Metin Erksan’ın Olay Yaratan TV Filmleri – Bölüm 2

5 Ekim 2015

1974 yılında devletin televizyonu TRT’nin başına gelen İsmail Cem, görevi süresinde Halit Refiğ ve Lütfi Akad’a olduğu gibi Metin Erksan’a da TV için filmler çekmesi teklifini götüren kişiydi. İsmail Cem, CHP-MSP hükümeti değişip AP-MSP-MHP gibi sağ partilerin koalisyonundan oluşan Milliyetçi Cephe hükümeti kurulunca 17 Mayıs 1975 tarihinde bu görevinden alındı. Açılan davada Danıştay’ın bu kararı bozmasına rağmen görevine geri iade edilmemesi sonucu yaşanan tartışmalar, 1976’nın ilk günlerinde halen devam etmekteydi. Değişen hükümetlerin elinde oyuncağa dönüşen TRT kadroları da değiştiriliyordu. Metin Erksan’ın beş hikayesi gösterilmeden birkaç hafta önce TRT’nin -hukuksuz bir şekilde- başında bulunan Nevzat Yalçıntaş istifa etmişti. Bu istifanın ardından TRT, 19 Ocak 1976’ya kadar resmi bir genel müdürden yoksun olarak yayınlarına devam etti.

Öteki Sinema için yazan: Murat Kirisci

TRT o sıralarda hükümet yanlısı yayınlar yapmakla suçlanmaktaydı. Kadın hakları ve kadın-erkek eşitliğinin tartışıldığı bir forum programı, “sakıncalı” bulunduğu için yayından kaldırılmıştı. Buna karşın o sırada TRT’de Televizyon Sinema Danışmanlığına atanan Yücel Çakmaklı’nın yönettiği, denetimden bile geçirilmeden yayınlanan Birleşen Yollar (1970) filmi yeni tepkilere yol açmıştı. (Birleşen Yollar, tipik melodram kalıplarına göre yapılmış, klişe anlatımlarla ilerleyen bir dini yaşam biçimi propagandasıydı.)

İşte bu sırada Metin Erksan’ın gösterilen üç hikayesinden sonra geriye kalan iki tanesi “Hanende Melek” ve “Geçmiş Zaman Elbiseleri” yasaklandı. Bu TRT tarihinin en garip olaylarından biridir. Çünkü filmleri bizzat TRT yaptırmıştı ve kendi yaptırdığı filmleri kendi yasaklıyordu. Bu karar çok büyük tepkilere yol açtı. Yasaklama haberiyle gündem bir kez daha karıştı ve yaşanan tartışmalar beşe katlandı. Peki, bu yasağın nedeni neydi? TRT’den resmi bir açıklama yapılmadığı için bu konuda çeşitli nedenler öne sürülüyordu.

“Biçim ve Detay Bakımından Sakıncalı”

Metin Erksan: “Şoke oldum. Böyle bir şey olamaz!.. Gerekçe neymiş… Hiç değilse yasaklama kararının İdareye mi yoksa Denetleme Kuruluna mı ait olduğunu öğrenebilseydim…”

Tercüman’ın “Denetleme Kurulu Geç Uyandı” başlıklı haberinde, “11 Ocak günü yayınlanması gereken Geçmiş Zaman Elbiseleri ve 18 Ocak günü yayınlanması planlanan Hanende Melek isimli hikayeler Denetim Kurulundan yayın müsaadesi alamadan çıkmışlardır. Bu iki hikayenin de biçim ve detay bakımından sakıncalı görüldüğü ifade edilmiştir.”[i] deniyordu.

12 Ocak tarihli Cumhuriyet’teki haberse şu şekildeydi: “Perşembe sabahı (8 Ocak) kesin olarak bilinen Sabahattin Ali’nin Hanende Melek adlı hikayesinden Seçil Heper’in başrolü oynadığı bölümün yasaklandığı şeklindeydi. TRT Genel Müdür Vekili Doğan Erden ‘Yetkili kişiler biçim ve içerik açısından yayınını uygun görmediler’ dedi. Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Geçmiş Zaman Elbiseleri hikayesinden Ahmet Mekin ve Ümit Tokcan’ın başrolünü oynadıkları yapıt ise TRT’ye ancak geçen hafta perşembe akşamı teslim edildi. Bu sonuncu filmi Denetim Kurulu ile birlikte TV Daire Başkanı Zeki Sözer cuma sabahı izlediler. Ancak Genel Müdür Vekili Doğan Erden tepkilerin büyüklüğünü dikkate alarak, Metin Erksan’ın son iki filmi hakkındaki kararın Yönetim Kurulu toplantısında verilmesini uygun gördü. Cuma günü öğleden sonra toplanan Yönetim Kurulu, gerekli bilgileri aldıktan sonra her iki filmin de gösterilmemesine karar verdi.”[ii]

Oysa “Geçmiş Zaman Elbiseleri”nin kanala ulaştırıldığı tarihte Tercüman çoktan filmin yasaklandığı haberini vermişti. Milliyet’in 9 Ocak tarihli haberi de bunu doğruluyordu. Geçmiş Zaman Elbiseleri filmi, görülmeden yasaklanmıştı…

Metin Erksan 093Ahmet Güner, “Erksan’ın Sazlığı ve Sözer’in Bataklığı” başlıklı yazısında, “Türk Sinemasının yüz akı, belki de yaşayan en büyük sanat adamlarımızdan film yönetmeni Metin Erksan’ın TV için hazırladığı ve üçünü seyrettiğimiz beş hikayelik dizinin ekranlardan kaldırıldığını dün gazetelerden öğrendik. Habere inanmak istemediğimiz, inanılmaz bulduğumuz için Ankara Büromuz kanalı ile TRT Televizyon Dairesi Başkanı Sayın Zeki Sözer’den tahkik ettirdik. Doğruymuş ve bu kararı da bizzat kendileri vermişler.” haberini verdikten sonra, “Böyle bir kararı almaya Zeki Sözer’in ne hakkı ne de yetkisi vardır. Metin Erksan ve filmleri hakkında Zeki Sözer henüz karar verecek bilgi ve yetenekte değildir. Kurum içinde Erksan aleyhinde, çekememezlikten doğan ve dışarıdaki komünistlerin Erksan’a hiddetinden de cesaret alan bir fesat tatbikata konmuş ve Türkiye’nin bir numaralı film sanatçısı Türk milleti önünde onur kırıcı bir duruma düşürülmüştür.”[iii] diyerek hem TRT yönetimini hem komünistleri suçluyordu.

Aynı gün bir başka sağcı gazete olan Tercüman’da ise Metin Erksan hakkında söylenmedik şey bırakılmıyordu. “Peki Bu Milyonların Hesabını Kim Verecek?”[iv] başlıklı, yanlış bilgilerle dolu bir haberde, yayından kaldırılan son iki filmin maliyetinin 800 bin lira olduğu, tüm filmlerin 2 milyona çıktığı, Metin Erksan’ın halkın vergilerini boşuna çarçur ettiği, üstüne de filmlerin yasaklanmasıyla harcanan paraların çöpe gitmiş olduğu söyleniyordu.

