Costa-Gavras’ın Missing’ini (Kayıp, 1982) ilk kez Şerif Gören’in Yol (1982) filmiyle Cannes Film Festivali’nde Altın Palmiye’yi paylaştığı için duymuştum. Uzunca bir süre aramış, bulamamıştım. O süre zarfında Costa-Gavras’ın Ölümsüz (Z, 1969) ve Etat de siege (State of Siege, 1972) adlı şaheserlerini seyredip usta yönetmenin çoktan hayranı olmuştum bile. Daha sonra bulabildiğim -aralarında Kayıp’ın da yer aldığı- filmlerini izledim ve hayranlığım giderek arttı. Uzun yıllar sonra Taksim’de Emek Sineması’nın yıkılma kararını protesto eden bir yürüyüşte Costa-Gavras’la birlikte yürümek de nasip olacaktı.

Bir baba ile bir eşin, Şili’deki kanlı darbe sırasında ortadan kaybolan sol görüşlü, Amerikalı bir gazeteciyi bulma çabalarını anlatan Missing (Kayıp, 1982), Ölümsüz (Z, 1969) ile beraber beni en çok etkileyen Costa-Gavras filmi, hatta ilk izlediğimde ağlamıştım. Yanlış anlamayın, Costa-Gavras filmde ajitasyondan özellikle kaçınıyor, hatta cinayet, işkence ve katliam anlarını göstermemeyi tercih ediyor. Öyle barok, gösterişçi ya da grotesk sahneler pek yok, askerî darbenin vahametini bir “kayıp” vakası üzerinden seyirciye yavaşça zerk ediyor. Ne eve yapılan baskını ve ortalığın hallaç pamuğu gibi atılmasını gösteriyor bize ne Charles’ın derdest edilişini ne de infazını. Film boyunca müphem bir karanlık sarıyor benliğimizi, ama finalde o karanlık dağıldığında yine de boğazınız düğümleniyor.

blank

Charlie’nin babası Edmund Horman’ı ilk kez gördüğümüzde oğluyla sıcak ve samimi bağları olmadığını, aslında onu pek tanımadığını anlıyoruz. New York’ta kendisine “Oğlunuz geçimini nasıl sağlıyordu?” diye sorulduğunda kendinden emin olmayan bir şekilde, “Açıkçası ben… Sanırım o bir yazardı. Yani olmak istediğini söylüyordu (Well, frankly, I… I guess he’s a writer. Well, he says that he wants to…)” diye resmen kekeliyor. Washington’da “Oğlunuzun politik görüşü nedir? diye sorulduğunda ise “Liberaldir, sanırım (Liberal, I suppose)” diye geçiştiriyor. Emin değil çünkü, bilmiyor. Buradan bir süredir iletişim hâlinde olmadıklarını anlıyoruz. Aslında baba-oğul birbirlerinden sadece zihnen değil, kalben de uzaklaşmışlar gibi.

Kayıp (Missing, 1982) gerçekten yaşanmış bir olaydan uyarlanmış. Ed, Hristiyan Bilim (Christian Scientist) tarikatına bağlı bir muhafazakâr, aynı zamanda sağlam bağlantıları olan başarılı ve saygın bir iş insanı. Oğlu Charles ise solcu bir yazar, aynı zamanda belgesel ve çizgi film yapımcısı. Filmin klasik Hollywood tarzından hayli uzak, özgün bir kurgu anlayışı var, BAFTA’dan kurgu ödülüyle dönmüş olmasına şaşırmadım. Kurgunun neden mükemmel olduğunu, filmin özündeki hikâyeyi nasıl ustaca sakladığını anlatayım.

Kayıp’taki zaman sıçramaları bir karakterin belirli bir özelliğini gösterir göstermez yaşanmıyor (bir tenis maçını andıran Hollywood montajı öyledir), Costa-Gavras yaşanan durumu olgunlaştırmadıkça ve o durum karşısında kişinin yaşadığı değişimi bariz bir şekilde göstermedikçe sahneyi asla kesmiyor. 25 dakikalık uzun giriş kısmında peş peşe çok sayıda Şili sahnesi seyrettikten sonra peş peşe birkaç ABD sahnesi izliyoruz. İki ayrı dünya gösteriyor bize yönetmen. Birinde Charlie (John Shea) ve karısı Beth (Sissy Spacek) var, diğerinde Charlie’nin babası Ed (Jack Lemmon). Aslında Missing bir dedektiflik filmi gibi tasarlanmış, kayıp evladını bulmak için oradan oraya koşturan bir babayı izliyoruz, ama sona doğru ilerledikçe taşlar yerine oturmaya başlıyor. Karşımızda basit bir muamma/gizem filminden, politik bir propaganda filminden çok daha fazlası olduğunu anlıyoruz. Baba Ed ile gelin Beth Şili’de bir araya geldikten sonra hem görsel hem işitsel anlamda yeni bir çatışma alanı inşa etmeye başlıyor film (mesela, otel odalarının kapıları karşı karşıya). Ed bariz bir şekilde Beth’e soğuk ve kaba davranıyor (azarlıyor, çeşitli imalarda bulunuyor hatta yüzüne kapıyı çarpıp kapatıyor vs.) ve oğlunun düştüğü durum yüzünden gelinini suçluyor. Derken iki ayrı dünya görüşünü temsil eden iki farklı insana dair karakter analizi derinleşiyor ve film ilerledikçe (“ortak bir dava uğruna mücadele ettikçe”) bu bambaşka iki insanın yakınlaştığını görüyoruz (ilk başlarda ayrı odalardalar, sonra aynı koltuğa oturuyorlar, Ed “Eve gidiyoruz” dedikten sonra içten bir şekilde sarılıyorlar ve sonra hep kol kolalar). Özellikle Cod Burnu (Cape Cod) sahili sohbetinden itibaren Ed’in oğlunu tanımaya başladığını anlıyoruz. Ed ile Beth’i sadece ortak acıları değil, ortak mutlulukları (Charlie) da yakınlaştırmaya başlıyor. Ama asıl sürpriz, örtük bir şekilde yüzeyin altında yatıyor. İşte kurgu ve senaryonun burada devreye girdiğini söyleyebilirim.

