Mehmet Özgür Candan: ‘Belgesel sinema çok kontrolsüz bir alan’

29 Haziran 2015

unnamed (5)Mehmet Özgür Candan’la belgesel sinemayı, fikir ve çekim aşamasını hatta ondan sonrasını bile konuştuk… Ve tabii belgesel sinemanın hayatın içindeki duruşu, hayatlarına girdiğiniz insanların beklentileri ve Belgesel Sinemacılar Birliği…

Öteki Sinema için söyleşen: Banu Bozdemir

Seninle kendi adıma son belgeselin Çalıkuşu sayesinde tanıştık. İlk Ermeni öğretmenle tanışmak, onun kıyıda kalmış yaşamına tanıklık etmek gerçekten de etkiliydi. Biraz Margarit ya da İnci Sefer’e ulaşma sürecini anlatır mısın?

Genel olarak şu ana kadar yaptığım belgesellerin konuları ya toplumsal olarak ötekileştirilmiş yada devletin şiddetine maruz kalmış insan hikayeleri oldu. Özel bir tercih değil ama Türkiye gibi bir ülkede yaşıyorsan ister istemez olağanlaşan bir tercihe dönüşüyor. Margaret da bu kapsamda değerlendirilebilir. Margaret’dan 2012 yılında yapılan bir gazete haberi vasıtasıyla haberdar oldum. Haber, başına gelen bir dolandırıcılık olayı ile ilgiliydi. Ama satır aralarında Türkiye’de Milli eğitimde ve Anadolu’da görev yapmış ilk Ermeni olduğuna dair bilgiler vardı. İlgimi çekti. Daha sonrasında haberi yapan muhabir arkadaşa ulaştım. Onun aracılığı ile kendisine ulaşmayı başardım.

Resmi olarak  hala “gayrı” olarak tanımlanan bir cemaatin bir ferdi olan Margaret’in kendini mahkum ettiği/ettirildiği yaşamına yapacağımız tanıklık toplumsal önyargıların bir nebze örselenmesine katkıda bulunabilir mi diye giriştim bu filmi yapmaya. Acaba birilerini nitelerken “ayrı” oldukları ile değil de “aynı” oldukları ile tanımlayabilir miyiz sorusuna bir yanıt bulma çabasıydı bir tarafıyla. Tabi bu saydıklarım en genel hedefler. Gerçekleşmesi zor idealler.

Kısacık da olsa filmin yapım sürecinden bahsedeyim istersen. Diğer belgesel yapımlarında olduğu gibi hiç kolay olmadı. “Neden?” dersen;  belgesel sinema çok kontrolsüz bir alan. Karakterlerine çok bağlısın. Genel olarak kafanda kurduğun kurguladığın filmin her zaman çok uzağına düşebiliyorsun. Hatta karakterine yabancılaşma tehlikesi bile ortaya çıkabiliyor. Tabi bu her zaman kötü değil kimi zaman faydalı da olabiliyor film açısından…

Ama Margaret söz konusu olduğunda bu daha da zorlaştı. Daha derinden yaşadık. Ömrü boyunca hem devletin hem de toplumsal olarak şiddete maruz kalmış. 1915 travmasını taşıyan bir toplumun ferdi olarak ilişki kurmak, yakınlaşmak inanılmaz zor oldu. Çok ciddi bir güven sorunu yaşadık. Kimi zaman bizim polis, kimi zaman mit mensubu olduğumuzu düşündü. Bize tam olarak güvendiği zamanda bu film kendi serüvenini tamamlamış oldu. Sonuç olarak ortaya çıkan film ise bizim değil onun istediği film oldu içerik itibariyle. Bazen böylede olabiliyor. Ama bu şekliyle daha iyi oldu bence.

Belgeselin senin için anlamı nedir ve bu süreç senin için nasıl başladı? Yani belgesel çekmeye ve devam ettirmeye nasıl karar verdin?

Öğrencilik yıllarımda BSB ile tanışmam ile başladı aslında belgesel sinema ve belgesel sinemacılarla ilk temasım. O zamana kadar sıradan bir izleyiciden pek farkım yoktu. Her genç gibi sinema deyince aklıma kurmaca sinemadan başka bir şey gelmiyordu. Ama zamanla belgesel sinemanın farklı örneklerini izleme şansı buldum. Kuramsal olarak çok derin olmasa da bir aydınlanma dönemi yaşadım. Ve bulunduğumuz dönemin maddi koşulları ile ideolojik olarak hayata bakışım ve bulunduğum nokta itibariyle  yapmayı hayal ettiğim sinema eserlerini yapma olanaklarını belgesel sinema da yakaladım.  Bazı formasyon farklılıkları ve yöntemsel ayrışmalar dışında belgesel sinema ve kurmaca sinema arasında çok farklılık olduğunu düşünmüyorum. Nihayetinde yaptığın şey sinema. Sonuç itibariyle bir yönetmen kurmaca sinema yaparken, belgesel sinema da çalışabilir. Tabi ki ters de mümkün. Şimdilik belgesel sinema ama yarın başka türlü birşey de olabilir.