Tercüman’ın iki gün sonraki sayısında ise Nazlı Ilıcak konuyla ilgili en aklı başında yazıyı yazmıştı: “Kanaatimizce Metin Erksan üç hikayeyi de çağdaş bir anlatım ve görünüm içinde seyirciye sunabilmiş ve Türk rejisörlerinin de gişe endişesinden kurtuldukları takdirde, seviyeli filmler yapabileceğini göstermiştir. Seçilen hikayelerin heyecanlı olaylar zincirinden ziyade kahramanların iç dünyalarını aksettiren, arzuları, duyguları, hissi çelişkilerini sergileyen eserler olması ve bu yüzden seyirciye inememesi tenkid edilebilir. Hadiselerin çok yavaş cereyan ettiği, hikayelerin sürükleyici olmadığı ileri sürülebilir. Ama bütün bu eleştiriler filmlerin sanat değerini azaltmaz. Ayrıca Türk Sinemasını temcid pilavı gibi hep aynı konular etrafında dönmekten kurtardığı ve daha geniş ufuklara yönelttiği için takdire şayandır. Bu hikayelerde sonradan şöhrete ulaşan bir sanatkarın hayatı, zengin erkeğe aşık olan fakir kızın hayalleri veya ağanın hışmına uğrayan köylünün kaderi anlatılmamıştır. Metin Erksan seçtiği eserlerle, yıllar yılı konuşula konuşula ezberlenmiş, başından itibaren sonunun ne olacağı kestirilen konular etrafında dönme dolap gibi dolaşıp durmamıza son vermiştir. Eğlendirici olduğu kadar eğitici özelliği de bulunan TV’nin halka belirli bir sanat sevgisini aşılamağa çalışması gerekir. Seyirciye hitap etmediği, onların seviyesine uygun düşmediği gerekçesiyle yasaklama kararı alınmışsa klasik batı musikisi yayınlarının varlığı, ileri sürülen iddiaları kolaylıkla çürütebilir.”[v]

Vecdi Bürün öne sürülen “seyircilerin istememesi” nedenine karşı çıkıyordu: “Evelene gevelene halkın bu filmleri sıkıcı bulduğu ileri sürülüyor. Çoğunluğun hele sanatta çoğunluğun beğendiğini beğenmek diye bir kanun bulunmadığını hepimiz biliyoruz ve eğer çoğunlukta kalacak, onun sözünden çıkmayacaksak, operaların, devlet tiyatrolarının kapılarına kilitler asmak gerekir. (…) Asıl gülünç olan Erksan’ın gerçekten sanat eseri filmlerini yasakladığı söylenen TRT’nin “halkın sıkıldığı” gerekçesini karşımıza çıkarmasıdır. ‘Nasır teşekkülünün önlenmesi’ konusunda açık oturumların seyirciliğine layık görülen halkımız bu yepyeni bir anlayışla yapılan filmlerden sıkılmıştır.”[vi]

Denetleme Kurulundan filmlerin yayın izni alamamasının gerekçesi belirsizdi. “Biçim ve detay bakımından sakıncalı” ne demekti? Bu konuda öne çıkarılan ilk görüş, yasaklamanın asıl nedeninin, Hanende Melek hikayesinin yazarının Sabahattin Ali olmasıydı…

Bir Faşist Hastalığı Olarak Sabahattin Ali Alerjisi

Yavuz Özkan: “Metin Erksan’ın yayınlanan üç filmini beğenmedim. 1- Özü bakımından beğenmedim. 2- Seyirciyi sıkacak, bunaltacak kadar temposuz olmasından dolayı beğenmedim. Ama beş hikayeden kalan ikisinin yasaklanmasına şiddetle karşıyım. Ve yasaklanma kararının sanki önce gösterilen üç filmin başarısızlığıymış gibi gösterilmesini kınıyorum. İnanıyorum ki yasaklama kararının alınmasının tek nedeni Sabahattin Ali hikayesi olmasıdır.”

Demirtaş Ceyhun: “Sanat özgürlüğüne vurulan bu darbeyi protesto ediyorum. Bu karar Sabahattin Ali ve Ahmet Hamdi Tanpınar’a, dolayısıyla düşüncelere karşıdır. Metin Erksan’ın filmlerinin tartışılması TRT’ye düşmez. Metin Erksan’ın burada savunulması gerekir. Metin Erksan da bir sanatçıdır. Çektiği filmlere istediği yorumu getirmek kendi hakkıdır. Bu hakkı savunulmalıdır.”[vii]

Ali Gevgilili ise iki filme konan yasakla ilgili tarihten bir örnek vererek, Fritz Lang’ın Dr Mabuse adlı filminin, çok önceden Hitler’in yükselişini haber verdiğini, Caligari’nin Kabinesi’nden Metropolis’e kadar Alman Sinemasının, ardından korkunç bir terör zincirini çekecek olan yepyeni bir dönemi ifşa ettiğini söylüyordu. Bu yaklaşan dönem, “iktidara gelir gelmez yapacağı ilk iş Caligari’den Mabuse’e tüm korku filmlerini yasaklayacak olan faşizmden başkası değildi.”

Yasaklarla ilgili bu gerçekler Türkiye’de o günden beri geçen 40 yılda hiç değişmedi. İktidarlar hala sanat üzerindeki baskı ve yasaklarını sürdürüyor. Egemen güçler faşistçe uygulamalarla kendine en ufak eleştiri izleri gördüğü yapıtları ve sanatçılarını yok etmeye çalışıyor. Ali Gevgilili, yayınlanmış olan filmlerin içeriklerinde bu eleştiriler olduğu için sonrakilerin de yasaklandığını ileri sürüyordu:

“Caligari ya da Mabuse belirli bir tarih anında Alman toplumu için neyi simgeleştirmişlerse Müthiş bir Tren ve Bir İntihar da aynı işlevi yüklenmişlerdi. Düzenin konformizmi, dehşet görüntülerini sonuna kadar seyretmeye katlanamadı. Erksan’ın öteki filmlerini yasakladı; tıpkı başka bazılarının da kitap ya da düşünceleri yasaklamak istediği gibi. Hem de, halk yığınlarını öne sürerek… Oysa 20. yüzyılda her büyük bunalımdan sonra, yasaklanan ya da yakılanlara herkesten ve her şeyden önce, her zaman halk sahip çıktı. Demokratik bir dünyanın güzel aydınlığından, düşüncelerin özgürce boy verdiği Türkiye’mizin bağımsız yarınından başka hiçbir özlemi olmayan Türk halkı da, bunalımını aştıkça, aşmakta olduğu gerçekliği yansıtan sanatın elbet sahibi olacak. Bir gün, mutlaka…”[viii]

Ne yazık ki o günlere daha çok vardı…

Yasaklara Karşıyız, Ama…

9 Ocak’ta Türkiye Yazarlar Sendikası 2. Başkanı Bekir Yıldız’ın akıllara durgunluk veren şu açıklaması yayınlandı:

“Henüz kesin olarak şunu bilmiyoruz: Metin Erksan’dan seyrettiğimiz üç filmin, haklı olarak kamuoyunda sert tepkilere yol açmasından ötürü mü, yoksa yalnızca devrimci yazar Sabahattin Ali’nin isminden ötürü mü TRT Hanende Melek’i yasaklama kararı almıştır? Biz Türkiye Yazarlar Sendikası olarak, Metin Erksan’ın halkımızın parasıyla, kendi beğenisine uygun filmler yapmış olmasını, seçtiği hikâyelerdeki içeriği, toplumumuza olumlu yönde iletilecek hiçbir mesajı olmadığını saptadığımızdan, bu yolda Türk edebiyatı adına bir protesto yapmak üzereydik zaten. Şimdi devrimci yazar Sabahattin Ali’nin isminden ötürü uygulandığını sandığımız bu yasaklama kararı karşısında alacağımız tavır yeni bir boyut kazandı. Metin Erksan’ın halkımıza ters düşen seçimi, seçiminden çok anlatım biçimi ve sanat anlayışı dolayısıyla, TRT’nin ta başından beri Metin Erksan’ı kapı dışarı etmesi gerekirken, devrimci yazar Sabahattin Ali’nin ismini bile yasaklamaya kalkışmış olmasını protesto ediyoruz. Ve sakın ola, bu yasaklama kararı karşısında Metin Erksan’ın yapmak istedikleriyle, Sabahattin Ali’nin yaptıkları aynı kefeye konmasın.”[ix]