blank

Aslında Costa-Gavras çaktırmadan ayrı dünyaların insanlarıymış gibi görünen baba oğlun politik duruşları hariç inanılmaz benzeştiklerini ortaya çıkarmaya başlıyor. İkisi de iyi insan, candan, şiddet karşıtı, üstelik çok çalışkanlar. Charlie de Ed de inatçı ve kararlı insanlar. Hakikat uğruna mücadele etmeyi seviyorlar, azimliler, nazikler. Ed’in öfkesi dindikten sonra onun kibar ve düşünceli yönü ortaya çıkıyor, bu özellikleri de ortak. İkisi de diğerkâm ve aptallık derecesinde gözü pek (Charlie kafedeki olaya müdahale ediyor, Ed duvara slogan yazan göstericilerin makineli tüfekle hunharca taranmasına). Babanın da oğlun da hümanizmle dolu olduğunu görmeye başlıyoruz, aslında farklı dünyalardan değiller, farklı siyasi ideolojilere ve dünya görüşlerine sahipler, o kadar. Politik eğilimlerin farklı yönlere savurduğu iyi eğitimli, işinde başarılı, çok sevilen iki uygar insan tanıyoruz. Kurgu bir yapbozun parçalarını tamamlarcasına bize bu hakikati fısıldıyor. Charlie’yi gaddar bir askerî darbe yönetimindeki yoksul Şili, babası Ed’i güya hukuka ve insan haklarına saygılı zengin ABD hüsrana uğratıyor. Charlie doğru olduğuna inandıkları uğruna Şili yönetimini karşısına alıyor, Ed doğru olduğuna inandıkları uğruna ABD yönetimini. Ve zaman, ağır bedeller ödeyen bu iki cesur insanı haklı çıkardı, maalesef ikisinin ömrü de bunu görmeye yetmedi.

Costa-Gavras’ın Missing’i (Kayıp, 1982) Altın Palmiye (Cannes), En İyi Senaryo Oscar’ı (Akademi), BAFTA’da En İyi Senaryo ödüllerine uzanmış sağlam bir politik drama. Uyarlandığı Tom Hauser kitabı The Execution of Charles Horman: An American Sacrifice’dan farklı seyir izlediğini söylemeliyim. Cannes’dan En İyi Erkek Oyuncu ödülüyle dönen filmde hem Jack Lemmon hem de Sissy Spacek çok iyi oynamışlar. Vangelis’in akılda kalıcı müzikleri, “koşan beyaz atı kovalayan askerî araç” gibi şiirsel ve “nehirde sürüklenen ceset” ile “infaz edilmiş insanların koridorlar ve odalar dolusu yarı çıplak naaşları” gibi sarsıcı planlar yakalayan görüntü çalışmasıyla unutulmaz anlar vadeden Kayıp’ı herkese tavsiye ederim. İyi seyirler…

blank

blank

Ertan Tunc

Sevdiği filmleri defalarca izlemekten, sinemayla ilgili bir şeyler okumaktan asla bıkmaz. Sürekli film izler, sürekli sinema kitabı okur. Ve sinema hakkında sürekli yazar. En sevdiği yönetmen Sergio Leone’dir. En sevdiği oyuncular ise Kemal Sunal ve Şener Şen.

“Türk Sinemasının Ekonomik Yapısı 1896-2005” adlı ilk kitabı; 2012 yılında Doruk Yayımcılık tarafından yayınlanmıştır. Kara filmler, gangster filmleri, İtalyan usulü westernler, giallolar ile suç sineması konularında kitap çalışmaları yürütmektedir. İletişim: ertantunc@gmail.com

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

blank

Öteki'den Haber Al

Buna da Bir Bak!

blank

Otobiyografik Bir Yüzleşme: Bekleyiş (2021)

Bir annenin doğmamış çocuğuna çektiği görsel mektubu olan Bekleyiş, Akdağ’ın
blank

Üç Harfliler: Adak (2019)

3 Harfliler Adak, Alper Mestçi filmografisindeki en önemli iş değil