Merve Kuş Mataracı: ‘Tutkunuz sizi öldürür ama ‘diri tutan şey’ de budur!’

28 Ağustos 2023

Banu Bozdemir - Öteki SinemaMerve Kuş Mataracı ile Emma belgeseli sayesinde tanıştım. Bu kısa filmin konusu hemen ilgimi çekti. Bu filmde gerçekten de samimi, doğa tutkusuyla bezenmiş ve bunu yaşamın her anına yaymış bir kadınla (Emma) karşılaşmak beni mutlu etti.

Genç sinemacı Merve Kuş Mataracı, kadın dünyasının erkekler tarafından çok baskılandığını düşünüyor ve çoğunlukla bu konularda filmler çektiğini söylüyor. Kendisine Öteki Sinema okurlarını merak edeceğini düşündüğüm sorularımı yönelttim… Öteki Sinema için söyleşen: Banu Bozdemir

blankMerhaba Merve biraz seni tanıyalım?

Merhaba 1989 yılında Gaziantep’te doğdum. Niğde üniversitesi Radyo ve Televizyon mezunuyum. 16 yaşından beri film yapmak hayalimdi ve ilk kısa filmimin çekimlerini 18 yaşındayken gerçekleştirdim. Sonrasında 9 kısa film ve 2 belgesel yaptım. Şimdi ilk uzun metrajlı sinema filmime hazırlamaktayım.

Kısa film ve belgesel sinemaya olan bakış açını nasıl belirliyorsun, yani hangi konular senin ilgini çekiyor?

Kısa film ve belgesel birbirinden çok ayrı şeyler. Kısa film kurmacadır. Özgür bir alandır. Belgeselde ise durum biraz daha farklı.. Belgesel yaparken kurmacadan farklı olarak insanın ‘neden böyle bir film yapmalıyım’ sorusuna kendisini ikna etmesi gerekir. Çünkü kurmacada zaten kendinizi ikna edersiniz, olmazsa oldurana kadar senaryoyu veya karakteri değiştirirsiniz. Fakat belgeselde; kişinin, konunun ve yerin sizi ikna etmesi gerekir. Çünkü burada değişiklik yapma şansınız çok azdır, elinizde olan malzeme bellidir. En iyi ve ilgi çekici hale getirmek sizin tecrübenize ve hayal gücünüzü kalmış bir durumdur. Bir yönetmen olarak kendinizden var olan malzemeye ne katabiliyorsunuz? Bu önemli.

Kurmaca filmlerimde ise genel itibariyle; insan kimlik ilişkisi, bireyin toplumdaki yeri ve iç çatışmaları olan karakterler oluşturmaya çalışıyorum. Genelde beni etkileyen ve üzerine düşünmemi sağlayan bir konu, bir cümle, bir şiire rastladığımda olayların nasıl bir atmosferde ve akışta geliştiğini hayal ediyorum. Karakterimin bunu nasıl çözümlemesi gerektiğiini düşünüyorum ve o çözümleme süreci bir filmin kendisi oluşuyor zaten. Benim filmlerimde bireyin köklerine dönme veya bir anlam arayışı arzusunu göremezsiniz. Karakterlerim genel itibarıyla zayıf, kendinden emin olmayan, toplumun belirlediği kurallar arasında sıkışmış hisseden, kendini kısmen bu kurallardan sıyırabilen, ancak daha çok o sıkışmışlığın içerisinde kaybolan, kendi yolunu bulmaya çalışan, içsel anlamda yalnız ve hayatta durduğu yeri tam olarak bilemeyen karakterlerdir.

blank

Filmlerini çekerken maddi olarak nerelerden destek alıyorsun?

Filmlerimi genellikle kendi öz ve kısıtlı olan bütçemde yaptım. Emma belgeselim Kültür Bakanlığı ve Sinema Genel Müdürlüğü’nün destekleriyle hayata geçti. Ve post prodüksiyon sürecinde olduğum son belgeselimin yapımcılığını başka bir kadın yapımcı üstlendi.

Bir sinemacı, film yapmak için her zaman destek almayı beklememelidir Çünkü bu destekleri alabilmek uzun bir süreç gerektirebiliyor. Hele de kariyerinin başındaki kişiler için. Küçük bir bütçe ve küçük bir ekip ile kısa film yaparak sinemaya adımı atabilir, kendilerini geliştirebilir ve tecrübe kazanabilirler. Burada yapılan filmin prodüksiyon değerinin düşük olması söz konusu olacaktır, ancak yapılan bu filmlerin kariyerinin başında olan yönetmene de büyük katkısı olacaktır.