Metin Erksan’ın kapı dışarı edilmesi gerektiğini söyleyen Bekir Yıldız, yasağı onaylayan şu sözleri de sarf ediyordu: “Sabahattin Ali’nin en değerli hikayesini de ele alsa onu da çarpıtacaktı. Metin Erksan’ın elinden çıkmış bir Sabahattin Ali hikayesinin gösterilmemesine belki de sevinmek gerekir.”[x]

Bekir Yıldız sevinedursun, henüz iki hafta önce Yazarlar Sendikası Başkanlığına seçilmiş olan Aziz Nesin’in sözleri bir başka şok etkisi yaratıyordu. Aziz Nesin bir anda bir sinema bilimciye bir sinema duayenine dönüştüğü demecinde, “Ben bütün yasaklamalara karşıyım. Ancak Metin Erksan’ın yaptığı filmlerin televizyonda gösterilmesine de karşıyım. Erksan’ın yaptığı filmlerdeki hikayeler yanlış seçilmiş. Seçilen hikayeler yanlış yorumlanmış. Yapılan filmler karamsar ve kötümser bir mesaj getiriyor.” diyordu.

Kendi kendine çelişmekte olan sözler eden Aziz Nesin’in hiçbir yayın ilkesini ihlal etmeyen bir sanat eserinin gösteriminin, sırf karamsar ve kötümser mesajlar verdiğini düşündüğü için yasaklanmasını istemesi dehşet vericidir. Metin Erksan bu sözlere şöyle karşılık vermişti:

“Bence bu yasaklanmadan daha önemli olan şey, yasaklanma nedenleri üzerine çıkan yazılarla, çeşitli derneklerin kendi görüşleri doğrultusunda yayımladıkları bildirilerdir. Türkiye Yazarlar Sendikası bu yasaklama kara­rı üzerine Sabahattin Âli’ye olanca gücüyle sahip çıktı, Ah­met Hamdi Tanpınar’dan hiç söz etmedi. Böylece görüldü­ğü gibi, Tanpınar, Sabahattin Âli’ye feda ediliyor. Pekiyi… Tanpınar’a kim sahip çıka­cak? Oysaki Tanpınar’ın sanat anlayışı üzerindeki tartışmalar daha hâlâ güncelliği­ni koruyor. Bir de Yazarlar Sendikası, Sabahattin Ali’ye tanıdığı sanat özgürlüğünü bana, Metin Erksan’a tanımıyor. Hatta benim kapı dışarı atıl­mamı öneriyor. Bu ne biçim sanat özgürlüğünden yana olmaktır… Anlayamadım.”

Lütfi Akad’a da konuyla ilgili fikri sorulmuştu:

“Bu filmlerde ticari amaçların ötesinde kişisel bir takım olumlu çabalar vardır. Bu çabaları beğenip beğenme­mekle, bir resim sergisini be­ğenip beğenmemek arasında bir fark yoktur. Çünkü bu film­lerde ilk defa bir sanatçıya özgür çalışma olanakları sağlanmıştır. Sanatçının özgür ol­masını savunan ya da savun­ması gereken Yazarlar Sen­dikasının bu filmlerden bazılarının yasaklanması konusun­da yayınladığı bildiriyi ise kişisel olarak ayıplarım. Ayrıca bu bildirinin sanatçının özgür olması gerektiğini savunan bir dernek tarafından kaleme alınması ise utanç vericidir.”

Aziz Nesin ve Bekir Yıldız’ın bir sanat eserinin yasaklanmasını savunmalarına neden olan neydi? Buna hiçbir haklı neden gösterilemez. İki yazarın, edebiyat-sinema ilişkisi hakkındaki yanlış bilgilerinin/düşüncelerinin onları bu bahtsız duruma düşürdüğü açıktır. “Yazarlar” Sendikası Başkanının, seçilen eserlerin yanlış olduğunu söylemesi öncelikle o eserlerin yazarlarına saygısızlıktı. Herhalde Aziz Nesin seçilen öykülerin kendilerine de danışılarak bir kurul kararıyla belirlenmesini istiyor olmalıydı. Fakat bunun için, Metin Erksan’ın filmlerinin yasaklanmasını istemesi değil, düşündüğü gibi bir uyarlama çalışması neyse o projeyi TRT’ye sunması gerekirdi. Seçilen hikayelerin yanlış yorumlandığı düşüncesiyle bildiri yayınlamak ise, herhalde Yazarlar Sendikasının görevi olmasa gerek.

Televizyonda Ne Gösterilmez?

Giovanni Scognamillio: “Erksan’ın kar­şısında -sinemaya benzeyen fakat sinema olmayan- bir TV ve de bu TV’nin şartlandırılmış 20 milyon seyircisi var­dı; belki çoğu Erksan’ın önceliğini gereği ile bilmeyen, tanımayan, küçük ekranda izlediği öyküleri sağlıklı bir görünümün içine yerleştiremeyen… Erksan, kuşku­suz, seyirciyi ‘eğlendirmek’ için yola çıkmamıştır; seçtiği öykülerin ötesinde kendi yo­rumunu, kendi dünyasını, hatta -ve neden olmasın- kendi kişisel sorunlarını aksettirmek ihtiyacını duymuştur. Fakat acaba TV’de bu tür bir tu­tum geçerli mi, savunulabilir mi? Belki asıl sorun burada.”[xi]

Mahmut Tali Öngören ve Akşam Gazetesinden Aydemir Dirim yazılarında sık sık Metin Erksan’ın filmlerinin televizyonda gösterilmemesi gerektiğini, TV seyircisinin değil, yalnızca konuya meraklı olanların(?) bu filmleri görmesi gerektiğini söylüyorlardı.

Gerçekten de bu tür bir film TV’de gösterilmemeli miydi? Bu filmlerin, bugünkü pek çok TV yasaklarının nedeni olarak öne sürülen, halkımızın ahlak yapısını bozduğu da yoktu. Ama bazı aydınlarımız herhalde halkımızın sanata bakışlarının ve farklı anlatımlar görerek akıllarının da bozulmasını istemiyordu.

Filmler Sakıncalı mı Değil mi?

19 Ocak’ta çıkan bir haber ise filmlerin aslında Denetleme Kurulundan sorunsuz şekilde geçtiğini gösteriyordu. Bir denetçi, Cumhuriyet muhabirine verdiği demeçte, “Her iki film de, Genel Müdürlük kademesinde denetimden geçmiş ve yayınları uygun görülmüştür. Bu kademedeki denetimden sonra, Sözer’in yetkisi yasaklama de­ğil, erteleme olabilirdi. Sözer kararının tepkileri­ni görünce, konuyu Yönetim Kuruluna götürdü. Kurulun verdiği yasaklama kararından sonra da ‘Yedinci Sanat adlı bir programda geç saatte yayınlanacak’ açıklaması yapıldı. Oysa Yönetim Kurulu kararları kesindir. Bu nasıl şey?” demişti.

