En başta dile getirmekte yarar var. Yapımcılar ile sinema işletmecileri arasında vuku bulan bu suni kavganın, ilk günden beri danışıklı dövüş olduğu kanısındayım. Bu yüzden dost meclisi dışında bu konu hakkında yorum yapma gereği duymadım. Çünkü iki tarafın çıkacak sinema kanunundan sonra hiçbir şey olmamış, hiç hakaret derecesine varan söylemler dile getirilmemişçesine el sıkışacağı ve finalde biz sinema seyircilerinin hiçbir şey elde etmeyeceği o kadar belli ki… Bir başka deyişle seni, beni, sinemayı düşünen kimse yok. Bu bir rant kavgası ve iki taraf da yalnızca çıkarının peşinde, hepsi bu!

Tüm bu hadiseler yaşanırken ve konu hakkında herkes yorum getirirken enteresan bir olay yaşandı. En azından benim fazlasıyla ilgimi çeken cinsten. ODTÜ Sinema Topluluğu (SİTOP) en başta bir bildiri yayınlayarak, Cem Yılmaz’a amfilerini açtıklarını ve filmlerine ev sahipliği yapabileceklerini dile getirdi. Bu gayet nazikçe bir teklifti. Ancak Cem Yılmaz bu nazik teklif karşısında sessiz kalmayı yeğledi. Sonrasında ise SİTOP ikinci bir açıklama yaptı: Cem Yılmaz medyada bu konu üzerinde dikkat çekmeye devam ederken davetimizi yok sayarak aslında açıklamalarında samimi olmadığını göstermiş oldu.

blank

Benim için tüm bu “Mısır Savaşları”nı enteresan kılan nokta da tam burada başlıyor. Çok değil, yaklaşık 3 sene öncesine kadar ben de öğrenciydim ve aktif bir sinema kulübünün üyesiydim. O yıllarda ülkedeki birçok sinema topluluğu ile etkileşime geçme fırsatı bulmuş ve toplulukların taşıdığı potansiyele de ayrı ayrı şahitlik etmiştim. Kaldı ki geçtiğimiz yıl Öteki Sinema’da yayınlandığımız Sinema Kulüpleri Sektörün Neresinde isimli yazı dizisiyle de hem topluluklara dikkat çekmiş hem de ellerinde tuttukları potansiyeli geniş kitlelerin görmesine vesile olmuştuk. Şimdi, o zaman ısrarla altını çizdiğim bir söylemi yeniden dillendirme vakti. Sinema toplulukları sanılanın aksine yalnızca eğlence odaklı oluşumlar değil. Aksine sektörün katı duvarlarına rağmen tam da sektörün göbeğinde konumlanan oluşumlardır. Ve yeri geldiğinde ellerinde tuttukları gücü kullanmak için hazır kıta beklerler. Aynı bugün SİTOP’un yaptığı gibi!

Ne yaptı ODTÜ? Ciddiye alın ya da almayın. Ancak tüm bu süreçteki en müthiş tepkilerden birini ortaya koydu ve deyim yerindeyse bir turnusol görevi gördü. Yüksekten konuşmak, vaatlerin arkasına sığınmak kolaydır. Bedava gösteririm de dersin, filmimi vizyona sokmam da! Ancak iş ciddiye geldi mi iki kere düşünmek zorunda kalırsın. O yapıcı adımı atmakta güçlük çekersin. Çünkü biz olaya ne kadar romantik yaklaşırsak yaklaşalım ortada bir ticari kaygı söz konusu. Ne yazık ki günümüz toplumunda da ne sanat ne sepet; en büyük meta para! Hal böyle olunca da yapılan tüm kavgaların, edilen tüm sözlerin tek bir çıkar noktası oluyor: Daha fazla nasıl kazanç sağlarım?

SİTOP bugün yaptığı ile tam olarak bu gerçeği gözle görülür kıldı. Evet, bir yanımız hala geniş kitleleri peşinden sürükleme yetisine sahip popüler sinemacılara inanmak istiyor. Çünkü ben dâhil birçok insan Cem Yılmaz’ı ve halka mal olmuş birçok değeri çok seviyor. Ancak mantıklı tarafımız ise olayın iç yüzünü o kadar iyi biliyor ki… Mesele Cem Yılmaz meselesi değil. Ya da SİTOP’un yaptığı Cem Yılmaz’ın şahsına yönelik bir hareket de değil. Onlar, yalnızca bu danışıklı dövüşün karanlık yüzünü basit bir illüzyonla dışa vurdu, hepsi bu. Böylelikle dile getirilen halkçı söylemlerin de içi boş bir vaatten fazlası olmadığını herkese ispatladı.

Bu noktada ODTÜ Sinema Topluluğu’nun yaptığı bu eylemin iki sonucu var. İlki “Mısır Savaşları”nın pek de ciddiye alınacak bir tarafı olmadığının artık iyiden iyiye ortaya çıkması; ikincisi ise sinema kulüplerinin elinde tuttuğu gücün dosta düşmana kanıtlanması. Bugün SİTOP’un ortaya koyduğu bu yaratıcı zekânın eseri olan atılım, neden diğer sinema kulüplerini de etkilemesin ki? Neticede bilinç denilen kavram tek bir güruha ait değil ya!