unnamed (1)

Geçmiş Mazi Olmadı da etkili bir belgesel. Çocukları içeri alınan ve işkence gören bir anne babanın olaya bakış açısı. Aslında ülkemizin çok yabancı olmadığı, birçok ebeveynin yaşadığı bir durum. Tabii belgeselin özelliği doğmamış bir toruna yazılan mektup. Bir yandan da insanların özel hayatlarına sızma durumu var belgesellerde, sanki anlatılmasa bir yanı eksik kalacak. Belgesellerini yapacağız kişi ya da kişilere nasıl yaklaşıyorsunuz? İşin psikolojik boyutu var bir de…

Aslına bakarsan en önemli kısmı bu. Çalıkuşu’nda (Margerat) kabaca anlattıklarımdan yaşadığımız problemlerin büyüklüğü konusunda bir fikir vermiştir.  Tabi burada ki asıl sorun bence arada onu rahatlatacak, güvendiği bir kişinin olmamasıydı. Bir aracı yani. Aslında hissettiği şey, tek başına yaşayan yaşlı bir kadın için normal görülebilir. Geçmiş Mazi Olmadı’ da ise şansımız şuydu. Sevim Teyze ve Bidar amca ile ilişki kurmadan önce kızları Berin Uyar ile tanışmamız oldu. Aslında belgesele ve hikaye’ye onun aracılığı ile ulaştık diyebilirim.  Şöyle oldu; Türklerin Almanya’ya göçünün ellinci yılı sebebiyle bir dizi belgesel çalışması sırasında Berin Uyar’da mülakat yaptığımız kişilerden biriydi. O annesinden ve yazdığı kitaptan bahsetti. Daha da önemlisi doğmamış torununa yazdığı mektuplardan. Sonrasında Berin abla (böyle diyebilirim bundan sonra ) aracılığıyla Sevim teyze  ve Bidar amca ile tanıştık. Bir kaç defa gittik geldik. Berin abla varken ve yokken. Güven sorunu pek yaşamadık. Ama yine de ilk çekimlerde özellikle Bidar amca biraz huysuzluk yaptı. Sonrasında o da alıştı.

Geçmiş Mazi Olmadı belgeselini buradan izleyebilirsiniz

 Tabi belgesel sinema yapmanın zorluklarından biride kameranın yabancılaştırma etkisi. Kamerayı koyduğunuz anda karakterlerinizin olmadığı bir insana dönüşme riski var. Hatta riski yok kesinlikle öyle oluyor diyebilirim. İşte bu nedenle mümkün olduğunca kamerayı görmemelerini hatta unutmaları sağlamaya çalışmalıyız. Doğru etkileri alabilmemizin en temel koşullarından biri bu diyebilirim. Bu sebeplerden ötürüdür ki genelde çekim aşaması geniş zamana ve belli bir rutini gerektiriyor. Velhasıl olumsuz psikolojik unsurları aşmanın iki yolu var diyebiliriz; bir güven tahsis etmek, iki kameranın yabancılaştırma etkisini minimize etmek. Yani aslına bakarsan biraz zor bir iş.

Tabii birde bir belgeselle bu dramı yaşayan birçok insana ulaşmak, onların dertlerine derman olmak fikri de var. Bu bir sorumluluk katıyor mu size?

Bu sorunla ilgili tek söyleyeceğim şey bu çok iddialı bir yaklaşım olurdu derim. Yani insanların dertlerini gösteriyoruz tabi ki, film yapım aşamasında dertleşiyoruz da, sonrasında  ilişkimizi koparmıyoruz da, ama o kadar. Ama tabi isterdim ki sorunlarının çözümünde etkili olsun. Ama ben şu ana kadar öyle bir şey görmedim. Bence genel olarak sanatın böyle bir misyonu yok bence. Belli bir etki alanı var tabi ki ama o kadar değil bence.  En temel sorumluluğumuz bence bu anlattığımız hikayelerin gerçek insanların gerçek hikayeleri olduğunu ve sonuçlarının da gerçekten olabileceğini unutmamak.

unnamed (8)Geçmiş Mazi Olmadı aynı zamanda bir kitap uyarlaması olduğu için basından çok ilgi görmüş, gösterimler ve söyleşiler çokça olmuş. Darbe süreciyle yüzleşememenin sonuçları mı biraz da bu?