Demek ki filmler Denetim Kuruluna göre sakıncalı falan değildi. Ama birileri için sakıncalı olduğu ortadaydı. Bu gerçeğin açığa kavuşmasından sonra Metin Erksan yaptığı açıklamada “Türkiye’de daha önce sinema filmleri de yasaklanmıştı. Yasaklama kararlarını, halkımızın ‘Sansür’ dediği, İçişleri Bakanlığına bağlı Merkez Film Kontrol Komisyonu alır. Komisyonun kararlarında da, o gün siyasal iktidarı elinde bulunduran güçlerin düşünce eğilimi etkili olurdu. Şimdi anlaşılıyor ki, TV’deki idari yönetim de, var olan siyasal iktidarın eğilimine bakıp böyle bir karar vermiştir.”[xii]

TRT’nin Eleştirilere Yanıtı

TRT Program ve Yayın Planlama Müdürü Özdemir İnce kamuoyuna bir açıklama yapmak zorunda kalmış ve şöyle demişti:

“Başkanlık denetçileri, müdürü bulunduğum Program ve Yayın Plânlama Müdürlüğüne bağlıdır. Bizim denetçilerimiz de bu beş öykünün yayınlanmasını uygun görmüş­tür. Ancak TV’de son karar, TV Dairesi Başkanlığına ait­tir. TV Dairesi Başkanlığı, bu iki filmi şimdilik kaydıyla ya­yından kaldırmıştır. Sözlü ya da yazılı bir yasaklama söz konusu değildir. Beş öykünün tümünün 1 Ekim’de yayınına başlayacağımız Yedinci Sa­nat programı içinde yer almasının başkanlıkça düşünüldüğünü öğrenmiş bulunuyorum. Bu konuda bize herhangi bir emir verildiği takdirde yayınını planlarız. Beş öyküden ‘Geçmiş Zaman Elbiseleri’ hariç dördünü gördüm. Bir sanatçı olarak beğendim. Bu sinema dilinde bir denemedir. Diğer ikisinin de gösterilmesini isterdim.”

TV Daire Başkanı Zeki Sözer ise son iki filmin yasaklanma gerekçesini anlatırken Özdemir İnce’yi yalanlamakla kalmayıp aşağıdaki korkunç açıklamayı yapıyordu:

“Bu filmler alışılmış Türk filmleri gibi değildi. Özellikle Geçmiş Zaman Elbiseleri, Erksan’ın yaptığı beş film içinde belki en alışılmamışıdır. Bu yüzden yasaklandı. Hanende Melek ise sinematografik anlatım bakımından farklı bir şey getirmiyor. 45 dakikalık filmin 17 dakikası Seçil Heper’in konseriyle geçtiğinden yayınlanmasında sakınca gördük.”[xiii]

Zeki Sözer, Geçmiş Zaman Elbiseleri’nin alışılmamış bir anlatım içerdiği için, Hanende Melek filminin ise yeni bir anlatım içermediği için yasaklandığını söyleyerek kendi kendini çürüten saçma sapan açıklamalar yaparken, TRT’de “o yıllarda” eserlerin nasıl ipe sapa gelmez ölçülerle değerlendirildiğini de ortaya koymaktaydı.

Zeki Sözer’in keyfi bir kararla filmleri yasaklamış olduğu, şu demecinden de kolayca anlaşılabilir: “[Metin Erksan’ın] ‘Kendim için yaptım’ demesini doğru bulmadım. Sayın Metin Erksan filmlerinde sadece rejisör değil, müziklerini derleyen kişi olarak da imzası çıkıyor (Peki kimin imzası çıkmalıydı??). Kim olursa olsun, devletten aldığı milyonlarla kendi propagandasını yapamaz. Filmleri yasakladığımız için ‘Onlar ne anlar filmden?’ diyebilir… Ama o ne derse desin, bizim için önemli olan seyircinin düşünceleridir.”

İşte televizyonların on yıllardır içinde olduğu düşünce yapısını apaçık ifade eden sözler. Üstelik bunu, kar amacı güden bir özel televizyon değil, bir devlet kurumu olan TRT’nin TV daire başkanı söylemektedir. Türkiye’de televizyonlar yalnızca “rating”in ne dediğine bakar, seyircilere yeni şeyler gösterme, seyir zevkini artırma, sanatsal ve kültürel bakış açılarını geliştirme adına hemen hiçbir çabaya girişmez. Halka hemen hemen tümüyle ulaşmanın en kolay yolu olan televizyon, halkın gelişimi için değil, onu uyutup propagandalar yapmak ve ürün satmak için kullanılır. Gün boyu sadece ürün satışı ve reklamı yapılan kanallar, televizyonun özeti olmuş haldedir.

Bir başka acı gerçek ise TRT’nin asla kurumsallaşmış bir kurum olamadığıdır. Her yeni hükümetle yayın politikası değişen bir yayın organının tarafsız yayın ilkelerinden bahsedilemez. Siyasal yetkenin propaganda aracı olarak kullanılan TRT, acaba Zeki Sözer’in dediği gibi bu filmleri yalnızca seyirci tepkisi yüzünden mi yasakladı?

Metin Erksan boşuna isyan etmekteydi:

“Onlara sorarım; şimdi mi akılları başlarına geldi? Filmlerin hikaye seçimini bana bıraktılar. Seçtim götürdüm. Okudular onayladılar. Senaryolarını yazdım götürdüm. Denetim kurullarından onayla çıktı. Bunun üzerine çekime başladım. Filmler hazırlandı, oynamaya gelince yasaklama kararı çıktı. Neymiş? Halk tepki göstermiş…”[xiv]

Halkın Sokağa Atılan Milyonları

Milliyet Sanat’ta, Mehmet Selim imzasıyla çıkan yazıda; yayınlanan üç film, Metin Erksan, ekspresyonist sinema ve halkın boşa harcanan paralarıyla ilgili, trajik ifadeler bulunuyordu: “Müthiş Bir Tren, Sazlık, Bir İntihar adlı kısa öykü filmleri TV seyircilerinin karşısına öylesine çağdışı, öylesine tu­tarsız bir sinema örneği koydu ki, bunlara bakarak Metin Erksan’ın tüm filmografisini kuşkuyla karşılamak, yeniden değerlendirmek zorunlu olmaktadır.” diye başlayan yazıda Metin Erksan’ın Exorcist gibi “zararlı” filmleri aynen kopyaladığını, sapık ve hastalıklı bir dünya görüşünün ürünü olan ekspresyonist Alman Sinemasına ve Fransız Gerçeküstücülere özendiğini ifade ettikten sonra konuyu Beş Hikaye için harcanan paralara getiriyordu:

“Sinema sanatçısı böylesi de­neyleri gerçekleştirmek yolunda dünyanın hiçbir ülkesinde bir radyo televizyon kurumunun koruyucu kanatları arasına sığınıp, sırtını dev­let parasına dayayarak har vurup harman savurmak özgürlüğüne sahip olamaz ve kimseye hiçbir TV kurulu­şunda bugüne değin bu tür bir parasal hovardalık olanağı sağlanmamıştır.”

Metin Erksan 092

Yazarın Metin Erksan ve genel olarak sinemayla ilgili verdiği görüşleri ciddiye almaya olanak yoktur. Ama o zamanlar daha pek çok kişinin diline dolamış olduğu, Metin Erksan’ın sırtını devlete dayayarak, har vurup harman savurarak boşa harcadığı milyonlar konusu üzerinde durmak gerekir.

Metin Erksan’ın hazırladığı beş filmden üçü siyah beyaz, ikisi ise renkli çekilmişti. Geçmiş Zaman Elbiseleri ve Hanende Melek, Türkiye’de TV için çekilen ilk renkli filmlerdir. O sırada henüz TRT renkli yayın yapmaya başlamamıştı ama yurt dışında renkli yayınlara geçilmiş olduğundan artık siyah beyaz yapımların satışı gerçekleştirilemiyordu. Son iki filmin renkli olması Metin Erksan’ın ısrarıyla gerçekleşmiştir. Beş filmin henüz TRT’de yayınlanmadan önce Eurovision kanalıyla yurt dışı satışları da gerçekleşmişti.

Gazetelerde filmlerin bütçesi önce bir milyon, ardından 2 milyona çıkmıştı. Yok mu artıran diyerekten en son 2,5 milyon miktarları yazılmaya başlanmıştı. Peki, bu filmler gerçekten kaç liraya mal oldu?

