Güneş Batar, Silat Yükselir!
Geçtiğimiz yıllarda festivallerin tozunu dumana katan ve deliler gibi özlenmekle birlikte yolları heyecanla gözlenen değişmez yârimiz, eski usûl aksiyon anlayışını, The Raid: Redemption ile birlikte sinema salonlarına yeniden davet etmeyi başaran Gareth Evans’ın; gerilim sularını kulaçlarken aniden direksiyon kırmayı akıl ederek aksiyon kulvarına zıplamasını sağlayan Merantau; aslında sanıldığından da baskın bir biçimde batı sinemasına tesir etmiş, sessiz bir canavar… Evet evet, hem de abartısız haliyle!
Öncelikle bloglarını yeni açmış okuyucularımız için Pencak Silat mevzusunun üzerinden bir kere daha geçmekte fayda var. Silat, Endonezya ve Malezya dolaylarında kök sarkıtmış bir dövüş sanatları disiplinidir. Bu bölgelerde yaygın olmasının en önemli sebebiyse, bölgede yaşayan vahşi hayvanların hareketlerinden esinlenmiş olmasıdır. Diğer dövüş sanatlarından farklı olmakla birlikte, özellikle son yıllarda pek çok dövüş sanatına da yavaş yavaş tesir etmeye başlamıştır. Özellikle Endonezya’da bu disiplinin 100 farklı türünün bulunduğu bilinmektedir.
Malumunuz Gareth Evans’ın da bu egzotik disipline olan ilgi ve alakası The Raid: Redemption ile birlikte iyiden iyiye ayyuka çıkmıştır. Fakat öncesinde, genç yönetmenin radarına takılmış olan silat sanatını eksenine yerleştiren ürün elbette ki yönetmenin bu kulvardaki ilk yumruğu olan Merantau’dur. Rivayete göre Evans, bu ikinci uzun metrajlı filminin ardından pencak silat konulu bir belgesel çekmek için yapımcıların kapısını aşındırmış; fakat sonrasında da kapı gibi bir aksiyon filmi ile elleri kolları dolu bir halde geri dönmüştür. Evans, şu sıralar The Raid 2: Berandal için “kambersiz düğün olmaz” diyerek iki demirbaş oyuncusu olan Iko Uwais ve Yayan Ruhian ile birlikte çalışmalarını sürdüredursun; bizler de onun kendi filmografisinin aksiyon ayağına start vermiş olan Merantau’ya biraz daha yakından bakalım madem!
Peki, nedir Merantau? Kabaca Sumatra bölgesinde yer alan bir köydür. Kendini kanıtlayacak yaşa gelen Endonezyalı genç delikanlılar, tıpkı Spartalılar’ın erkek çocuklarının da tabi oldukları gibi bir çeşit erklik ispatına girişirler. Ana karakterimiz Yuda da belli bir yaşa geldikten sonra, geleneklerinin kendisine dayattığı bu sınava girişmek için ailesini terk ederek yollara düşer.
Yuda, silat dövüş sanatında kısa sürede ustalaşmış bir gençtir. Merantau geleneğini layıkıyla yerine getirebilmek için de koştura koştura köyün yolunu tutar. Nitekim Yuda her ne kadar kendini ispatlamanın derdine düşse de, aslında bir an önce ailesinin ve sevdiklerinin yanına dönmeyi istemektedir. Ne yazık ki Yuda’nın yolculuğu pek de umduğu gibi geçmez. Genç öğrencilere silat dersi vermek için Jakarta’ya doğru yola çıkar fakat dojonun yıkıldığını gördüğünde planları suya düşer.
Bu noktadan sonra da Yuda’nın macerası tahmin edebileceğiniz üzere, buram buram “köyden indim şehire” teması kokan bir hikâyeye evirilmeye başlar. Sinemamızda da örneklerine bolca rastladığımız üzere Yuda, evsiz barksız sokaklarda kalır, gizli gizli yıkılan dojonun inşaatında yatıp kalkmaya başlar. Daha sonra lokantada yemek yerken, cüzdanı küçük bir çocuk tarafından çalınır. Cüzdanının peşinden koşturan saf, gururlu ve bir o kadar da onurlu kahramanımız tam veledi yakaladığı sırada da genç bir hayat kadınını bir araba sopa yemekten kurtarır. Bütün bunlar yetmezmiş gibi hırsız velet ile kadın, abla – kardeş çıkar. Yetmedi mi? Bir de bu “iyilikseverliğinin” mükâfatını, kurtardığı kadından bir ton hakaret yiyerek öder! Fakat Yuda’nın ki de gönüldür, söz dinlemez. Bu genç fahişenin gönüllü hamiliğini üstlenir bir nevi. Fakat bu iyilik şinaslığı başına türlü türlü işler açacaktır vesaire vesaire…
Aslında Evans’ın Merantau ile yaptığı, The Raid: Redemption’ın bir nevi ön çalışması gibidir. En afili melodramlara bile utanmazca nanik çekebilecek, metal tepsi misali dümdüz bir hikâyeye sahip olsa da, filmin dinamosu elbette ki keyifli koreografileridir. Evans, seksenlerin video oyunlarından aşina olduğumuz ve pek tabi şu son zamanlarda karşımıza çıkan aksiyon filmlerinden de açgözlü bir biçimde beklediğimiz “boss fight” mantığını ilk olarak burada konuşturur. Elbette Iko Uwais suretindeki Yuda ve The Raid: Redemption’da hayat verdiği Mad Dog karakteriyle bizleri kendine hayran bırakan Yayan Ruhian suretindeki Eric; yönetmen Evans’ın denkleminin değişmezleri. Fakat lacilere bürünmüş kötü adam bozmaları olarak karşımıza çıkan Mads Koudal ve Laurent Buson’un performanslarını da görmezden gelmemek gerekir. Yer yer içimizi acıtacak kadar sığlaşan karakterlerin, dökülen sıvaları neyse ki başarılı aksiyon sahneleriyle kapatılır.
Sonuç itibariyle Evans, Uwais ve Ruhian üçlüsü, zamanında fazlasıyla gelecek vadeden ve şişirile şişirile ihya edilen (ki her halükarda yerinde bir abartıdır) Ong Bak ve The Protector serileriyle şahlanan Tony Jaa’nın, balonunun aynı hızla sönüşüne oranla, oldukça seri bir biçimde yol kat ettiler diyebiliriz. Henüz kendi projeleri haricinde orada burada pek sık göründüklerini söyleyemeyiz (şimdilik Uwais, yönetmenliğini Keanu Reeves’in yaptığı Man Of Tai Chi’de şöyle bir kısacık gözüktü o kadar). Ama eğer ki bu ekip için bir yükselişten bahsedeceksek, başlangıç noktası olarak Merantau’yu işaret etmek lazım gelir. Evans için ‘yaptıkları, yapacaklarının teminatıdır’ yorumunu yapmak hiç de yanlış olmaz…