Darbeyle yüzleşmemenin sonuçlarından diyebiliriz. Ama sanki daha çok toplumsal bir terapi biçimi gibi geliyor. Sevim teyze yaşadıklarını çok duru bir şekilde anlatmış kitabında. Dediğin gibi yüzlerce binlerce annenin, ailenin yaşadıklarından yalnızca biri.  Ama bir dertleşme, acısını paylaşma şekline dönüşmüş söyleşilerin çoğu. Film’n gösterimleri sonrasında yapılan söyleşiler bile toplu terapi seansları şeklinde gerçekleşti. Tabi darbeyle gerçekten yüzleşilebilseydi, hesabı sorulup suçlular cezalandırılabilseydi her şey çok farklı olabilirdi. Belki de Sevim teyze o kitabı yazmamış ben de bu filmi çekmemiş olurdum o zaman.

Belgesel son yıllarda kurmacayla bir hayli flört halinde. Sen bu hali nasıl buluyorsun, belgesele can suyu katmak gibi mi yoksa belgeselin gerçekçi yapısına sert bir fırça atmak gibi mi bu durum? (pek sanatsal bir soru oldu)

Kurmaca sinema ile belgesel sinemanın ayrıştığı temel nokta karakterlerinin gerçek olup olmaması noktasında bence. Onun dışında her iki alanda sinema sanatının inceliklerini içinde barındırmak zorunda. Bu bakış açısıyla hem kurmaca hem de  belgesel sinema birbirlerinden unsurlar taşımalı. Anlatmayı çalıştığınız şeyi güçlendirici etki yaratıyorsa bence sorun yok.

Ama bazı belgesellerinde neredeyse mockumentary’ye (sahte belgesel) dönüştüğüne de tanıklık ediyoruz. Her şey gerçek; karakterler, mekanlar ve konu ama her şey kurmaca. Bu konuda da çok dikkat etmek gerekiyor kanımca.

Birbirlerinin için de sos kıvamında olurlarsa bence tadına doyulmaz derim. Yanılmıyorsam, Godard’ın şöyle bir sözü vardı  “İyi kurmaca filmler içinde belgesel unsurlar taşıyan, iyi belgesel filmler ise içinde kurmaca unsurlar taşıyan filmlerdir” der.

Göç belgeseli… Doğaya yapılan traşlarla topraklarından göç etmek zorunda kalan insan dramları ve son yıllarda ortaya çıkan Hes’ler…  Bu belgeselle TRT ödülü alıyorsun ama işin uzun tarafından bakarsak TRT devlet televizyonu ve devletin yaptığı işler bunlar. Bu bir çelişki değil mi kurumlar açısından ya da sanatsal bakış açısı gerçeğin üzerini mi örtüyor?

Kurumlar açısından bir çelişki olabilir. Ama sonuç itibariyle o filme ödül vermeleri gösterecekleri anlamına da gelmiyor (bu arada Göç gösterildi..) Nerde, nasıl, saat kaçta gösterdikleri de önemli tabi ki.  Diğer mevzuya gelince (..GÖÇ özelinde konuşuyorsak) Sanatsal bakış açısı ile filmi oluşturan estetik kaygıların gerçeğin üstünü kapattığını söylersek hem filme hem jüri’ye haksızlık yapmış oluruz diye düşünüyorum. Çünkü oluşturulan dramatik yapı, imge kullanımı hep izleyicinin filmden kopmamasını ve filmi daha izlenilebilir kılmak amacıyla tasarlandı. Ama genel olarak konuşuyorsak. Deneysel sinema kıvamında örneklerini de görmekteyiz.

Göç belgeselini buradan izleyebilirsiniz.

Geziden sonra ya da gezide yaşananlarla birlikte anlık / haberci tarzında belgesel çeken yönetmenler ortaya çıktı. Toplumsal olayları anı anına, sonrasında da kurgulayarak tanıklık eden. Bu konudaki düşüncelerin nedir, sen böyle bir yöntemin içinde yer almak istemez miydin?

Aslında şu konuda bir netleşmemiz gerekiyor sanırım. Belgesel Sinema’mı yapıyoruz yoksa doküman toplayıcılığı mı? Eğer sorduğun iyi sinema var mı ise bir kaç iyi örnek var dediğin anlamda. Ama yapılanların genel olarak daha çok yurttaş gazeteciliğinden bozma işler olduğunu söyleyebilirim. Ben en azından öyle görüyorum. Yapılan işlerde senin de söylediğin gibi daha haberci  refleksleriyle yapılan görsel dokümantasyondan öteye gitmeyen ayrıca sinema sanatının inceliklerinden yoksun biçimlerle karşı karşıyayız. Ha yeni dönem bu biçimleri ve tarzları içerecekse pek söyleyecek şey yok. İzleyip göreceğiz.