Filmlerin yurtdışında da ilgi görüyor gördüğüm kadarıyla. Bu anlamda ilgi kıyaslaması yapsak, yerli festivallerde nasıl tepkilerle karşılaşıyorsun?

Bence bunun nedeni karakterlerimin ve seçtiğim konuların evrensel oluşu, herhangi bir ülkeden herhangi bir izleyicinin filmi izlediğinde kendinden bir şeyler bulabilmesidir. Benim temel hedefim de zaten budur. Bana kalırsa birçok yönetmenin hedefi de bu. Ancak elbette kendi ülkemdeki festivallerde daha çok yer almak isterim. Seçici kurulun bilgi birikimi ve ‘objektif’ olabilmesi bu konuda çok önemli.

blank

Son filmin Emma’nın hikayesine nasıl ulaştın, onu nasıl ikna ettin? Emma’nın doğa tutkusu sanırım başka bir kültürde, coğrafyada yaşamasını daha da kolaylaştıran bir etken. Belgeselden bu tadı aldım ben daha çok…

Filmlerimin bazıları kadın teması üzerine kurulu. Kadınların toplum baskısı altında yaşamlarını sürdürmeleri ve kadın olarak yaşamın içindeki güçlüklerle mücadele etmeleri oluşturuyor.. Tohum isimli kısa filmimin İran ve Türkiye’de çekimlerini gerçekleştirdiğim zaman, İngiltere’deki bir arkadaşım bana dedi ki; Gaziantep’in bir köyünde yaşayan İngiliz bir kadın var ve bence ilgini çekebilir ve sonra sosyal medyasını gönderdi, inceledim. Gerçekten ilgimi çekti, Emma’nın kendini ifade ediş biçimi, doğa ile arasında kurduğu derin bağ beni etkilemişti. Metropolde yaşayan biri olarak beni etkilediyse, neden insanları da etkilemesin diye düşündüm. Bu belgeselin yararlı olabileceğine inandım. Çünkü metropole çok fazla rağbet var ve tüketim topluluğuna dönüştük/dönüşüyoruz. İletişime geçtim, Emma, daha önce hiç kamera karşısında olmamıştı ve dolayısıyla onu ikna etmem uzun zaman aldı. Hatta Kültür Bakanlığı desteğini aldığımızda Emma belgeseli yapmaktan vazgeçti. Çünkü gerçekten çekiniyordu, kendi dünyasını kamera karşısında anlatmak onu geren bir durumdu ve bu gayet anlaşılabilir benim için. Çekimleri yaparken de bu konuda oldukça zorlandım. Fakat şu bir gerçek ki; belgesel yaptığınız zaman, karşınızda olan kişi oyuncu değil, onu rahatlatabilmek, onun iç dünyasını size açmasını sağlayabilmek gerçekten onunla samimiyet kurmanızı, onu anlamanızı ve onun da size inanmasını gerektiriyor. Tüm bunları sağlayabildiğimiz zaman ancak çekimi gerçekleştirebildik.

Haklısınız, Emma’nın doğa tutkusu onu herhangi bir ülkede yaşamaya yaşamayı daha kolay bir hale getirebiliyor bence de. Çünkü onun aşık olduğu şey ülke değil, o ülkenin kültürü ve insanları değil, tamamen doğa! Ve o, Türkiye’de hem doğa tutkusunu hem de Mehmet’e olan aşkı bulabilmiş biri, bu da bu ülkede yaşamasını daha kolay ve mücadeleye değer bir duruma getiriyor düşüncesindeyim.

Sonra okuduğum bir haberde Emma’nın ailesiyle birlikte ülkesine döndüğünü yazıyordu, işin bu kısmı da belgesellik gibi duruyor, özellikle çocuklar ve kocası açısından. Çektiğin karakterleri sonrasında takip eder misin ne yapıyorlar diye?

Evet, Emma şu anda ailesiyle birlikte Londra’da yaşıyor, fakat bu temelli bir dönüş değil onun için. Birkaç yıl ülkesinde kalmak ve sonrasında tekrar Türkiye’ye dönmek istiyor, elbette yaptığım filmdeki oyuncularla ve belgeselde yer verdiğim karakterlerle genelde iletişimde kalıyorum. Ancak bu konuda bir belgesel yapar mıyım bilemiyorum.

blank

Daha çok kadın hikayeleri çekiyorsun, seni bu yola iten sebepler var mı? İçinde bulunduğun sektör kadın yönetmenler için daha fazla dezavantajlar içeriyor. Bu baskıları yaşadın mı ve aşmak için neler yaptın?