Beni bu noktada asıl ilgilendiren, SİTOP’un yaptığı atılımın diğer kulüplere sıçraması ve gerekli bilincin birçok sinema topluluğunda uyanması. En başta da söylediğim gibi, sinema kulüpleri esasen oldukça güçlü oluşumlar. Yeri geldiğinde inzivaya çekilmiş, evinin başköşesinde unutulmaya yüz tutmuş bir sinemacıyı tekrardan podyuma çıkarma yetisi de ak koyun kara koyunu belirleme kudreti de sinema topluluklarının doğasında var. Yeter ki o potansiyel boşa harcanmasın.

Eğri oturalım doğru konuşalım. Üniversite yılları en fazla hayalin kurulduğu ve belki de dünyayı değiştirme inancının en çok gündemde olduğu dönemlerdir. Hangimiz dost meclislerinde pespembe ütopyalar kurmadık ki? Ancak yaş aldıkça da dünyanın pesimist yüzüyle teker teker yüzleştik. Burada önemli olan nokta, kimi zaman hayal kurabilmenin ötesine geçebilmekte; soyut bir dünyada gezinmektense yapıcı ve somut adımlar atabilmekte… Bugün SİTOP dünyayı değiştirmedi, Türk Sineması’nı kurtarmadı belki ama atılabilecek en somut adımla, üniversite gençliğinin de ülke gündeminde söz sahibi olabileceğini çarpıcı bir şekilde herkese gösterdi. Buradan feyz alması gerekenler ise tüm sinema toplulukları. Ne yani sinema kulüplerinin tek gündemi Tarkovsky izleyip, Fellini tartışmak mı? Tabii ki hayır! Eğer ki sanatla yoğrulmuş, bilinçli bir zihinden bahsediyorsak, hele hele kafa kafaya vermiş zihinlerse mesele, ses çıkarmadan susmak, bireyin ve toplulukların kendine yapacağı en büyük haksızlıktır.

Mısır savaşları, bir “şov biznıs”tan fazlası değil. Başı ve sonu belli olan danışıklı dövüşün ta kendisi. Ancak burada asıl sevindirici olan, bu savaşın kendi içinde bir doğru, farklı bir tepki doğurabilmesi. Bugün SİTOP olur, yarın bir başkası. Ancak şu gerçeği artık kabullenmek gerekir: Özgür düşünce ortamından filizlenen sinema kulüpleri de yaratıcı zekâsıyla bu sektörün tam ortasında! Birçok sinemacıya söyleşi fırsatı tanıyan, onların filmlerini üniversite öğrencileriyle buluşturma şansı yaratan sinema kulüpleri, SİTOP’un bu adımından sonra daha cesur söylemlerle ortalarda olacaktır; olmalıdır da! Benim tüm üniversite kulüplerine açık çağrımdır: Eğer ki geleceğinizi daha sağlam temeller üzerine inşa etmek istiyorsanız, susmayın. Elinizdeki gücün farkında olarak hareket edin ve sanatın ruhuna uygun bir şekilde bağırın; bağırın ki özgürleşebilin!

SİTOP’un bildirisi kişiler özelinde gibi gözükse de, esasen bireylerin üzerinde seyreden ve sektörün içinde bulunduğu güncel duruma dair gelişen harikulade bir tepki. O yüzden kimse alınmasın da, gücenmesin de. Sadece şapkayı önünü koyup düşünsün. Tabii diğer üniversite kulüpleri de üzerine düşeni yaparak aslında sektörün ne kadar içinde olduklarının farkına varsın. İlerleyen günler ne getirir bilinmez ancak SİTOP’un yaptığı bu atılım, hem sektör özelinde hem de sinema topluluklarının genelinde kocaman bir teşekkürü hak ediyor. Ne diyelim, böylesi yaratıcı eylemlerin artması ve sinema topluluklarının daha fazla turnusol görevi görmesi dileğiyle!

Öteki Sinema için yazan: Polat Öziş

blank

Polat Öziş

1992 İzmit doğumlu… Küçük yaşlarda tanıştığı Yeşilçam filmleri sayesinde sinema en büyük tutkusu oldu. Sonrasında ilginç bir şekilde Muğla’ya İktisat okumaya gitse de tutkusundan vazgeçemedi ve sinemayla ilgili çalışmalar ortaya koymaya başladı. İzledi, düşündü, çekti. Sonunda ise filmler hakkında yazmaya başladı. Film Arası Dergisi, Film Hafızası ve Öteki Sinema’da çok sevdiği filmler hakkında yazmaya devam ediyor.

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

blank

Öteki'den Haber Al

Buna da Bir Bak!

blank

Muhteris Lütfüler, Çakma Tosun Paşalar

Lütfülükten bu ülke aydınının payına düşecek şey hem Yeşil Vadi’yi
blank

Dünyanın En Kötü Filmlerini Türkler Çekiyor Vol. 2

Bizim artık Türk sinemasının hayrı için bir denetleme mekanizmasına ihtiyacımız