olabilir?
İşte bu, bana göre dehşetengiz öykü, sinemanın iki ustası tarafından da yorumlanmış; seyretme olanağı bulduğum bu iki eseri şöylece bir gözden geçirmeye ne dersiniz?
[tabs type=”horizontal”]
[tabs_head]
[tab_title]Pier Paolo Pasolini’nin MEDEA’sı[/tab_title]
[tab_title]Lars Von Trier’in MEDEA’sı[/tab_title]
[/tabs_head]
[tab]
[box type=”info” align=”” class=”” width=””]
Filmin Künyesi
Yönetmen: Pier Paolo Pasolini
Senaryo: Euripides, Pier Paolo Pasolini
Müzik: Elsa Morenti
Oyuncular:
Medea: Maria Callas
Jason: Giuseppe Gentile
Kreon: Massimo Girotti
Absirtis: Sergio Trementi
Glauce: Margaret Clementi
Centaur: Laurent Terzieff
109 dk, Fransa-İtalya-Batı Almanya yapımı (1969) [/box]
Film, daha küçük bir çocuk olan Jason’a Centaur’un gerçeklerden bahsedişi, öğüt verişi ile başlar. Bir nevi derstir bunlar ve Jason büyüyene dek devam eder. Bu açılış sahnesinde mekandan çok Centaur ve büyüyen Jason ön plandadır; aynı zamanda doğa ve tanrıya dair yönetmene ait düşüncelerin ilk ipuçları vardır.
Daha sonra, bizim için çok tanıdık bir yere gideriz: Colchis olarak seçilen yer Ürgüp-Göreme, peri bacalarıdır. Bu coğrafyada yaşayan kent krallığın insanları ile karşılaşırız. Gerçekten figüran oyuncuların seçimi (çoğu yerel kişilerden seçilmiştir), kostümlerin (dokumaların ve süs eşyalarının) döneme uyumluluğu, uzun incelemelerin, iyi bir tarih danışımı alındığının göstergeleri olarak karşımıza çıkarlar. Film, uzunca sayılabilecek bir süre dönemin ki bronz çağının ortalarıdır, her baharda yapılan toprağa kurban sunma ritüeli ile devam eder. Bu ritüel, Donna Rosenberg‘in Dünya Mitolojisinde anaerkil toplum başlığı altında anlatılan şu törenin aynısıdır: “…….Her bahar, yeni ekinlerin tohumları ekildiğinde, çok büyük bir dini törenin parçası olarak bir önceki yılın kutsal kralı kurban edilecektir. Ana tanrıçanın rahibeleri, onun bereket güçlerine sahip olabilmek için, onun etini yiyecek ve yine bereketli olabilmeleri için tarım alanları ve çiftlik hayvanları onun kanıyla sulanacaktır. Sonra, dini bir törenle, kraliçe gelecek yıl için yeni bir kutsal kral alacaktır.”
Filmde, etkin bir koronun ilahileri eşliğinde kurban edilecek gencin hazırlanışı, kurban alanına getirilişi, bu esnada kurban olarak seçilen insandaki öforik değişiklikler, kurbanın iki din görevlisi (veya asker) tarafından boğularak parçalanması, parçaların ve kanın topluluk insanları tarafından alınarak buğday başaklarına, meyve ağaçlarına, toprağa sunulması sanki o dönemde yaşanıyormuş hissi verecek şekilde doğal, abartısız, olduğu gibi aktarılır. Bana göre filmin en etkileyici kısımlarından birisidir, şiirsel ve doğal bir bütünlüğü vardır.