Evet, kadın temalı filmler işlemeye gayret ediyorum ve bunu yaparken motivasyonum şu; bence kadın hikayelerinin görünür olmaya, anlaşılmaya çok ihtiyacı var. Sadece erkeklerin değil, kadınların bile kadınları anlamaya ihtiyacı var.. Diğer şey; bir kadını gerçekten başka bir kadının en iyi şekilde anlayabileceği, kavrayabileceği ve belki çok daha iyi ifade edebileceğini düşünüyorum.. fakat bir yönetmen olarak, kariyerimde sadece kadın hikayelerini işledim/işleyeceğim diyemem. Benim için önemli olan şey insanın kendisindir. İnsanın anlatıldığı hikayelerdir ve insan doğasıdır. Çünkü hala kendi doğamızı anlayabildiğimizi zannetmiyorum, kendimizi tanımamız bile yıllar alırken, başka insanları tanıyabilmek, bunu kurduğumuz karakterler aracılığıyla seyircinin de o karakterde kendisinden bir şeyler bulmasını sağlayabilmek önemli ve bunun hakkında ne kadar film yapılırsa yapılsın yine de tükeneceğini düşünmüyorum. Sinemanın özü budur, keşfi insana dair olan her şeydir.

Sinema sektörü çoğunluğun erkeklerin oluşturduğu bir alan biliyorsunuz. Son yıllarda bu konuda güzel gelişmelere şahit oluyoruz, sevindirici! Fakat yine de yeterli değil, bu nedenle film yaparken hala cinsiyetçi bir refleksle karşılaştığımızı söylemek abartılı olmaz.

Bu zihniyetin değişmesi ve alışmaları zaman alacak. Ancak ne derler bilirsiniz ‘eğer yağmuru istiyorsan, çamura bulanmayı göze almalısın.’ Yine de umudum, bu yaklaşımların sona ermesi ve bizden sonraki kuşağında böyle sorunlarla karşılaşmaması.

Tohum filmini Türkiye ve İran’da çekmişsin ve benzer dertleri yaşayan kadınları ortak bir noktada buluşturmuşsun… İranlı kadınların ülkelerinde yaşadıkları baskılar ve onların çabaları karşısında neler söylemek istersin?

Evet ‘Tohum’ filmim, iki orta yaş kadının iki farklı hastalık nedeniyle iki farklı ülkede yaşadıkları hastalık nedeniyle çocuk sahibi olamamalarını konu alıyor. İran’da çocuk sahibi olamamak gerçekten büyük bir olay ve aynı zamanda Türkiye’de de bu böyle. Toplum baskısı var hatta bir çok ülkede var malesef. Emma belgeselinde de bu konuya değinmiştik. İran’da ‘kadın olmak’ başlı başına bir problem; çocuk sahibi olamamak, yeterince örtünmemek, yeterince itaatkar olmamak sonradan gelen problemler. Temelde ki sorun, bir insanın dünyaya ‘kadın olarak’ gelmiş olması! Nitekim, İran’daki karakterim bu baskıya dayanamıyor ve intihar ediyor. Fakat Türkiye’deki karakterim, bir hayvan sevgisi ile yaşama yeniden tutunuyor. Satre’ da dediği gibi ‘yaşam umutsuzluğun öteki tarafında başlar.’ Filmde izleyiciye vermek istediğim diğer şey buydu; insanlara tutunabileceği bir şeyler verebilmek, evet çocuk sahibi olamamak, evet toplumda dışlanmak ama başka bir şekilde bir sevgiye tutunabilmek. Çünkü, annelik duygusuna sahip olmak için sadece doğurmak gerektiğini inanmayan biriyim. Ve toplumda bir kadına ‘eğer kadınsan anne olmalısın, yoksa eksiksin’ dayatmasının son bulmasını istiyorum.

İranlı kadınlar için dilediğim şey; umarım temel haklarına kavuşurlar, umarım Mahza Amini’nin katledilişi ile tekrar alevlenen bu mücadelelerinden vazgeçmezler ve umarım ‘insanları zorla cennete götürmeyi’ amaçlayan bu zihniyet değişir. Çünkü ‘bir eylem ancak bilinçli ve isteyerek yapıldığında’ bir anlamdan söz edebiliriz.

Tekrar Emma’ya dönecek olursak; Emma’nın hikayesi gerçekten de kayda değer. Çekerken nasıl bir ön hazırlık yaptın, konunun ana hatları belli miydi, yoksa konuşmalardan çıkan şeyler mi filmin yolunu belirledi?

