Küçük bir İzlanda kasabası, dondurucu soğuk, birbirinden kopuk aile üyeleri ve ölmüş ağabeyinin yasını tutan, içine düştüğü boşluğu metal müzik ile doldurmaya çalışan ergen bir kız… Tüm bunları birleştirdiğimizde aslında Kuzey ülkelerine has bir dramatik örgünün de şifrelerini az çok çözüyoruz. Bunun nedenini minimal bir açıklama ile yas tutmak ya da ailedeki kopukluklar ile soğuğun acı yüzünü birleştirmek olarak aktarmak istemiyorum. Bunun nedeni Kuzey ülkelerinin kendine has bir duruşunun, soğuğun da etkisiyle hüznü kendine has bir şekilde liriklere dökebilmesine veriyorum.
Orijinal adı ‘MÁLMHAUS’ olan ve ülkemizde İstanbul Film Festivali kapsamında gösterilen 2013 İzlanda yapımı ‘Metalci’ (Metalhead), farklı ve etkileyici hikaye örgüsü ve müzikleri ile seyre değer bir drama örneği. Henüz küçük bir çocukken ağabeyini bir traktör kazasında kaybeden Hera için oldukça zor zamanlar başlamıştır. O zamanlar 12 yaşında olan Hera ergenlik çağlarına gelmiştir. Ailesi ile neredeyse kopuk olan ilişkiler ile kendisini abisinin de çok sevdiği metal müzikte aramaya başlamıştır. Ölen ağabeyinin metal grup baskılı tişörtlerini giyip gotik makyajlar yapan Hera kendisini bu şekilde avutmakta, ağabeyinin sevdiği müzikleri dinleyerek onu içinde yaşatmaya çalışmaktadır.
Defalarca kasabayı terk etmeye kalkışsa da Hera bir türlü bunu gerçekleştirememiştir. Ölen ağabeyi için bir şarkı besteler ama hiçbir zaman bestesinin sonunu getiremez. Ailesinin çiftliğinde inek sağarak, kışları mezbahada çalışarak vaktini geçirir. Kabuğunu hiçbir şekilde kıramayan Hera ağabeyini aldığını düşündüğü Tanrı’ya karşı da öfke doludur. Kilise ayininde sigara içer, pervasız tavırlarıyla tepki çeker. Dönemin ‘Black Metal’ gruplarının Kuzey ülkelerinde kilise yakma olayları meşhurdur. Bunu televizyonda gören ve etkilenen Hera da kiliseyi yakma eylemine kadar ileri gidecektir.
Kilisenin genç rahibi Janus oğullarının ölümünden sonra ailenin içine kapanıklığını kendi gözleriyle görür ve yardımcı olmak ister. Hera ile tanışır ve Hera’ya kendisinin de metal müzik dinlediğini, dövmesi olduğunu, görünümle kimseyi yargılamaması gerektiğini ve Tanrı’nın karanlıkta da bulunabileceğini söyler. Rahip İsa’nın da bir aykırı olduğunu, çarmıha bu yüzden gerildiğini söyler. Bu noktada Hera orta yaşlarda ve diğer rahiplere oranla karizmatik denebilecek rahip Janus’a ilgi duyar. Bu da aslında içindeki boşluğu kapatma amacıyla bir yakınlaşmadır. Çünkü Hera ağabeyinin ölümünden sonra ailesi de dahil kimseyle konuşamamış ve acısını paylaşamamıştır.
Bir akşam Hera’nın babası Karl daha fazla dayanamaz, oğlunun ölümünden kendisini sorumlu olduğunu dile getirir ve isyan eder. “Zaman her şeyin ilacı derlerler ama değil” diyerek ağlamaya başlar. Traktörde gerekli önlemleri almadığını söyler ancak karısı bunu kabul etmez, bunun bir kaza olduğunu dile getirir. Çünkü ortada ihmal de olsa bir kaza söz konusudur. Kırılmanın yaşandığı bu sekansta karı-koca birbirlerine dönerler. Hayat devam etmektedir ve bu acıyı sonsuza kadar bu şekilde yaşamamaları gerektiğinin farkına varmışlardır. Burada eksik bir nokta vardır, bunu Hera’nın da kabul etmesinin zamanı gelmiştir.
