Altmışların kendisine hatırı sayılır bir izleyici kitlesi edinen TV dizisi Mission Impossible, Tom Cruise’lu sinema filmleriyle serinin her halkasında stil değişikliğine uğramasına rağmen giderek artan hasılatıyla beşinci filmine ulaşabilen bir blockbuster seri…
Yirmi yıl boyunca çeşitli geleneklerden gelen yönetmenlere ait tüm sinema tarzlarını dengeli bir biçimde bir araya getiren Mission: Impossible – Rogue Nation ile seri nihayetinde evrimini tamamlamış görünüyor…
1996 yılında Brian de Palma’nın yönetmenliğinde başlayan Mission Impossible sinema serisi, her filmde değişen yönetmenle birlikte gözle görülür bir biçimde farklılaşmasına rağmen hiç eksiltmediği aksiyonu ve kadrolu yıldızı Tom Cruise ile kendisine seyirci bulmayı başardı. Brian de Palma’nın öne çıkardığı casus gerilimi ve hilelerle dolu bir hikâyeden sonra, John Woo ile yüzünü Uzakdoğu’ya çevirdi. Kimileri tarafından yerden yere vurulan John Woo stili aynı zamanda James Bond dokunuşunun da habercisi oldu ve üçüncü film de dâhil olmak üzere, orijinal halinden uzaklaşılarak giderek Tom Cruise’un öne çıktığı bir seriye dönüştü. Fakat dizinin asıl ruhunu canlandırmak isteyen yönetmen Brad Bird, dördüncü filmden itibaren yeniden takımı çalışmasına önem vererek serinin hayranlarını sevindirecek bir yeniliğin öncüsü oldu. Şimdi ise karşımızda, Brad Bird’ün bıraktığı yerden koltuğu devralan Christopher McQuarrie ile serinin tüm sinemasal tarzlarını bir araya getiren bir anlayış var. Brian de Palma’nın entrika ve casusluk hilelerinden, John Woo’nun arttırdığı aksiyon ve tempoya, Brad Bird’le gelen takım ruhu ve mizahı tek bir potada, eşit bir dağılımla tutan yönetmen serinin en keyifli ve hatta en iyi filmine imza atıyor.
Hayalet Protokol’de Burj Halife’ye tırmanan Tom Cruise’un bu kez dublörsüz bir şekilde, uçan bir uçağın kanadında görülmesiyle açılan Mission: Impossible – Rogue Nation, daha ilk dakikadan koltuklarınıza gömülmenize yol açacak bir aksiyon dozuyla seyircisine merhaba diyor. Ardından Ethan Hunt’ın gizli örgütü IMF’in kapatılmasıyla karşı karşıya kalındığını öğrenmemizle birlikte düşmanlar ikiye çıkıyor. Çünkü bu kez Ethan Hunt ve ekibinin karşısında hem Anti-IMF olarak tüm ajanlarını yok etmek isteyen Sendika isimli bir uluslararası dolandırıcılık örgütü, hem de CIA Başkanı Hunley ile vücut bulan güçlü bir bürokrasi var. Her yerden köşeye sıkışan ekibin tek şansı ise Sendika’yı yok etmek…
Bu andan itibaren bir aksiyon seremonisine dönüşen film, Viyana Operası’ndaki gerilim dolu suikast sahnesiyle ve Fas yollarında geçen müthiş motosiklet sekansıyla aksiyonun hakkını tam manasıyla veriyor. Arta kalan zamanlarını serinin diğer filmlerinin de ötesinde bir mizah duygusuyla tamamlayan Mission: Impossible – Rogue Nation, entrikayla süslenen ve ters köşeye yatıran senaryosuyla da polisiye tutkunlarını ihmal etmediğini kanıtlıyor.
Tom Cruise’un karşısına koyulan ve Rebecca Ferguson’ın canlandırdığı güçlü femme fatale karakter ile serinin kadın algısından bir adım öteye giden yönetmenin, bu seçimiyle filmin seyir zevkini yükselttiğinin de altını çizmek gerek. Özetle Mission: Impossible – Rogue Nation serinin tüm hayranlarını tatmin edecek kıvamda bir film. Mutlaka görülmeli!