Belgesel projelerin için bakanlıktan ya da başka bir yerden destek alıyor musun? Nasıl kotarıyorsun ya da?

Şu ana kadar yaptığım belgesellere bakanlık dışında herhangi bir yerden destek almadım. Peki “Nasıl yapıyorsun diyorsan?” pek çok arkadaşım gibi yapım, yönetim ve hamaliyesini varıncaya dek tek başına üstlenerek yapıyorum.

unnamed (4)

Belgesellerine isim bulurken nasıl çağrışımlar oluyor, isimler mi önce oluşuyor ya da çekimlerde mi netleşiyor isimler. Anlatılanlar ve tanıklıklarla mesela?

Genel itibariyle çekime gitmeden önce her şey netleşmiş oluyor benim için İsim de dahil. Hatta nasıl bir film olacağına varıncaya kadar. Ama hiçbir şey isim dışında planladığın şekilde gelişmiyor sonuçta.

BSB (Belgesel Sinemacılar Birliği) üyesisin. BSB ilk kurulduğu yıllarda çok etkindi sanki, şimdiki durumunu nasıl buluyorsun oradan da bahsetmiş olalım…

Yaklaşık olarak 10-11 senedir BSB’nin içindeyim. O zaman ne kadar etkinse şimdi de o kadar etkin bence. Belki etkinliği eskiye nazaran daha da artmış olabilir. Ama bu düşüncenin nedeni eskiye nazaran bu alanda daha çok belgesel temalı festivalin etkinliğin yapılıyor olması olabilir. Taban genişledi daha genele yayıldı belki.

unnamed (3)Bizde ki belgesel algısını nasıl buluyorsun, senin ne tür belgeseller ilgini çeker?

Artık pek hayvanlarla anılmıyor onun dışında algıda pek değişiklik yok. Birde bizde herkes belgesel izliyor. Ne tür belgesel filmler ilgimi çeker, valla her türlü iyi belgesel film ilgimi çeker.

Belgesellerden istenen eser işletme belgesi hakkında düşüncelerin? Bakur Documentarist’te gösterildi ama İstanbul Film Festivali’nde gösterilemedi ve birçok festivali etkileyen protestolara sebep oldu. Mesele eser işletme değil de içerik mi yoksa? Yani bazı konuların belgeseli çekilemez mi demek oluyor bu, senin fikrin nedir?

Biliyorsun bu eser işletme belgesi dediğin şey aslında film ticari dolaşıma girdiğinde istenilen bir belge. Ancak bakanlık bu konuda yasadaki yoruma açık durumdan kaynaklı bu belgeyi bir sansür aracı olarak kullanıyor. İlgili mevzuatlar değişmediği sürece konjöktüral olarak bazı filmler sakıncalı olmaya devam edecek. Bazense sakıncalı olmayacak.  Duruma göre yani bugün böyle yarın öyle. Şimdilik bu konuyla ilgili film çekemezsiniz, gösteremezsiniz deniyor. Yarın gösterebiliriz ama başka bir mevzu o zaman sakıncalı olabilir.

Bu aralar bir proje üzerinde çalışıyor musun? Ya da kafanda bir fikir var mı?

Şu aralar birkaç kurmaca film hikayem var onlar üzerinde kafa yoruyorum. Şimdilerde ayrıca 2013’de çektiğim bir belgeselin kurgusuyla uğraşıyorum. Şimdilik böyle.

Benim sormadığım senin söylemek istediklerin?

Teşekkürler. Her şeyi sormuşsun nerdeyse söylenmedik pek bir şey kalmadı.

blank

Banu Bozdemir

İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü mezunu... Sinema yazarlığına Klaket dergisiyle adım attı, Milliyet Sanat muhabirliği yaptı. Skytürk TV’de sinema, sanat ve "Sevgilim İstanbul" programlarında yapımcı, sunucu ve yönetmenlik yaptı. TRT için Bakış isimli bir kısa film çekti. Yayınlanmış yirminin üzerinde çocuk kitabı var. Halen cinedergi.com’un editörü, beyazperde.com ve Öteki Sinema yazarı.

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

blank

Öteki'den Haber Al

Buna da Bir Bak!

blank

Burak Koçak: ‘Filmin ritmini düşürmek istedim, meditasyon gibi’

Burak Koçak son filmi Buğu ile dingin, felsefik ve imgesel
blank

Ulaş Tosun: ‘Arkadaş Z. Özger bize çok yardım etti’

Ulaş Tosun, Afganistanbul'dan sonra çağının ötesinde bir ruh haliyle karşımıza