Metin Erksan, çeşitli gazete ve dergilerdeki röportajlarında gerçeği açıklamıştı, Burhan Felek’in köşesinde yayınladığı mektupta da ayrıntılarıyla tekrarlıyordu:

“Hazırlanan filmler, fazlası var eksiği yok, 225 dakikadır. Bu 225 dakikanın 100 dakikası renkli, 125 dakikası siyah-beyaz ve 35 mm. olarak çekilmiştir. Beş ayrı filmde, beş ayrı kadro ve çeşitli mekânlar kullanılmıştır. Filmler; konuş­ma, müzik, effect olarak üç kere seslendir­me işlemi görmüştür. Beş ayrı filmin, senaryo yazımından birinci kopyanın televizyonda gösterilmesinin sonuna kadar, her türlü vergiler dahil, bütün giderleri 948.000 (dokuzyüzkırksekizbin) T.L.’dir. Bütçeyi her an TRT muhasebesinde denetleyebilirsiniz. Bugün ortalama 90 dakikalık renkli bir Türk filmi en aşağı 700.000 T.L.’ye mal olduğuna göre, beş filmin bütün vergiler dahil 948.000 T.L.’sına mal edilmesi bilmem ne derece devlet parasını boş yere “denemeler”le sarftır. Beş film sudan ucuza mal olmuştur. Cumhuriyet devrinde, devletin bundan ucuza yaptırdığı hiçbir şey yoktur. Kaldı ki, kültür ve sanat işlerinde az veya çok para, endaze olarak kullanılamaz.”[xv]

Metin Erksan, belirttiği bütçenin her Türk vatandaşı tarafından TRT’den kontrol edilebileceğini de belirtmişti.[xvi] Burada bir başka fiyaskoyla daha karşılaşıyoruz. Gazetelerde günlerce, harcanan milyonlarla ilgili yazılar yazan hiçbir gazeteci zahmet edip TRT’den filmlerin bütçesini öğrenmemişti. Ordan burdan duydukları/okudukları rakamları hemen gerçek kabul ederek, “Boşa harcanan milyonlar!” diye yaygarayı koparmışlardı. Bu yazının 1. bölümü dahil alıntılar yapılan hiçbir yazar işin aslını kaynağından öğrenme gereği duymamış ve yalan yanlış haberler yazmaya, bu yanlışlar üzerine yanlış yorumlar yapmaya devam etmişlerdi.

Geçmiş Zaman Elbiseleri ve Hanende Melek filmlerinin yasaklanmasıyla ilgili tartışmalar Ocak sonuna kadar devam etti. TRT’ye olan tepkilerde hiçbir azalma yoktu.

“Türk edebiyatının bu değerli isimlerinin değerli eserlerini en güzel biçimde görüntülemiş olan Metin Erksan’a saygı duymayan ‘Yasaklayıcılar Kurulu’ üyeleri suçludurlar. Türk edebiyatına, Türk sanatına ve dolaylı olarak Türk insanına hakaret etmişlerdir. Bu hakaretlerini geri almaları elzemdir. Vakit geçirmeden, kamuoyu önünde, Türk edebiyatından, Türk sanatından ve Türk insanından Erksan’ın kişiliğinde özür dilemelidirler.”[xvii]

Kimse özür dilemedi. Filmlerin akıbeti de bilinmiyordu; TRT arşivlerine mi terk edilecek yoksa bahsedildiği gibi dokuz ay sonra başlayacak olan Yedinci Sanat programında mı gösterilecekti? Eğer bu programda gösterilecekse neden şimdi yasaklanmışlardı? Yasaklayan kişilerin ağzından bile geçerli bir neden duyulamıyordu. Sonra bir gün sessiz sedasız, filmlerden biri yayın programına konuldu. Yasaklamanın üzerinden yaklaşık bir ay geçtikten sonra 12 Şubat akşamı Geçmiş Zaman Elbiseleri’nin gösterileceği duyuruldu…

19 Ocak 1976’da Şaban Karataş resmi olarak TRT Genel Müdürü olmuştu. Metin Erksan’ın filmleriyle ilgili süregiden tartışmalara herhalde bir son vermek istemiş olacak ki, yasaklanan filmlerin gösterilmesine karar vermişti. Fakat bu kararı tek başına almış olması yine -kağıt üzerinde- TRT yönetmeliklerine uygun sayılmazdı.

Filmlerin gösterileceği duyuruldu duyurulmasına ama o akşam televizyon başına geçenler Geçmiş Zaman Elbiseleri yerine “Zincir ve Nehir” (The Chain and the River – 1958) adlı yabancı filmle karşılaştılar. (Zincir ve Nehir, 30 dakikalık bir TV dramasıydı) Çünkü “son dakikada Yöne­tim Kurulunun yasağını kimsenin değiştirme yet­kisi olmadığı hatırlanmıştı.”[xviii] İşin garip tarafı “Zin­cir ve Nehir” de bir önceki hafta “moral bozucu” olduğu gerekçesiyle TRT tarafından yayından kaldırılmıştı.[xix]

TRT’deki yayın karmaşasının son hızla devam ettiği anlaşılmaktaydı. Ertesi gün Hıncal Uluç şöyle haber veriyordu: “İster inanın ister inanmayın ama TRT program bültenine koyduğu için yazmağa mecburuz. Metin Erksan’ın çektiği Eski Zaman Elbiseleri perşembe günü bir kere daha programa kondu. Filmi Yönetim Kurulu yasaklamıştı. Tekrar programa konurken yasak kalkmamıştı ama Karataş olumlu karar çıkartacağından emin olmalı ki ‘koyun’ dedi. Biz gene kaydı ihtiyatla yazalım, ne olur ne olmaz.”[xx]

Neyse ki başka bir değişiklik olmadı ve 19 Şubat akşamı Geçmiş Zaman Elbiseleri gösterildi.

Geçmiş Zaman Elbiseleri

Geçmiş Zaman Elbiseleri, Metin Erksan’ın aşk anlayışını haykıran bir başka filmidir. Odasının ortasındaki çevresine kitap ve dergiler yayılmış yatağında, sevgilisinin resimleriyle kaplı duvarların arasında, onunla buluşacağı saati bekleyen Ahmet’le başlar film. Telefonda konuşurken, onu nasıl sevdiğini, ne kadar aşık olduğunu abartılı şekilde söyler Alman sevgilisi Keti’ye. Keti onun bu aşırılıklarını garip bulsa da beğenmektedir ve hatta bunun için ona aşık olmuştur. Keti’nin, resmini seven Halil’e bu garip ve aşırı sevgiden dolayı aşık olan Meral’den hiç farkı yoktur. Ahmet de bir başka Halil’dir.

Geçmiş Zaman Elbiseleri 1

Ahmet’in aşkı; sevgilisiyle buluşmasına engel olacak bir neden ortaya çıkmasın diye, buluşacakları saate kadar evden çıkmak istememesine varacak denli güçlü/hastalıklı bir sevgidir. Ahmet’in bu saçma paranoyasını garip buluruz. Ama hemen ardından bir arkadaşı gelip, birlikte dışarı çıkmalarını, gezip eğlenip yemek yemelerini, kumar oynamalarını önerir. Ahmet bu teklife direnmeye çalışır, hatta tanrıdan bu teklife karşı koyma gücü dilenir.

Ahmet’in, birkaç saat sonra buluşacağı sevgilisine, sanki yıllar boyu beklemesi gerekiyormuş gibi konuştuğu ve buluşamamaktan sebepsiz yere korktuğu sahneler hemen bizi alarma geçirmelidir. Ahmet aslında sevgilisiyle buluşmayı istemez, hatta korkmaktadır bundan. Aynı Halil gibi, yalnızca bir resmi sever/sevmek ister Ahmet. Eğer resmin gerçeğiyle karşılaşırsa arzuladığı müthiş aşkın yerle bir olması ihtimali vardır. Böylece filmin devamı hatta bütünü, Ahmet’in asıl yaşadığı aşkın yine “rüyası” bir anlatımına dönüşür.