Ana hatları hazırlık aşamasında belirledim. Emma’nın köyüne giderek yaşamını gözlemledim ve bu konuyu nasıl en iyi şekilde işleyebilirim düşüncesi ile çalışmalar ve okumalar yaptım. Yunan mitolojisinden, İngiliz edebiyatının bazı yazarlarına ve doğa hakkındaki şiirlerine kadar. Emma’nın filmde okuduğu İngiliz şairlerin şiirlerini de bu zamanda seçtim. Sonrasında filmin akışı, Emma’ya soracağım sorular ve filmin gelişimine katkı sağlayacak şeyler konusunda hazırlık yaptım.

Filmin başlama düşüncesi ve bitene kadarki 2,5 yılda beynimde Emma ile yaşadım diyebilirim. Sürekli Emma gibi düşünmek, Emma’yı düşünmek, filmde bunu nasıl en doğru ve akışına uygun verebileceğim hakkında düşünmek. Bu şekilde geçti.

Ben genel olarak film yaparken karakterlerimle yaşarım, karakterlerimle uyurum, karakterlerimle yemek yerim. Bu senaryo yazarken de hep böyledir. Bir karakteri oluşturmak ve bu karaktere ikna etmek önce kendinizi ikna etmekle ve inandırmakla başlıyor.

blank

Frankfurt Film Festivali’nde en iyi belgesel film ödülü kazanmana rağmen ödülünü almaya gidememişsin, vize alamadığın. Bu tarz şeylerin sanatsal faaliyetleri etkilemesi konusunda neler düşünüyorsun?

Evet maalesef Almanya’ya gidemedim, vize başvurusuna red cevabı aldım. Elbette kişisel bir durumdan kaynaklanmıyor. Politik sorunların sanatçıları etkilemesi yeni bir durum değil, fakat olmaması gereken bir durum. Çok üzücü.

Yeni projelerin var mı, yine bir kadının farklı bir hikayesi peşinde olacak mıyız?

Evet az önce bahsettiğim gibi uzun metrajlı sinema filmimi hazırlanıyorum. Film, bir hayatta kalma hikayesi. Mülkiyet, itibar ve toprak kavramını temeline alıyor. Bu filmde karakterlerimin çoğu erkek, hikaye oldukça güçlü ve iyi bir film olacağına inanıyorum.

Son olarak neler söylemek istersin?

Film yapmanın uzun, yorucu ve hatta bazen yıkıcı bile olabileceğini söylemek isterim. Uzun ve belirsiz bir yol, günlerinizin çoğu umut etmekten, beklemekten, çabalamaktan ve fedakarlık yapmaktan geçiyor. Çok sevdiğim bir söz var “Sanat göründüğü kadar basit ya da ilham perilerinin inmesinin bekleneceği bir durum değil. Sanatçının yaşamı mücadelelerle doludur”

Eğer bu tutkuya sahipseniz, sizi öldürdüğünün farkındasınızdır ama size ‘diri tutan şey’de budur! Bir sinemacı için sinemayı büyülü yapan şeylerden biri de perdenin önünden ziyade arkasında yaşanılanlar olduğunu düşünüyorum. Çoğu zaman gerçek film, yaptığınız filmi yaparken ki karşılaştığınız zorluklar ve süreçtir. Umarım yaşamım boyunca film yapma şansına sahip olurum. Ve benim gibi bir çok kadının filmini izleme ve destekleme fırsatım olur.

Bu harika ve titizlikle hazırlanmış sorular için ayrıca teşekkür ederim.

blank

blank

Banu Bozdemir

İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü mezunu... Sinema yazarlığına Klaket dergisiyle adım attı, Milliyet Sanat muhabirliği yaptı. Skytürk TV’de sinema, sanat ve "Sevgilim İstanbul" programlarında yapımcı, sunucu ve yönetmenlik yaptı. TRT için Bakış isimli bir kısa film çekti. Yayınlanmış yirminin üzerinde çocuk kitabı var. Halen cinedergi.com’un editörü, beyazperde.com ve Öteki Sinema yazarı.

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

blank

Öteki'den Haber Al

Buna da Bir Bak!

Mert İnan ve Cemre Yılmaz: ‘Kısa film parayla değil dayanışmayla güzel’

Kısa filmcilerden Mert İnan ve Cemre Yılmaz… Enerjileri, üretimleri ve
blank

Hakan Tosun: ‘Olayları ideolojiden uzak aktarmaya çalışıyorum’

Sosyal medya üzerinden toplumsal bir tepkinin peşine düşen, onu belgeleyen