Bu sahnenin ardından, bu kez Harran’a gideriz, lolcus olarak Harran seçilmiştir. Jason, amcası Pelias’a gelir ve krallık üzerindeki hakkını, hatta kral olmayı ister. Pelias, ona ancak tüm kent krallıklar için gücün sembolü olan Altın Boynuz’u kendisine getirdiği takdirde haklarını verebileceğini söyler. Jason ve adamları (argonotlar), yine çok gerçekçi bir biçimde betimlenen, nerdeyse saldan bozma Argo ile Altın Boynuz’u aramaya girişirler. Bu kısımda Argonotların yaptığı saldırılar, gasplar şöyle kabaca gösterilir. Tekrar Colchis’e döneriz. Medea’nın Altın Boynuz’u kaçırmakta Jason’a yardım edişi, kaçarlarken kardeşini öldürerek parçalara ayırışı olanca doğallığıyla anlatılır. Jason, lolcus’a döner ve Altın Boynuz’u Pelias’ın önüne atarak, güç ve iktidar bunda mıydı der ve bu tür dertleri olmadığını belli eder. Daha sonra Medea ile Corinth’e yerleşirler.
Aradan yıllar geçer; Medea, Jason’ın artık kendisine ilgi göstermediğini fark eder ve onun peşinden gider. Jason’ın bir erkek topluluğu ile eğlendiğini, oynadığını ve çok mutlu göründüğünü fark eder. Kızgınlığı hiddete dönüşür ve ardından öykü yeniden birebir canlandırılır. İşte, Pasolini, bu noktada asıl öyküden ayrılır. Filmde çok kısa bir sahnede verilir ve önemli bir yorum farklılığı olarak göze çarpar.
Filmin bana göre çarpıcı özelliklerinden birisi Maria Callas‘ın Medea rolündeki kendine özgü güzelliği, coşkulu ama kendini bilen oyunu ve tek kelime şarkı söylememesidir. Dönem(ler)in tüm ritüelleri neredeyse birebir ve değişik bir doğallıkla canlandırılmıştır. Seçilen mekanlar, dönem(ler)e çok uygun olan gerçekten tarihsel ve sıra dışı yerler olmaları nedeniyle önemli bir farklılık yaratırlar. Müzik, zaman zaman zurna ve insan sesi, bazen kanun kullanılarak, ağıtlar ve ilahilerin sadece koro tarafından söylenmesi ile atmosferi o dönem(ler)e daha da yaklaştırır. Işık ve renkler, özellikle Göreme’de geçen kısımlarda güneşin ve gölgelerin oluşturduğu sarı ile gün batımı kırmızısı arasında gider gelir. Diğer açık mekanlarda, parlak güneşin bozkırda oluşturduğu sarı renk hakimdir. Kostümler, topluluklar arasındaki refah (veya zaman) düzeyini belli edecek şekilde farklılaşır. Colchis’teki dokumacılık ile lolcus veya Corinth arasında belirgin değişiklik olduğunu görürüz. Sonuçta, trajik Medea, Pasolini’de tarım insanına ait kent krallıklara özgü toplum dinamiklerinin, dini ritüellerin; toplum, mekan ve zamanın kendilerine ait tarihsel gerçeklikleriyle ama bir karmaşa halinde kullanıldığı şiirimsi belgesel tadıyla sunulur bizlere.[/tab]
[tab]
[box type=”info” align=”” class=”” width=””]
Filmin Künyesi
Yönetmen: Lars von Trier
Senaryo: Euripides, Carl Theodor Dreyer
Müzik: Joachim Holbek
Oyuncular:
Medea: Kirsten Olesen
Jason: Udo Kier
Kreon: Henning Jensen
Aigeus: Baard Owe
Glauce: Ludmilla Glinska
75 dk, Danimarka yapımı (1988) [/box]