Ahmet arkadaşına aslında isteyerek boyun eğer. Hatta belki bu arkadaşı, gitmesine engel olsun diye kendi kafasında uydurduğu bir öğe olarak bile düşünebiliriz. Ahmet kumar masasında içer, vakit geçirir. O sırada yine Keti’yi hayal eder. Ve birden saat buluşacakları 02.30’u gösteriverir. Sevgilisiyle buluşmak için güya evden bile çıkmayacak olan Ahmet vaktin nasıl geçtiğini anlayamamış, saat iki buçuk olana kadar bunun farkına varamamıştır. Bunun devamında taksi durağını arayıp araç ister ama işe bakın ki gecenin o saatinde durakta hiç taksi yoktur. Bunun üzerine Ahmet koşmaya başlar ama kendine bir başka engel yaratır ve düşerek bayılıp kalır.

Uyandığında kendini bilmediği bir evde, eski zamanların giysilerine bürünmüş mankenlerle dolu bir odada bulur. Bu mankenler arasında dolaşırken büyük bir resim dikkatini çeker ve resimdeki kıza görür görmez aşık olur. Bir süre sonra kız, üzerinde Bin Bir Gece Masalları’ndan fırlamış gibi bir giysiyle onun yanına gelir. Ahmet artık Keti’yi ve onunla buluşması gerektiğini çoktan unutmuştur. Kız ona babasının hasta olduğunu ve onu hiçbir yere bırakmadığını söyler. Eski giysiler giymesi de babasının bir merakından ileri gelmektedir.

Ama işin aslı, Ahmet’in, oluşturduğu hayalde/rüyada bir masalın içinde yaşamak, bir masal kızına aşık olmak istemesidir. “Sizi kapıdan içeri girerken görünce kendimi bir masal dünyasında sandım.” Metin Erksan bu düşünceyle evi masallardaki gibi bir saray olarak seçmiştir. Eski zaman giysilerinin bulunduğu salonda, bu masallardaki tutsak kızların vazgeçilmez sembolü altın kafesteki kuş bile vardır. Hatta bir yerde kız Ahmet’e, bu eski zaman giysileriyle dolu evde kendini “babasının uydurduğu bir masalın kızı” gibi görmeye başladığını söyler ve ekler “İçime, bir başkasının gördüğü bir rüya olarak kalmanın korkusu çökmeye başladı.”

Geçmiş Zaman Elbiseleri 2

Ama Ahmet gerçek ve bitmeyecek aşkı yaşayabileceği bu masal dünyasında kızla beraber olabilme olasılığını da hemen yok eder. Babası zannettiğimiz kişi aslında kızın kocasıdır. (Bu engelin bir üretim olduğu, Ahmet ilk “kızınız” diye konuştuğunda adamın tepki vermemesi, ama ikinci kez bundan bahsettiğinde adamın sanki ilk kez duyuyormuş gibi kahkahalarla gülerek, kızın aslında karısı olduğunu söylemesiyle daha da belirginleşir.) Adam genç karısının bir hastalıktan muzdarip olduğunu ve bazen böyle kendini kaybedip hikayeler uydurduğunu söyler. Ahmet mecbur buna inanır ve adamın ısrarıyla uyku hapları alıp geceyi orda geçirir. Ama sabah uyandığında ne yatak ne adam ve kız ne eski zaman elbiseli mankenler, hiçbir şey yoktur bu saray gibi evde. Ahmet boş koridorlarda odalarda boşuna onları arar durur.

Sonuçsuz arayışından sonra evine geri döner. Bir an yatağında dün gece gördüğü masal kızını görür. Siyah saçları yatağa serilmiş uyumaktadır. Ama aslında bu peruk takmış olan Keti’dir. Ahmet randevularına gelmeyince o Ahmet’in evine gelmiştir. Ahmet’in Keti’yi siyah perukla görmesi, gerçek sevgilisini hayal olanla birleştirme çabasıdır. Ama tabi ki bu imkansızdır. Keti peruğunu çıkarır ve yine eski Keti olur. Ama Ahmet artık Keti’yi değil asla ulaşamayacağı masal kızını, bir hayali, bir resmi sevmektedir.

Masal kızının, adamın kızı mı yoksa karısı mı olduğunu asla bilemeyiz. Ama zaten bunun bir önemi yoktur. O sadece kavuşmayı önleyen ve böylece aşkın sürmesini sağlayacak olan bir engelden ibarettir. Ahmet Keti’nin yüzüne masal kızını anlatırken “Gerçekten kızı mıydı, yoksa karısı mı, ne olursa olsun… bence önemli olan o kızın kişiliğiydi” der. Bu andan sonra Keti’nin sitemleri artık duyulmaz olur, Ahmet’e bir şeyler söylemektedir ama ağzı hareket eden bir resimden ibaret kalır.

Filmin sonunda Ahmet’in o masal kızını iki yıl aradığını öğreniriz. Aynı Sazlık’taki gibi tahta bir iskele üzerinde denize bakarak sanki onu bekler. Bir gün bir yatta kızı görür, onu sevdiğini haykırır ama babası/kocası da yattadır ve hızla uzaklaşırlar. Ahmet arkalarından boşuna “Gitme!” diye bağırıp durur. Kavuşmaları olanaksızdır çünkü film boyunca yaptığı gibi Ahmet gerçeği değil, ulaşılamayacak olan hayali sevmeye devam etmelidir. Filmin başlarında masal kızına dediği gibi: “Sizi bir rüyada buldum, gerçekte kaybetmek istemem…”

Geçmiş Zaman Elbiseleri gösterildi ama filmin neden yasaklanmış olabileceğiyle ilgili hiçbir ipucu yoktu. Filmin içeriğinde bir yasaklama nedeni bulunmuyordu. Öyleyse pek çok kişinin dediği gibi, asıl sakıncalı film Hanende Melek miydi? Geçmiş Zaman Elbiseleri gerçekten de Hanende Melek filminden ve hikayenin yazarı Sabahattin Ali’den ötürü mü yasaklamaya kurban gitmişti?

Hıncal Uluç serinin son filmi olan Hanende Melek’in yayın duyurusunu aşağıdaki gibi yapmıştı: “Sabahattin Ali ve Şaban Karataş isimleri bu hafta yan yana geliyor. Karataş’ın özel emri ile bu hafta Metin Erksan’ın sonuncu filmi, Hanende Melek de ekrana çıkıyor. Koparılan bunca gürültüden sonra, öyle üzerinde durulacak, içinden geniş anlamlar çıkacak bir film bekliyorsanız yanılıyorsunuz. Hanende Melek, Erksan’ın daha önce yayınlanan anlaşılmaz soyut çalışmalarına da benzemiyor. Yarıdan fazlası Seçil Heper’in şarkıları ile dolu tam bir Yeşilçam melodramı havasında çekildi.”[xxi]

Hıncal Uluç seyircilerin beklentilerinden ötürü yanıldıklarını söylerken asıl kendisi yanılmaktaydı…

Hanende Melek

“Hanende (şarkıcı) Melek”, beş film içinde, kara sevdanın rezilliğini yaşayarak şifa bulan karakterler serisinin son halkasıdır. Küçük bir kasabadaki Hüseyin Avni adlı dava vekili, oraya iki ay önce gelmiş olan şarkıcı Melek’e aşık olmuştur. Bu aşk yine ilk, Melek’in gazino resimlerini görmesiyle başlamıştır. Her gece onu dinlemeye gider. Yazıhanesinin duvarlarını Melek’in resimleriyle kaplamıştır. Melek’i dinlerken, onun bir gün yazıhanesine geldiğini, iltifatlar ederek gönlünü çaldığını hayal eder. Gazinoda sızıp kaldığı bir gece rüyasında Melek’i salıncakta salladığını görür. Kamera kullanımı ve düzenlemesiyle gerçek bir rüyayı andırmayı başaran bu müthiş sahnede ikisi de son derece mutludurlar. (Metin Bükey’in hem neşe hem belli bir hüzün içeren olağanüstü müziğinin de bu sahneye katkısı büyüktür.)