Hera’nın ise en büyük korkusu bu gerçeklerle baş edememesidir. Rahip Janus, Hera’nın ağabeyine bir şarkı yazdığını ama tamamlamadığını öğrenir. ‘Şarkıyı neden tamamlamıyorsun, yoksa korkuyor musun?’ diye sorar. Hera içindeki korkuyu itiraf edemez, çünkü bilir ki tıpkı kasabadan gidişleri yarım olmakla beraber şarkısı da yarımdır. Aklındakileri yapamaz çünkü onu bu kasabaya bağlayan şeyler vardır, buradan gittiği an ağabeyinden gidecektir. Bu kasaba, yarım kalan şarkı hepsi ağabeyine olan giden bir köprüdür. Ne zaman şarkıyı tamamlarsa, ne zaman bu kasabadan giderse ağabeyini unutacağını arkada bırakacağını düşünür ve Hera bunu kesinlikle istememektedir. En azından düşündüğü budur. Bu nedenle ne şarkıyı bitirmeye ne de kasaban gitmeye cesareti vardır. Bir gün çiftliklerindeki inekleri salıvermesi de bunu özetler. Çiftlikteki inekleri ahırın kapısını açarak dışarı çıkartır ve “artık özgürsünüz” diye bağırır. Ancak bilir ki kendi özgür değildir. Aklından geçen, istediği ise birinin ona kapıyı açmasıdır…
Rahiple konuşması, anlaşıldığını hissetmesi hoşuna gider ve rahibe yakınlaşmak ister ancak rahip Janus sadece işini yapmaya, insanları rahatlatmaya ve bu zor süreci atlatmaları için yardımcı olmaya çalışmaktadır. Bunu Hera’ya güzel bir dille anlatsa da Hera çok sinirlenir ve yine hayal kırıklığına uğradığını düşünür. Büyük bir hışımla kiliseye gider ve orayı yakar, talan eder.
Olaydan sonra bir süre kaçan ve saklanan Hera ailesinin istediği gibi biri olmaya karar verir. Ailesinin yeniden mutlu olduğunu ve hayata devam ettiklerini görünce o da bu durumun devam etmesi için hayatını düzene sokmak ister ve kendisine ilgi duyan arkadaşı Knütür ile evlenir. Görünürde her şey normale dönmüştür ancak Hera içerlerde bir yerde hala kayıptır.
Daha önceden ağabeyi için yazdığı ve tamamladığı şarkıyı bir yapımcı firmaya yollayan Hera’ya bu süreçte cevap gelir. Üç genç Hera’nın yaptığı müziği çok beğendiklerini ve çalışmak istediklerini söyler. Bizzat Hera’nın oturduğu kasabaya gelirler ve canlı bir performans sergilemek isterler. Kızlarına güvenen anne ve babası da tıpkı rahip Janus da dahil olmak üzere o akşam canlı performans için yerlerini almışlardır. Sahneye çıkan ve brutal (böğürerek şarkı söylemek diyeyim) bir vokal ile şarkıyı söylemeye başlayan Hera herkeste şok etkisi yaratır. Çünkü şarkı çok gürültülüdür ve kimse bir şey anlamamaktadır. İzleyicilerden bir kadın “anlamıyoruz şarkıyı, İzlandaca söyle” diye bağırır. Hera durur, şarkıyı kendi dillerinde sakin bir ses tonuyla söylemeye başlar. O dakikada insanlar sözleri anladığı ve anlamlı bulduğu için şarkıdan hoşlanmaya başlarlar, bunu yüzlerinden ve şarkıya eşlik etmelerinden anlarız.