Trier’in filminde, olaylar Kral Kreon’un Corinth’in yönetimini Jason’a bırakma kararıyla örgülenir. Bu aşamadan sonra Trier’in çoğunlukla Dogma kanunları ve geleneksel sinemanın karışımından oluşan usta işi tekniği ile (Europa’daki müthiş teknik ile Dogma filmlerindeki ışık ve oyunculuk) uyuşan kamera ve doğal ışık çekimlerinde kuzey Avrupalı tiplerden oluşan Kreon, Medea, Jason ve Glauce ile tanıştırılırız. Medea orta yaşı geçmiş, yaşlanmaya yüz tutmuş bir kadındır. Jason ise orta yaşın olgunluğunda bir erkek; Kreon, ürkek ve duygusal bir insandır. Glauce ise genç, diri ve istekli bir genç kız. Jason ve Glauce’nin evliliklerinin ilk gecesinde, bu gece için hazırlanan çadırların içerisindeki ışık ve gölge oyunları arasında (Trier’in kendine has tarzı) Jason’un Medea’ya ihanetini, Glauce’nin Jason ile Medea arasındaki ilişkiyi sorguladığını, Jason’dan “aşk ve sevgi” istediğini kısa birkaç dakika içerisinde görür, giderek öykünün içerisine çekildiğimizi hissederiz. Medea, yardımcılarından birisi tarafından kışkırtılır, Kreon tarafından sürgüne gönderilecektir, buna bir çare düşünmesi, gerekirse gücünü kullanması söylenir. Burada yine aynı dramatik durumu hatırlatır Medea: gidecek yeri yurdu kalmamıştır. Sonra onu sislerin içerisinde bir bataklıkta özel bitkiler toplarken görürüz. Kreon onun yanına gelmiş ve sürgüne gönderileceğini söylemiştir. Medea ondan sadece bir gün daha kalmak için süre ister. Bu aşamada öyküyü bilen bilmeyen seyirci müthiş bir gerilimin içerisine çekilir. Bu gerilim Medea’nın “hiçbir şey aşk acısından daha güçlü değildir” demesiyle tırmanır. Artık geri dönülmez yola girilmek üzeredir.
Kreon gergindir çünkü kızı için korkmaktadır, Jason gergindir çünkü Medea’nın geçmişte neler yaptığını bilmektedir, Medea gergindir çünkü acı bir intikamın peşindedir. Bu arada Medea erkek çocuklarıyla gösterilir, düşerek ayağını inciten güzel çocuğu anne Medea şefkat ve sevgiyle kucaklar. Jason ve Medea, çocukların ne olacağını konuşmak üzere buluşurlar, Jason, çocuklar konusunda bir garanti veremez. Medea, hazırladığı armağanı çocukların Glauce’ye vermesini ister.
Çocuklar ve Jason armağanı (bir giysi değil taçtır) Glauce’ye vermek üzere giderler. Burada Trier güzel bir numara yapar, Glauce’nin sonunu taçtaki zehirden kazayla etkilenen bir atın çıldırarak ölmesi ile betimler. Jason, Medea’yı ararken arka plandaki karanlık dehlizlerde Kreon’un üzüntüsünden delirerek ölmesi gösterilir. Medea, çocuklarıyla birlikte epeyce yol aldıktan sonra bir bozkırda durur ve çocuklarının geleceği olmadığına karar vererek onları acı içerisinde asar. Peşlerinden gelen Jason çocuklarının ölüsüyle karşılaşır ve ormanın içerisinde kendini kaybetmiş bir halde döner durur. Bu arada Medea, Aegeus’a sığınmış, geminin med-cezirden faydalanarak kalkmasını bekler haldeyken görülür, yüzündeki tuhaf duygusuzlukla. Lars von Trier’in Medea’sında öykünün kendisinin ve karakterlerin ruhsal durumlarının, dramatik yapının, anlatıdaki gerginliğin ve karakterler arasındaki ilişkinin tarihsel gerçeklerden, ritüellerden, toplumsal yapıdan daha ön planda yer aldığı dikkat çeker. Bu klasik tragedyanın; güçlü bir teknik ve Dogma karışımı yorumu, trajik öykünün içine insanı daha çok çekmesi ile diğer Medea’dan ayrılır. [/tab]
[/tabs]
***
Bir son söz; Medea’nın, Aegeus’la birlikteliğinden bir oğlu olur: Medus. Sonraları Medus bir kent krallık kurar. Bu kentin adı Media’dır.