Hanende Melek 1

İşin aslında ise Melek bu adamı hiç sevmemektedir. Ona aldığı mücevherleri kolyeleri kabul eder ama “Hiç içimden takmak gelmiyor” der. Ama Hüseyin Avni için bu o kadar da önemli değildir. Melek’in kemancısına dert yanarken, “İhtiyarlık bize her şeyi mi yasak edecek? Ben bu kadını seviyorum. Onun beni sevip sevmemesi de umrumda değil” der. Onun için asıl önemlisi bu aşkı yaşamaktır. Belki de zaten bunun umutsuz bir aşk olduğunun kendisi de farkındadır. Yine de “Keşke şimdi burada resmi yerine kendisi olsaydı” diyerek onu boşuna bekler durur.

Filmin sonunda ise Hüseyin Avni’yle ilgili başka gerçekler açığa çıkar. Gazinoda sızıp kalan Hüseyin Avni’yi küçük kızı almaya gelir. Evde annesinin ve kardeşlerinin onu beklediğini söyler. Hüseyin Avni ise kızına öfkelenip onu kovar. Böylece onun aşkı için ailesini bir kenara itmiş olduğunu, onların ihtiyaçlarını görmeyip tüm varını yoğunu içki ve Melek için harcamakta olduğunu anlarız. Hüseyin Avni sarhoş halde Melek’in onunla gelmesini buyurur ve Melek karşı çıkınca ona tokat atar. Bunun üzerine Hüseyin Avni’yi döve döve dışarı atarlar. Melek ve kemancısı onun yerdeki rezil haline ve başında ağlayıp eve dönmesi için yalvaran kızına acıyarak onu birlikte eve götürürler.

Melek Hüseyin Avni’nin yoksulluk içindeki evini ve karısını görünce içi ezilir. Filmin büyük bölümünde Hüseyin Avni, Melek’i aşk dolu gözlerle dinlerken, hediyeler verip onunla birlikte olmasını dilenirken, hayaller kurarken hep bu yaşlı sefil adamın umutsuz aşkını acıyarak ve çok da önemsemeden izleriz. Ama bu aşkın bedeli olan gerçeklerle karşılaşmak iç burkan bir etki yaratır.

Hüseyin Avni’nin karısı ona bakıp “Demek şimdi de sensin ha?” der. Demek ki Hüseyin Avni’nin aşkı hep sürmekte, yalnızca aşk nesneleri değişmektedir. Melek, Hüseyin Avni’nin ona hediye ettiği mücevherleri kadına verir ve kızına da biraz para vererek evden çıkar. Dönüşte kemancı ona Hüseyin Avni’nin yazıhanesini gösterir. Melek camekanın arkasından, duvarları tamamen kaplamış olan kendi resimlerine bakar. Üçüncü sınıf otelindeki “bir kişilik” odasına döndüğünde oldukça düşüncelidir. Pencereye yaklaşıp yağmurlu havada üzerinden sular akan pencereden dışarı bakarken film biter.

Hanende Melek 2

Bu sahne aynı Sevmek Zamanı’nda Meral’in yine yağmur suları akıp duran pencereden dışarıyı izlediği sahneye benzer. Herhalde Melek de, aynı Meral gibi Hüseyin Avni’nin onun için ailesini ve çocuklarını hiçe sayacak, tüm varını yoğunu ona adayacak, işyerini onun resimleriyle kaplayacak kadar delice olan aşkına aşık olmak üzeredir…

Filmle ilgili eleştiriler olumluydu. Ortada seyircileri komplekse uğratacak, eziyet edecek veya başka sakıncalar yaratacak bir film yoktu. Atilla Dorsay hem Geçmiş Zaman Elbiseleri için hem de Hanende Melek için önceki üç filmin aksine olumlu eleştiriler yazmış, Geçmiş Zaman Elbiseleri’nde önceki filmlerde de bulunan görsel kullanımları bu sefer “öykünün havasına uygun” bulmuştu. Hanende Melek’in de “şarkıcı öykülerine pek aykırı düşmeyen hikayesini, ağdalı melodram tuzağına düşmeksizin yalın çizgilerle verebildiğini” söylüyordu.[xxii]

Trajikomik bir şekilde, TV’de gösterilen üç film için denmedik şey bırakılmazken, yasaklanan filmler beğenilmişti. Geçmiş Zaman Elbiseleri’nin gizemli ve belirsizlikler içinde sürüp o şekilde biten yapısı bile kimseyi kızdırmayı başaramamıştı.

Öyleyse bu filmler gerçekten neden yasaklandı? Bu yasakların yalnızca bir veya birkaç kişinin keyfi bir uygulaması olduğu artık kesindi. TV Daire Başkanı görece seyirci tepkisini bahane ederek, belki Sabahattin Ali ismine duyulan rahatsızlıktan, belki Metin Erksan’a duyulan -ve açıklamalarında açıkça belli ettiği- düşmanlık/garezden ötürü bu filmleri yasaklamaya karar vermişti. Bir filmin, programın, spikerin, sanatçının TV’de görülmesinin sakıncalı olduğuna, ardından böyle bir sakıncanın bulunmadığına tek başına karar veren, ilkelere bağlı demokratik kurullar yerine tek adamların emirlerini yerine getiren bir sistem vardı…

Beş Hikaye’nin Gösterdikleri

Hanende Melek filmi de gösterildikten sonra “Beş Hikaye” hikayesi böylece sonlandı. Ama yaşattığı travma bir süre daha devam edecekti. İki yıl sonra bile bir yazıda Beş Hikaye’yle ilgili olarak “kişisel masturmasyona gitmek psikozu”[xxiii] ifadesi kullanılmıştı.

Beş Hikaye uyarlamaları geniş seyirci kitlelerince hemen sevilecek filmler değildi. Kişisel yargılardan bağımsız olarak filmler çok iyi sinemasal anlatımlar barındırmasına rağmen, bunlar çoğu izleyence pek “eğlenceli” bulunmamıştı. Metin Erksan, filmleri hakkında söylenenler karşısında kapıldığı üzüntüyle, kendisiyle çelişen açıklamalar da yapmış, bazı seyircilerin şiddetli eleştirilerine sitem etmişti:

“Bizim ülkede her önüne gelenin televizyon programları için ‘ahkâm’ kestiği de bir gerçek. Bütün gün Et–Balık Kurumu önünde, tükenmez kuyruklarda, soğukta-sıcakta bir parça et almak için bekleyen vatandaşın, Türkiye’deki et üretimine dair hiç sesi soluğu çıkmıyor da, iş televizyon programlarını düzenlemeye gelince, birden aslan kesildiği görülüyor.”

“Ben Türk halkının zevk ve anlayışından hiçbir zaman şüphe etmedim. Ben insanların iyi ve kötüyü ayırt edebileceğine inanıyorum. Bütün bu filmlerin meydana gelişinde sinemacı kişiliğimin etkisi var. İnsanlar ortada o kadar konuşulacak şey varken konuşmuyor da tutup benim filmlerim hakkında konuşuyor.”