Gençlerin derdini müzik üzerinden öfke ile kusması, özellikle ergen dönemde çok sık karşılaşılan bir durumdur ancak ortada daha ağır bir dram varsa bu müzik artık müzik ile kusulan öfkeden de öte bir hal almaya başlar, konuşma diline dönüşür. Hera’nın yaşadığı olaylar düz mantık bir ergen olayı değildir elbette. Ancak Hera’ya gelen mesaj aynıdır; öfke ile içinde bir şeyleri yaşıyorsun, üzülüyorsun, bağırıyorsun, ama biz anlamıyoruz ne diyorsun?… Filmin pek çok sekansında bu metafora rastlamak mümkün. İçindeki kaos ile tek başına mücadele eden Hera, içindeki öfkeyi dingin ve sakin bir şekilde kusmuştur, rahatlamıştır ve o da şimdi anne ve babası ile birlikte hayatına kaldığı yerden devam edecektir.
Hera ailesinin mutlu olacağı düşüncesiyle evlendiği arkadaşı Knütür’den ayrılmak istediğini söyler. Artık iplerini koparmasının gerektiğinin farkındadır. Arkasına bakmadan yol almasını gerektiğini bilir, ancak ağabeyini de hep içinde yaşatarak.
Son sekansta annesinin Hera’nın dinlediği metal müziğin sesini açarak dans etmesi, sonrasında babasının da onlara katılması birbirlerini anlamaya başladıklarını, birbirleri ile kenetlendiklerini ve yollarına bu şekilde birbirlerini anlayarak devam edeceklerinin işaretidir ki bence burada tamamlanan bir çemberden söz etmek mümkün. Yarım kalmışlıklar, üzüntüler, empati yapamama, anlayış gösterememe ya da anlayamama gibi bir çok olumsuz etken müzikle beraber kaybolup gitmiştir. Hera ağabeyinin hatıralarıyla yaşayacaktır ancak hayatına da aynı oranda devam ederek. Bunu ağabeyinin sevdiği metal müziği dinlemeye devam etmesi ama aynı zamanda ailesi ile dans etmesinden anlamak mümkün. İçlerinde yaşadıkları evlat/ağabey acısı, kopukluk ve çöküşü ortadan kaldırmak sadece ufak bir empati ve anlayışla yol bulmuştur. Ve diyebiliriz ki film derdini çok güzel ve anlamlı metaforlarla destekleyerek açıklamış, farklı bir deneyim ortaya koymuştur.
Metal müziğin sertliği, karanlığı ve bununla beraber eğlenceli yanı tıpkı ailenin çöküşleri ve yükselişleri gibi ince ince filme işlenmiş durumda. Filmdeki müziklerin ne denli kaliteli olduğunu söylememe sanırım gerek yok. Megadeth’ten Savatage’e, Lizzy Borden’dan Tezae kadar pek çok sevilen heavy metal gruplarının şarkıları kullanılmış. Bu da izlerken her ne kadar dramatik bir hikayeye tanık olsak da bizleri aynı zamanda mest eden bir unsur niteliğinde.
İzlanda’nın hüzün dağıtan atmosferi, kaliteli oyunculuklar, bir o kadar dokunaklı hikayesi ve metal müziğin eşsiz dokunuşu ile ‘Metalhead’, her daim baş tacı edilesi bir dram örneği.
Egemen Tokatlıoğlu
elinize sağlık fakat filmi baştan sona kadar anlatarak inceleme yapmak bana doğru gelmiyor.
filmin sonundaki ayrılığa kadar bütün olay akışını anlatmışsınız. her sahneyi anlatmışsınız.
doğru inceleme bu değildir. lütfen sitedeki diğer yazarların incelemelerini inceleyiniz.
teşekkürler.
Cok guzel.. eline saglik :)
İncelemeyi okumadan önce filmi izlemeye ne dersiniz? Yazar inceleme yaparken elbette filmi anlatacak, başka türlü nasıl yapabilir?