“Ben insanlar seyretsinler diye film çevirdim. Filmlerimin şekli, çekimi onları irkilttiyse, mecbur muyum onların istediği biçimde film çekmeye? Mecbur muyum alışılagelmiş film yapmaya? Benim şeklim bu, insanlar bunu öğrensinler.”

“Ben filmlerimde duygularımı dile getirdim. Ben somut bir insanım ve yapıtlarım da somuttur. Halk kültür seviyesini yükseltmelidir.”[xxiv]

Halk kültür seviyesini nasıl yükseltecek ve böyle özel bir çabaya girmesi gerektiği konusunda nasıl bilinçlenecek? Bunu yapacak olan devletin ilgili eğitim, kültür ve sanat politikalarıdır. Ama filmleri, kitapları keyfe keder yasaklayan da aynı egemen güçlerin politikasıydı. 1976’nın başında siyasi irade, yazarları arasında Dostoyevski, Charles Dickens, J.P. Sartre, Fakir Baykurt, Orhan Kemal, Rıfat Ilgaz, Muzaffer İzgü, Bekir Yıldız, Aziz Nesin, Cengiz Aytmatov, Yaşar Kemal, Sabahattin Ali, Albert Camus, Kemal Tahir’in de bulunduğu 50’ye yakın kitabı okullarda yasaklamış bulunuyordu…

Metin Erksan’ın seyircilere alınmasına hiç gerek yoktu. Daha önce yaptığı filmlerle, Beş Hikaye’deki gibi pek çok ilki gerçekleştirmişti. Bunlardan bazıları çok sevilmiş ve büyük seyirci kitlelerini sinemalara doldurmuş, bazıları o kadar da önemsenmemişti. Bugün yere göğe sığdırılamayan Sevmek Zamanı filmini o zaman doğru dürüst izleyen olmamıştı bile. Ama tüm bu filmlerde sanatına hakim, araştırmacı, yenilikçi gerçek bir sinemacıyı görmek mümkündür. Beş Hikaye dizisindeki filmler de bunlardan farklı değildi.

Beş Hikaye dizisinin niteliği kadar önemli olan bir başka nokta ise Türkiye’deki televizyonculuk olgusunun durumunu, devlet-sanat ilişkisindeki çarpıklıkları, aydın ve sanatçı geçinen bazı kimselerin sanata bakışlarını gözler önüne sermiş olmasıdır. Bu filmler hazırlandıkları özgürlük çerçevesi içinde bir daha görülmeyecek örneklerdi. Ama bu özgürlük, yasaksever ve benbilirimci zihniyetleri dehşete düşürmüştü.

TV yayınları günümüzde, seyirci kitlesinin cebini boşaltabilmek için onun zevkine/zevksizliğine boyun eğen bir noktaya gelmiştir. Özel TV kanalları zaten ürün ve kurum reklamı/prestiji sağlama amaçlı yapılardır. Fakat devlet televizyonu, elbette çoğunlukça sevilen programlar yayınlamakla yükümlü olmakla beraber, halkın bilgi, kültür, estetik düzeylerine katkı sağlamak üzere onlara yeni seçenekler de sunmak zorundadır. Bir devlet televizyonunun tam bağımsız bir kurum halinde, ideolojiler üstü bir yaklaşımla halk yararını gözeten bir yayın organı olması zorunludur. Devlet televizyonu seyircilerin vergileriyle yayın yapıyorsa bu herhangi bir kısmının onun yayınlarını kendi başına belirleyebilmesi anlamı taşımaz. Beş Hikaye’yi sevmeyenler onun yasaklanmasını, gösterilmemesini isteyebilmiştir. Bu durumda sevenlerin de, o sırada haftada 48 saat yayın yapan TRT’nin, neden bu tür filmlere tarihi boyunca yalnızca 5 hafta içinde 45’er dakika ayırmış olduğunu sorgulamaları gerekir.

Metin Erksan, “kendi için” yaptığı filmlerle yalnızca yetkin sinema örnekleri değil, devletin halka yaranmacı gözüken yasakçı bakış açısını, ülkedeki pek çok kurum üzerinde olduğu gibi sanat üzerinde de faşistçe kurduğu hegemonyayı, demokrasiyi çoğunluğun kararına indirgeyen sığlığı, kendi düşüncesinde olmayınca “kara aydın”a dönüşen aydınları da göstermişti. Böyle bir ortamda, “olağanüstü” anlatımlara sahip Beş Hikaye uyarlamasının belki de televizyonda gösterilebilmiş olması bile olağanüstü sayılmalı.

Metin Erksan’ın TV filmleri, üzerine yapılan tüm tartışma ve eleştirilere rağmen halen devlet tarafından “halkın parasıyla” yaptırılmış en iyi sinema eserleri olarak tarihe geçmiş durumdadır.

Metin Erksan 094

[box type=”info” align=”” class=”” width=””]

Kaynaklar

[i] Tercüman, 08 Ocak 1976

[ii] Cumhuriyet, 12 Ocak 1976

[iii] Ortadoğu, 09 Ocak 1976

[iv] Tercüman, 09 Ocak 1976

[v] Tercüman, 11 Ocak 1976

[vi] Ortadoğu, 12 Ocak 1976

[vii] Cumhuriyet, 13 Ocak 1976

[viii] Milliyet, 13 Ocak 1976

[ix] Cumhuriyet, 09 Ocak 1976

[x] Cumhuriyet, 13 Ocak 1976

[xi] Milliyet Sanat Dergisi, Sayı 167

[xii] Milliyet, 18 Ocak 1976

[xiii] Milliyet Sanat Dergisi, Sayı 167

[xiv] Hayat, Sayı 5

[xv] Milliyet, 26 Şubat 1976

[xvi] Haftasonu, 16 Ocak 1976

[xvii] Ortadoğu, 12 Ocak 1976

[xviii] Cumhuriyet, 16 Şubat 1976

[xix] Milliyet, 26 Ocak 1976

[xx] Cumhuriyet, 17 Şubat 1976

[xxi] Cumhuriyet, 23 Şubat 1976

[xxii] Cumhuriyet, 01 Mart 1976

[xxiii] Mutlak Fikir Estetiği Sinema, Mayıs 1977

[xxiv] Hayat, Sayı 5

[/box]

[box type=”note” align=”” class=”” width=””]

Yazının ilk bölümü: Olay Yaratan TV Filmleri – Bölüm 1

[/box]

blank

Murat Kirisci

Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Sinema-TV bölümünden mezun. 2013’ten beri Öteki Sinema’da yazar.

3 Comments Leave a Reply

  1. Yazı çok güzel olmuş emeğinize sağlık.Acaba bu filmleri bulabileceğimiz bir yer var mı?

  2. Türk Sinema tarihinin en özgün veya “auteur” yönetmenlerinden Metin Erksan için yazılabilecek en okunası makalelerden biri.Gerçekten elinize ve zihninize sağlık.Filmleri izledikten sonra okuyunca daha bir iyi oluyor.O zamanlardan günümüze kadar , gerek sözde aydınların gerek köşe yazarların çabaları ile film dili açısından ne kadar kısır bırakılmış olduğumuza tanık oldum.Bu konuda belki de daha yeni yeni toparlanmış olduğumuzu var sayarsak daha çok yolumuz olduğu aşikar.Yeniden teşekkürler Murat Kirişçi !

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

blank

Öteki'den Haber Al

Buna da Bir Bak!

blank

Fantastik Sinemada Görüntü ve Sesin Kışkırtıcılığı Üzerine Denemeler

Şarap gibi yıllandıkça güzelleşen “The Black Cat”i (1934) ve “Halloween”i
blank

AIP ve Cannon Films: Hollywood’un Yaramaz Çocukları!

1950'ler ve 1980'ler arasında, Amerikan sinema endüstrisi, düşük bütçeli film